Posta kutuma “Nasıl Bir Üniversite?” sorusu düşünce birdenbire hayallerim depreşiverdi ve bir büyük şehrin üniversitesinden mezun olup ihtisas yapmış ve Anadolu üniversitelerinde görev yapmakta olan bir akademisyen olarak kendimi bir anda üniversiteyle ilgili hayâllerin içinde buldum.
Üniversite Gökten Zembille mi İner?
Aklıma Türkiye’de ilk kurulan üniversitenin, “Fenler Yurdu” anlamında “Dârülfünun” olarak adlandırılışı geliyor. Acaba bu “fenler” arasında irtibatlar kurulabilmesi için her şeyden önce bilgiye saygı duyulması gerekmiyor mu? Bir öğretim elemanı, farklı noktalardan bakabildiği ve farklı branşlarla irtibatlar kurduğu oranda orijinal bilgi sentezlerine ulaşmaz mı? Kendi sahası dışındakiler de dahil olmak kaydıyla bilgiye saygının olmadığı öğretim kadroları elinde üniversitenin saygınlığı ve gelişiminden söz edilebilir mi? Kendisinden başka kimse olmadığı vehmiyle hareket eden öğretim üyesi tipinden sadır olan bilgi ne kadar süre yaşama şansına sahip olabilir ki? Akademi dünyasını, farklı branşlarla ilişkiler yoluyla farklı bilgi tiplerini sentezlemeye dönük büyük bir aile olarak görmeye ne kadar yakınız acaba? Bilgisi arttıkça, daha doğrusu bilgi okyanusunun enginliğini fark ettikçe tevazu da artan akademisyen tipi ne kadar saygı görebiliyor?
Her ne kadar özerk ve bağımsız bir oluşum olsa da üniversitenin her şeyden önce içinde bulunduğu eğitim sisteminden tamamen bağımsız olmadığının, dolayısıyla mevcut sistemden beslendiğinin ne kadar farkındayız? Herkes bilir ki, üniversite ortaöğretim kurumlarından öğrenci alır ve bu kurumlarla beraber diğer kurum ve kuruluşlarla özel sektöre yetişmiş eleman gönderir. Sistemin herhangi bir aşamasındaki aksama üniversiteyi de etkiler. Son yıllarda bunun hayli can sıkıcı tecrübeleri yaşanmıyor mu? Önümüzdeki on yıllarda bu acı tecrübelerin yerini daha verimli zeminlere terk etmesini ümit edebilir miyiz? Herkesin üniversite tahsili alması adı konulmamış bir zorunluluk mudur?
Batıda bazı üniversitelerin beş yüz, hatta bin yıllık olduğu biliniyor. İslam ülkelerinde tarihteki yüksek öğretim kurumlarından Ezher, Karaviyyin, Mustansıriyye, Türk dünyasında Nişâbur, Nizâmiye, Türkiye coğrafyasında Karatay, Gök Medrese, Çifte Minareli Medrese, Yeşil Medresesi, Ayasofya Medresesi, Sahn-ı Semân, Sahn-ı Süleymân gibi medreseler üniversitelere dönüşememiştir. Ülkemizde bu tür merkezlerde açılan bazı üniversitelerin tarihteki öncülleriyle irtibatlı programlar geliştirmesi, bir geleneğin tarihte ortaya koyduğu ilmi birikimi günümüz ilmi birikimi ışığında doğrulaması ve yanlışlaması, doğrulanan ve yanlışlanan bu bilgilerin günümüzde üretilen bilgiyle mukayesesi hayali çok mu büyük bir hayaldir? Bu treni kaçırıyor muyuz?
Koordinasyon ve Metodolojiden Ne Haber?
