İnsan ve toplumların yaşamlarında, yol almalarına yardım edecek bazı erdemler vardır; kanımca bunlardan birisi de özgüvendir. Bazen öğrencilerimize yeterli özgüveni veremediğimizi düşünüyorum.
Birçok öğretici gibi ben de öğrencilerimle konuşmaktan büyük keyif alırım. Bir buçuk milyon genç içinden seçilip gelen, her biri dünyanın başka yerlerinde eminim ki dahi sınıfında değer görecek gençler bunlar. Kim keyif almaz ki böyle genç insanlarla sohbetten. Hem zeki hem de donanımlı genç insanların varlığı, beni ülkemin geleceği adına mutlu ediyor. Ama eğitimin bir yerinde hata yapıyoruz! Aslında bunu hepimiz de biliyoruz. Genç hekim adayları hasta ile baş başa kalmaktan, yani hasta sorumluluğu almaktan ürküyor. Belki hepimiz aynı durumdaydık… Öğreticisini eleştirmekten de kendisini ifade etmekten de çekiniyor. Biraz üzerine giderseniz hemen geri çekilip savından vazgeçebiliyor. Bir görüşü ortaya koyup, kanıtlarla destekleyip, savunmakta güçlüğü var genç insanlarımızın. Bu kadar seçilerek gelen gençlerde böyle bir sorun varsa gerçekten düşünmeliyiz. Tanı ve tedavide hangimizin zaman zaman soruları olmaz ki? Bu bir özgüven sorununa dönüştüğü anda gerçekten büyük bir problem haline gelebilir. Eğer gençlerde bir özgüven sorunu varsa her birimizin kendimize “Ben ne yapıyorum?” sorusunu yöneltmesi gerekli. Belki ben yanılıyorum ama benim görüşüm bu yönde. Belki de biz öğretim üyeleri çok yetkeci bir tavır sergiliyor olabiliriz. Belki de tıp eğitiminin usta çırak öğreti şekli ile verilmesi, hem özgüven kırıcı hem de baskıcı bir tavır sergilememize yol açıyor olabilir. Mutlaka sorgulamamız gerekiyor. Bir diğer görüş de gençlerin tıp öğretimi öncesi özgüvenlerini yitirmiş olmalarıdır. Bu da olasılık dahilinde. Eğitimin tümüne yeniden eğilmek gerek o halde.
Üniversite eğitimi eğer özgüven veremezse bu nerede kazanılır? Erasmus öğrenci değişim programlarının batılı akranları karşısında özgüven kazanmakta çocuklarımıza çok yardımcı olduğunu düşünüyorum. Gençlerimize sürekli geri kalmış ülkenin geri kalmış insanları, muamelesi yapmaktan bir şekilde kurtulmalıyız. Bunlar benim sözlerim değil, öğrenciler böyle söylüyor. Onlar yaratıcı zekalarını besleyecek yaklaşımlar umut ediyorlar. Üniversitede, liseden farklı, daha akılcı ve sorgulayıcı yaklaşımlar bekliyorlar. Onları araştırma yapmaya yüreklendirecek, okumak ve öğrenmekten zevk alır hale getirecek rehberler istiyorlar.
Tıp eğitiminde köklü değişiklik yapan fakülteler olduğunu biliyorum, bunlardan birisi de benim fakültem. Eğitimcilere yönelik verilen “eğitimci eğitimleri” ve diğerleri gerçekten önemli atlama taşları. Ama yetmez! Bir toplumsal değişim süreci bizi beklemektedir, belki de bir tünelden farkına bile varmaksızın usul usul geçiyoruz. Her şey birbirine sıkıca bağlı, bir öğretim üyesi sokaktaki çöpçüyü etkileyebileceği gibi, mahallenin fırıncısı da pekala bir akademisyenin düşünce şeklini değiştirebilir. Şunu söylemek istiyorum; akademisyen olarak öğrenecek çok şeyimiz var; eteğimizdeki taşı dökme zamanı. Öğrenciden beklentimiz asla sunduğumuzdan fazla olmamalı. Biz ne kadar özgüven sahibi isek onlar da o kadar özgüvene sahipler. Biz ne kadar yetkeci bir davranış modelinden uzaksak onlar da o kadar uzaklar.
Geleceğimizin aydınlık olması hepimizin dileği olduğuna göre, gençlere hak ettikleri değeri vermek durumundayız. Onlara samimiyet ile laubalilik, özgüven ile küstahlık, özgürlük ile başıboşluk kavramları arasındaki farkı göstermek bizim görevimiz. Üniversitelerin ve ülkemizin ne kadar özgür ve özgüvenli olacağı gençlere bağlı. Onlara güvenmek, desteklemek kanımca biz akademisyenlerin birincil görevi olmalı.
5
önceki yazı