Bu konunun çok geniş ve ehemmiyetli olduğunu daha önceki makalelerimde, kitaplarımda, konferanslarımda, resmî toplantılarımda, televizyon programlarımda, özellikle bu “Nörofilozofi” köşemde yazdığım yazılarımda sıklıkla dile getirmiş ve DPT Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı çerçevesinde, Yükseköğretim Özel İhtisas Komisyonu Başkan Vekili olarak, çok detaylı bir rapor (http://www3.kalkinma.gov.tr/DocObjects/Download/3218/oik550.pdf) hâlinde ilgili mercilere sunmuş olsam da bilimsel kriterler çerçevesinde, gerek üniversitelerimizin gerek tıp eğitimimizin ve gerekse hekimlerimizin, bilimselliğimize paralel olarak, uluslararası standartlardaki düzeyinin gitgide düşüş göstermesi sebebi ile konu üzerindeki kısa, fakat çekirdek çözüm önerilerimi bir kez daha, ilgililerin ve yetkililerin dikkatlerini çekmek ve bir katkı sağlamak gayesi ile bu makaleyi, biraz da sıra dışı olarak kaleme alıyorum.
Üniversiteler; devlet olsun vakıf olsun, eğitim ağırlıklı, araştırma ağırlıklı, branş ve tematik üniversiteler olarak yeni baştan organize edilmelidir. Gerekli sosyal, ekonomik, stratejik, coğrafi, ihtiyaç eksenli ilmi çalışma yapılmadan, çeşitli mülahazalarla üniversite ve fakülte açılmamalıdır. Hatta açılanlar bile uluslararası bilimsel standartlara ve ülke felsefesine uymadıkları takdirde kapatılmalıdır.
Lisans, master ve doktora dereceleri çok sık elenerek verilmelidir. Hele “DOKTORA”, akademik hayatın en önemli merhalesidir. Öyle ilmi kriterlere uymayan; eskiyi tekrar eden; intihal kokan, kopyacı; görüş, buluş ve yenilik getirmeyen; patent hakkına haiz görülmeyen; uluslararası katkısı olmayan uyduruk çalışmalar(!) “tez olarak” kabul edilmemelidir. İki günlük uzmana veya doktora sahibine yardımcı doçentlik(!) verilerek, “master ve doktora hocası” olarak atanmamalıdır.
Doktorası, doçent ve profesörlüğü şaibeli, lisan bilmeyen, yayın-araştırma hak getire(!) ve H-indeksi yerlerde sürünen, dünya ve/veya ülke çapında bilimsel tanınırlıktan vazgeçtik, kendisinden başka kimsece tanıyanı olmayanların değil rektör, dekan ve idareci olarak atanmaları, üniversitelerde, fakültelerde ve yükseköğretim kurumlarında barınmalarına müsaade edilmemelidir. Profesörlerin ilmi faaliyetleri bile belli sürelerle, adil, liyakatli, erdemli ve aklı başında kurullarca değerlendirilmeli, inaktif veya başarısız olanların jürilere girmesi engellenmeli, hatta üniversitelerle ilişiği kesilmelidir.
İhtisas, doktora, doçentlik ve profesörlük imtihan, değerlendirme ve unvan tevdii, merkezi sistemle, liyakati kurullarca belirlenen jürilerde hem pratik hem de teorik sınavla yapılmalıdır.
Üniversite dışında öğrenci yüzü görmemiş, ders anlatmasını bilmeyen, araştırma-asistan nedir bilmeyen, problem-vaka çözmemiş, riskli büyük ameliyat yapmamış kişilere; ilaç şirketlerinin ve alet, cihaz ve malzeme firmalarının harem ağası havalarında reklamlarını yapan, ciddiyetten uzak ve kendisinin de bihaber olduğu uyduruk yayınlarla, onun bunun ricası ile bazen de kuralları ihlal ederek özel hastanelerde, muayenehane tabelalarında ve kartvizitlerde kullanılması için unvan verilmemeli ve asla buna müracaat ve tevessüle bile müsaade edilmemelidir.