Üniversitenin her şeyden önce bir araştırma merkezi olma niteliğini koruması ve bundan asla taviz verilmemesi gerektiği tartışılabilir mi? Araştırma alanlarının çeşitliliği, konuları ve nitelikleri her üniversitede farklı olsa bile ve hatta bu farklılık olmalı da. Üniversitenin öğretim elemanı profiline, ülkenin ve üniversitenin bulunduğu bölgenin ihtiyaçlarına göre değişebilir, ama bir üniversitenin özel olarak üzerinde çalışacağı mesela otuz temel konu çevresinde çalışmaları çok mu büyük bir hayal olur? Öğretim elemanı alımında bazen “adrese teslim” olmakla itham edilen kadro ilanlarındaki özel şartların, üniversitelerin branşlaşması noktasında ahlaki bir boyut içerisinde kullanılabilir olması ulaşılamaz bir hayal midir? Mesela sosyal bilimler alanında farklı görüşlere de sahip olsa, tarih, edebiyat, ilahiyat, felsefe, arkeoloji, eğitim, iktisat, siyaset bilim uzmanı kadrolar içerisinde aynı paraleldeki belli başlı otuz konu çevresinde çalışacak elemanların aynı kurumda toplanmaları mümkün olamaz mı? Ortak çalışma konuları çevresinde bir araya gelen kadrolar, kendi çalışma sahalarıyla alakalı araştırma merkezlerinin çekirdeğini oluşturamazlar mı? Zaten kadroları böyle bir vizyonla oluşturulmuş bir üniversite kendiliğinden bir araştırma merkezine dönüşmüş olmaz mı? Böylelikle belli konular çevresinde daha kesin ve kullanışlı sonuçlara ulaşmanın yolu açılamaz mı? Olması gereken üniversite böyle bir yapı değil mi, yoksa biz mi yanlış biliyoruz?
Ülkemizin çeşitli bölgelerine yakın olan ülkeleri inceleyen üniversitelerin o ülkelere en yakın olan üniversiteler olması yararlı olmaz mı? Mesela bazı üniversitelerin Bulgaristan, Yunanistan, Balkanlar, Romanya, Rusya, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Kafkasya, İran, Irak ve Suriye araştırmalarında uzmanlaşması faydalı olmaz mı? Bunların büyük şehirlerdeki benzerleriyle irtibatlı olarak projeler geliştirmeleri gerçekleştirilemez mi? Herhangi bir kültürle komşu olan üniversitelerimiz komşu oldukları ülkenin tarih, kültür, arkeoloji, din, felsefe, edebiyat, siyaset, ekonomi, sanayi ve ticaret ile bunların bizim tarih, kültür ve medeniyetimizle irtibatı konusunda uzmanlar yetiştirmesi verimli olmaz mı? Değişik ülke ve kültürler üzerindeki uzmanlarımızın buralardan yetişmeleri sağlanamaz mı?
Tarih, kültür, arkeoloji, din, felsefe, edebiyat, sanat, ekonomi, ticaret ve siyaset konularında Çin, Japon, Hint, Avrupa ve Amerika kültürlerini inceleyen ilim adamlarımız makul sayıda mevcut mu? Bütün bu dillerin öğrenildiği ve öğretildiği, bütün bu sahalarda uzmanların yetiştirildiği üniversitelerin hayal edilmesi imkansız mı? Sahi şimdi üniversitelerimizin ne kadarında dil öğretiliyor? Dünyanın iyiden iyiye küçüldüğü, ülkemizin tüm dünyayla ilişki içerisinde olduğu bu dönemde bütün bunlar ihtiyaç değil mi? Bütün bu birikim üzerine yepyeni bir perspektifle dünya tarihinin bizim üniversitelerimizde yazılması ulaşılamaz bir hayal olarak kalmaya mahkum mudur?
Çok farklı branşların kendi bilgi ve tecrübelerini paylaştığı ortak zeminler hayal etmem çok mu nahif kaçar acaba? Mesela bir hekimin, bir coğrafyacı ve bir ilahiyat uzmanının ilk bakışta ortak noktası yokmuş gibi görülse de beden, toprak ve maneviyat çevresinde insanda birleşen bilgi birikimlerini birleştirmeleri yeni bilgilere ulaşılmasını sağlayamaz mı?
