‘Nasıl bir üniversite’ konusuyla ilgili çıkan her yazıyı okumaya çalıştım. Kendi açımdan çok yaralandım. Ben konuyu biraz gerilerden almak istiyorum. Anadolu insanı, Kurtuluş Savaşı öncesinde, deyim yerindeyse, ortaçağı yaşıyor. Okuma yazma oranı çok düşük, % 2 den de az. Orta okul ve liseler ancak 1880’li yılların sonlarına doğru açılabilmiş. Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye, Mühendislik, Baytar mekteplerinin tamamı Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da.
Cumhuriyetten sonra, başkentimiz Ankara’da Tıp Fakültesi 1945’de Ankara Üniversitesi ise ancak 1946’da açılabilmiş. İhtiyaç duyulan işler için meslek liseleri açılmış. Öğretmenlik için Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları hemşire ve ebelik için Sağlık Meslek liseleri. Devamla, Maliye Meslek Liseleri, Gümrük Meslek Liseleri, Kız sanat erkek sanat okulları vs. açılmış. Askerlik için Astubay Okulları, Askeri Liseler vs.
Otuzlu kırklı yıllar. Toplumun % 80’i köylerde, köylüler tarımdan ancak geçiniyor. Çözümü, yine genç cumhuriyetimiz bulmuş. Devletimiz, bu okullarda parasız ve yatılı imkanlar oluşturmuş. Öğrencilerin tüm masraflarını devlet üstlenmiş. O kadarlık eğitim, gençlerin çoğu için yeterlidir denilmiş. Oku, öğren, mezun ol, hemen işin hazır.
1981 YÖK kanunuyla, askeri olanlar hariç, diğer bakanlıklara bağlı okullar, Milli Eğitim bakanlığına devredildi. Okulların tamamı kapatıldı. Kısa yoldan meslek sahibi olmak devri de böylelikle bitirilmiş oldu. Gençlerin tamamı, bir huniyle şişe ağzından sokulur gibi, üniversite kapılarına yönlendirildi. 15 Temmuz 2016’dan sonra olanları zaten biliyorsunuz, askeri okullar da kapatıldı. Şanlı Harbiye’miz, Mili Savunma Üniversitesi oldu.
Bu işler, ağacın bir dalını sallamak gibidir. Siz o dalı sallarken, bir bakmışsınız çok uzaktaki dal da sallanıyor. Bir günde yaptıklarınızın etkileri yıllar geçtikçe ortaya çıkıyor. Ara kademede çalışan insan bulabilmenin ne kadar zorlaştığını görüyoruz. Sanayide usta çok çırak yok. Bu şekilde teoriği çok iyi ancak mezun olduğunda hiç doğum yaptırmamış ebelerimiz bile oldu.
Cumhuriyetle beraber İstanbul, Ankara, İzmir, Erzurum, Adana, Trabzon derken tüm şehirlerimizde üniversiteler açılmaya başlandı. Çok iyi de oldu. Açılan her yeni üniversite, hemen açılır açılmaz bir iki yılda kurumsallaşır diyenler yanılırlar. Kurumsallaşmak için çok daha uzun yıllara gereksinim var. Önce hocaları, öğrencileri oralardaki topluma, toplum da onlara alışacak. Giderek daha az yadırganır olacaklar.
Eğer şehrinizde, hem de ilk defa yeni bir üniversite açılmışsa öncelikle öğrencilerine ve çalışanlarına, çalışacakları ve yaşayacakları ortamları bulup yaratmanız gerekiyor. Kampus lazım, binalar lazım, barınılacak yurtlar lazım. Bu işler öyle birkaç yılda olmuyor. Önce valilik, belediyeler başta olmak üzere toplum liderleri, ileri gelenler, ekabir, esnaf ve orada yaşayan herkesin seferber olarak düşünmesi ve üzerine düşen neyse onu yapması gerekiyor. Ülkemizde çoğu yerde böyle olmuştur. Takdir edilmesi alkışlanması gereken de budur. Yoksa, ‘saldım bayıra mevlam kayıra zihniyeti’ hakim olur ki, bu de hiç istenmeyen bir durumdur. Taşın altına herkes elini koyacak toplum üniversiteye, hocalarına ve öğrencilerine alışacak. Üniversite de toplumu daha ileriye götürmeye odaklanacak. ‘Vermeden almak ancak Allah’a mahsustur’ derler. Buna benzer başka sözlerimiz de var. ‘Veren el alan elden üstündür’ derler.