Özellikle doktora ve ihtisas sınavlarında başarısız olanlara bir iki yıl yeni bir süre verilmeli, tekrar başarısız olanların ihtisasları iptal edilmeli ve bu hakları geri alınmalıdır. Adayları ve öğrencileri sürekli başarısız olan ve belli bir seviyeyi aşamayan üniversite, fakülte, enstitü ve ana bilim dallarının ihtisas ve doktora verme yetkileri durdurulmalı veya iptal edilmeli, hocaları tekrar değerlendirmeye tabi tutulmalı, gerekirse daha da ağır şartlar getirilerek standartlardan ödün verilmemelidir.
Devlet, belli sayıda ve standartta araştırması, uluslararası bilime katkısı, yayınları, araştırma fonları, laboratuvarları, ilmi tanınırlığı ve mezun başarısı açısından, devlete veya vakfa ait bütün üniversiteleri ve fakülteleri periyodik, adil ve sıkı bir şekilde denetlemeli, belli bir düzeyin altında kalanları eğitim ve öğretimden lağvetmeli, menetmeli hatta kapatmalıdır.
Devlet tarafından, siyasi ve politik mülahazaların, ahbap çavuş, eş dost, arkadaş ilişkileri dışında mezun başarısı, bilim insanı ve öğrenci mübadelesi, atıf, yayın, impakt faktörü ve Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS)’ndaki muvaffakiyet oranları gibi reel ve ilmi kriterler çerçevesinde, tüm üniversite ve fakültelerin bilimsel başarı sıralamaları her yıl yayımlanarak, özellikle bazı vakıf üniversitelerinin -telefon mesajlarına kadar- sosyal medyayı kullanıp, sanal ve olmayan fiziki vaatlerle işportacı çığırtkanları gibi, “…tercih edenlere yüzde bilmem ne kadar burs, erken gelene…”(!) tarzındaki, cafcaflı ve boyalı reklamlarla, kurumların(!) haksız rekabetlerine hatta öğrencileri yalan-yanlış bilgilerle aldatmalarına müsaade edilmemelidir. Devlet, “serbest pazar ekonomisi” olsa da bu hususta da asla bilimsel veri, standart ve kriterlerden taviz vermemeli ve etik dışı faaliyetlere mani olmalı, cezai işlem uygulamalı, gerekirse faaliyetlerine son verilmelidir.
Gerek vakıf ve gerekse devlet üniversiteleri tıp fakültelerinin müfredatlarında yeknesaklık sağlanmalı; öğretim üyelerinin verdikleri dersler, yaptırdıkları staj ve pratikler saatlerine ve dağılımına kadar, tarafsız, Allah’tan korkan, adil ve liyakatli kişiler ve/veya kurullarca denetlenmeli; belli sınıflarda belli yerlerde, merkezi sınavlar yapılarak bütün tıp öğrencilerinin seviyeleri belirlenmeli; “eleme sistemi” getirilmeli; intörn mubadelesi ile farklı kliniklerin eğitim ve öğretime katkılarına fırsat verilmeli; öğrencilerin, stajyerlerin, intörnlerin özellikle pratik, hasta muayenesi, damar açma, idrar kateteri takma, doğum yaptırma, acil müdahale, entübasyon, resüsitasyon, reanimasyon, mide sondası koyma, yara dikme, apse açma, reçete yazma, pansuman, tuşe, adli-idari rapor yazma, velhasıl bu “olmazsa olmaz” hususlarda uygulaması-yapması gereken standart sayılara ulaşmaları için, ne surette olursa olsun hiç bir fedakârlıktan kaçınılmamalıdır.
Yetişen hekimlerin, mutlaka “MERKEZİ DİPLOMA SINAVI”na tabi tutulmaları ya da “TUS” modifiye edilerek, belki “pratik” bölüm de ilave edilerek, belirli bir barajı aşamayanların yeniden belli bir süre eğitime tabi tutulmaları, bu hekimlerin mezun oldukları üniversite ve fakültelerin dikkatlerinin çekilmesi, uyarılması ve hatta ana bilim dallarına ve öğretim üyelerine kadar yaptırım uygulanması ve cezalandırılması ile doktorların belli bir düzeyde bilgi ve tecrübe birikimine sahip olmaları ve insanlığa-hastalara faydalı olabilmeleri sağlanacaktır.