Sosyal bilimlerde çalışan bir hoca olarak teknolojiyi geri planda görüyor değilim, hatta bu konuda yapılabilecek şeyleri burada sayabilmek bile mümkün görünmüyor. Ama şunu da bilirim ki fen ve teknolojinin gelişimi ancak sağlam bir düşünce zemininde mümkün olur. Her zaman için fen ve teknoloji daha çok mali yatırım gerektiren sektörler olduğundan, üniversitelerdeki ödenekler sosyal bilimlerden çok fen bilimlerine harcanır. Bütün bu imkanlar içerisinde tarımda, hayvancılıkta, sanayide ve hatta savunmada bölgesel üretim kaynaklarına üniversitenin önderlik etmesi çok büyük bir hayal midir?
Sadece pratik konular değil, elbette teorik konular da üniversitenin çalışma sahası içindedir. Fârâbi, İbn Sinâ, Gazâli, Râzi, Şâtıbi, İbn Heysem, Harezmi, Battâni, Ebü’l-İzz el-Cezeri, İbn Haldûn ve İbn Arabi’den mülhem olarak ve günümüz birikimiyle de beslenerek hem akademik çalışma stratejileri ve metodolojiler hem de tarih, kültür, insan, toplum, siyaset, ekonomi ve daha başka sahalarda çözüm yolları geliştirmek çok büyük bir hayâl olmaktan öte ham bir hayal mi olur acaba?
Ve Öğretim…
Bütün bu araştırma zeminin lisanstan lisansüstüne kadar eğitim öğretim kademelerine de taşınması imkansız denecek derecede zor mudur? Zülf-i yâre mi dokunuyorum? Ortaöğretim ve öncesindeki yanlış kültürlenmelerle edinilen ezberci ve kopyacı yaklaşımların yenilikçi bakış açılarına dönüştürülmesi nasıl mümkün olacak? Üniversiteye öğrenci alım sistemini gözden geçirme gereği ortada değil mi? Öğretim elemanı yetiştirilmesinde gitgide yitirmekte olduğumuz usta-çırak ilişkisi nasıl canlandırılacak? Ezberlenmiş sınav sorularıyla lisans ve lisans üstü öğretime, yine benzer sınavlar yoluyla araştırma kadrolarına girenler gerçekte akademik hayata hazır olarak üniversiteye girmiş oluyorlar mı? Kitapla ve düşünmeyle arası iyi olmayan kişilerin üniversite kadrolarına belli sınavları başararak gelmeleri gerçekten kalite getiriyor mu?
Kitap demişken… Gerek öğretim elemanlarının ve gerekse öğrencilerin yetişmesi, nitelikli bilgi paylaşımlarına da sahne olan kitabevlerinde bir araya gelip bilgi paylaşım zeminleri oluşturmalarıyla ivme kazanamaz mı? Salgın şartlarının sürekli olmayacağını hesaba katarak üniversitesi olan şehirlerin aynı zaman kültür aktarımı yapılabilen kitapçıları olan şehirler haline de gelebilmesi yüksek öğretimin kalitesini yükselmez mi?
Ezberlenmiş sorularla hazırlanılan sınavlar sonucunda üniversiteye ve akademiye girilmesinin kaliteyi artırmadığı her geçen gün daha açık bir şekilde görülmüyor mu?
Dört yıllık bir bölüm için düşünüldüğünde 1. yılı bilgi, 2. yılı bilgi üzerine kavrama, 3. yılı diğerlerinin üzerine analiz ve sentez, 4. yılı ise diğer üç aşamanın üzerine uygulama ve problem çözme ağırlıklı olarak planlamayı sağlayacak programlar geliştirmekte geç kalmadık mı? Kavrama ve analiz-sentez ağırlıklı eğitim aşamalarında ilgili sahanın gerektirdiği metot geliştirme bilgileri ve bu metotların-sosyal bölümler için medya okur-yazarlığı dahil-günlük hayatta kullanımına varıncaya kadar geniş bir biçimde nasıl bilgi olarak kendine mal edilebileceğinin gösterilmesi, metodolojilerin hayatta da bir karşılığı olduğunu gösterme imkânı sunmaz mı? Acaba öğretim üyeleri olarak bizler buna hazır mıyız? Ezberlenerek unutulan metodolojilerden ziyade bu tür yaklaşımlar daha kalıcı olamaz mı?