Anadolu insanımızı hiç küçümsemeyin. Şirket kuranların, fabrikalarında binlerce çalışanı var. O, eğitime pek çoklarından daha fazla önem verendir. Cesaretle, ‘ben okuyamadım, bari başkaları okusun’ diyebilendir. ‘Arsasını gösterin, ben okul, yurt yapayım, bir yer bulun size Kardiyoloji binası yapayım’ diyebilendir.
Bu işler, böyle böyle olur. Vatandaş eskiden çeşme, cami yaptırırdı. Çeşme şimdi de yapılıyor, camileri de Diyanetimiz yaptırıyor. Şimdi vatandaşlar daha çok eğitim için binalar dikiyorlar.
Hep denildiği gibi, ‘bilim adamlığı bir meslek değil, bir yaşam biçimidir’. Toplumların yapısı, çoğunlukla statiktir. Gelişmelere birden ayak uydurmakta zorlanmalar olur. Üniversitenin yapısı ise, dinamiktir. Üniversiteye her yeni katılan, birden kaynayan kazana dalıvermiş gibi olur. Yıllar içinde kendine has olan diken ve prüzlerin giderek aşındığını ve çakıl taşı gibi düzeldiğini fark eder. Buna, ‘kendi taşını yontmak’ diyoruz.
Üniversitenin kendine has özelliğinden midir nedir, ‘içi beni, dışı seni yakar’. Bu nedenle üniversiteler ülkemizde, devamlı olarak göz bebeği ve cazibe merkezleri olmuşlardır. Kale benzeri bir yapıları vardır. Dışında kalanlar içerdekileri, içerdekiler de dışardakileri özler durur. Önemli olansa, üniversitedeki bilgi birikiminin o kaleden çıkıp topluma mal olmasıdır. İşte ancak o zaman gelişmiş bir toplum olabiliriz.
11 yorum
Esenlikler hemşerim kalemine sağlık
Tebrik ediyorum emeğinize kaleminize ve yüreğinize sağlık
Haldun’cuğum, vecih ifadelerinle güzel bir yazı olmuş.Tebrikler.Selamlar.
Haldun hocam, kısa ve öz; ayrıntıya girmeden, Türk Milli Eğitiminin zamana bağlı akışını gelişimini çok iyi derlemişin. Güzel bir anlatım, kısa cümlelerle okuyucuyu yormadan yazımın içine daldırıyorsun. Hocam tebrik ediyorum; emekliğin bu güzel yönü, yaptığı işi sevmen ve sevdirmen, ben sevdim gerisi diğer okuyucularının başına.
Tesbitlerim çok doğru. Üniversite temelinde bilim yapıyor ve kendisini devamlı geliştiriyor ise Üniversite özelliğini hakediyor denektir.
Kaleminize saglik hocam. Bunlari kulaklari duymayan duymak istemeyenlere de iletebilsek. Tesekkurler ileri icin.
Ben isimli yorum bana aittir. Otomatik doldumanın kurbanı oldum
Sizi kutluyorum sayın hocam böyle güncelliğini yitirmeyen üniversiteler konusundaki değerli görüşlerinize katılıyorum,sizi tekrar kutluyor devamını diliyorum
Teşekkürler Hocam, güzel ve doğru tespitler
Sayın Haldun hocam, çok güzel ifade etmişsiniz. Yüreğinize, emeğinize sağlık.
İnanılmaz güzel bir yazı.. Yüreğinize, emeğinize sağlık sevgili hocam,