Doktora yaparken, çalıştığım dönem hakkında lisans döneminde eksik kaldığını düşündüğüm tarihe bütüncül yaklaşımların üniversiteye yerleşmesi adına İlahiyat müfredatında İslam düşüncesinin bütünlüğü sorunu üzerine kafa yormuştum. Ancak şu ana kadar hala bu bütünlüğün sistem içerisinde uygulanması gündeme gelmedi. Acaba bütün bölümlerde her sahayla ilgili tarihi gelişim süreçlerinden başlayan bütüncül yaklaşımların resmi ve gayri resmi örgün programlar yoluyla öğrencilerimizin zihnine yerleştiren bir sistemden söz etmek çok mu uçuk bir hayal olur?
Bir üniversitenin en önemli bilgi deposu olan kütüphanesi sadece sınav zamanlarında mı dolu olmalıdır? Bünyesindeki kitap havuzunun zengin olması gereken üniversite kütüphaneleri gerek öğretim elemanları ve gerekse öğrenciler tarafından ne kadar kullanılıyor? Peki öğrenciler kütüphanelerde ve kitaplarda neleri aramalıdır? Kitaplardan bilgiler mi aranıyor, yoksa internetteki doğruluğu netleştirilmemiş kopya veriler bilgi olarak ödevlere mi yansıtılıyor? Sadece öğretim elemanları değil, öğretim üyeleri de üniversite veri tabanlarından faydalanarak çalışmalar yapamaz mı? Türkiye’de bunun yapabilen ne kadar üniversite var? Üniversite hocalarının ne kadarı veri tabanlarını kullanıyor?
Üniversite öğrencisi hocalarına sadece sınavla alakalı sorular sormakla mı yetinmeli? Üniversite öğrencisi sadece kendi hocalarıyla mı irtibatlı olmalı? İnternetin mesafeleri hemen hemen tamamen kaldırdığı günümüzde başka üniversitelerdeki, hatta ülkelerdeki hocalarla ve öğrencilerle bilgi alışverişi yapmaları çok mu büyük bir hayaldir? Bunun organize hale getirilmesi hiç mi mümkün değildir? Her şeyden önemlisi bütün bunların “yapılıyormuş gibi” yapılmayıp da hakikaten yapılıyor olması, “dostlar alışverişte görsün” anlayışının hayli uzun bir zamandır iliklerimize işlediği bir sistemde ne kadar mümkün olabilir?
Öğrencilerimizin önceden beri getirdiği zihin, kültür, sanat ve spor yeteneklerini üniversite ortamında sergileyebilecekleri ortamlar bulabildikleri, kendi sahalarında yeniliklere teşvik edilebilecekleri yarışma ortamlarına kavuşabildikleri, bulundukları şehirlerin ve ülkemizin değişik şehirlerindeki kültürel, tarihi, teknolojik miraslara rahatlıkla ulaşabilecekleri zeminin hazırlanmasını hayâl edemez miyiz? Kolay terörize olabilecek bir üniversite ortamını ne tür faaliyetlerle kendi zemini içinde tutmak mümkün olabilir? Üniversite öğrencisinin toplumdaki yara haline gelmiş bazı meseleleri çözmeye dönük sosyal projelere yönlendirilmeleri çok mu büyük meblağlar gerektirir?
Sonuçta Ne Olacak?
Sayılan konulardan bir kısmı yapılmaya çalışılıyor olabilir, ama bazıları hala ufukta gözükmüyor. Ayrıca bütün bu meseleler nasıl bir yönetim anlayışıyla organize edilebilir? Yönetim meselesine hiç girmesek daha mı iyi olur acaba?
Hayal dünyamı serbest bırakacak olursam bu hayaller uzar gider, belki de hiç bitmez. Bir akademisyene göre fazla mı hayalciyim acaba? Neyse ben öğrencilerin ödevlerinden başımı kaldırabildiğim şu ara tatilinde bu boş hayalleri bir kenara bırakayım da ara tatili bitip yeni bir … kalabalık öğrenci döngüsüne girmeden yarım kalan çalışmalarımı tamamlamak için kolları sıvayayım bari!..