Aksi takdirde yakınını, anasını, babasını, kendisini… hastalandığı durumlarda, acil bir ihtiyaçta beraber eğitim ve öğretim görerek mezun olduğu hekim arkadaşına teslim etmekten korkan ve kaçınan doktor mezun etmekten kurtulamayız!
“TUS DERSANELERİ”ne öğrencilerini yönlendiren üniversite ve tıp fakültelerinin durumları yeniden gözden geçirilmeli ve esas görevlerinin “iyi hekim yetiştirmek, akademik çalışma ve yayın yapmak” olduğu hakikatini hatırlatacak ciddi yaptırımlarla, devlet otoritesi katiyetle sağlanmalıdır.
Bu hususlardaki problemleri aynı minval üzere dile getiren birkaç kaynağı da burada zikretmekte fayda mülahaza ediyorum.
Sungur A. Tıp eğitimindeki çıkmazlardan biri: fakülte yönetimi ile hastane yönetimi ikilemi. Tıp Eğitimi Dünyası; 2016;46:14-8.
Kapıcıoğlu MİS. Eğitim ve araştırma hastanelerinin bugünü ve geleceği. Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi 2011;20:20-3.
Öztürk R. Tıp ve diğer sağlık bilimleri eğitimi alanında önemli sorunlar ve çözüm önerileri. http://www.sdplatform.com/Yazilar/Kose-Yazilari/336/Tip-ve-diger-saglik-bilimleri-egitimi-alaninda-onemli-sorunlar-ve-cozum-onerileri.aspx
Türk Tabipleri Birliği Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitimi 2010 Yılı Raporu. https://www.ttb.org.tr/kutuphane/mote_2010.pdf
Kebapçılar L ve Akreditasyon Özdeğerlendirme Kurulu 2. Çalışma Grubu. Genel Tıp Dergisi 2013;23(Ek 1):22-3.
https://www.medimagazin.com.tr/guncel/genel/tr-vakif-universiteleri-tip-fakulteleri-ve-tip-egitiminde-durum-11-681-75254.html
https://www.medimagazin.com.tr/guncel/genel/tr-bir-docent-bir-urun-11-681-75266.html
Hulâsa-i kelâm, çok acil bir âkil, adil ve liyakatli “ÜNİVERSİTE REFORMU”na ihtiyaç vardır. İnşallah, özellikle devlet yöneticileri, Sağlık Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu ve ilgililer bunları dikkate alır ve gerekli düzenlemeleri yaparlar. Ben, bana düşeni yapayım da yarın Hakk’ın divanında, görevini yapmış olmanın huzuru ile alnım açık olsun, mahcup olmayayım.
Haaa…
Üç kuruş maaşa çalıştırıldığı hâlde “paragöz” damgası yiyen performans mağduru, “stratejik personel” diyerek birini Mağrib’e, diğerini Meşrik’e mecburi ikamete(!) mahkȗm edip aileleri parçalayan, mecburi hizmetini bitirdiği hâlde yine de ailesiyle birlikte aynı şehirde-ilçede çalışmasına müsaade edilmeyen, en basit devlet memurlarına tanınan Anayasal bir hak olarak uygulanan “Eş Durumu”ndan mahrum bırakılan, her gün “mobbing”, tehdit, tazyif, tahkir, taciz, darp hatta intihar ve cinayet haberlerini duymaktan üzüntü, kahır ve haya ettiğimiz, emekliliklerinde yoksulluğa terk edilen, topluma “düşman olarak” belletilen, Allah’tan başka kimsesi olmayan ve sadece ona iltica eden sahipsiz hekim meslektaşlarımızın durumları ortada iken bu yazdıklarımızın ne önemi olabilir? Bunu da karilerimin aklıselimlerine tevdi ediyorum.
Çok taze bir rubaimizle soluklanalım.
Veznini de lütfen siz bulun artık!
GÖNÜL!
Tükenmez mi senin derdin, neden uslanmadın hâlâ,
Kıyametler koparmak, hiç yakışmaz bunca vâveylâ,
Ömür bitmiş, nefes yetmez, bırak, vaz geç şikâyetten,
Bu Âlemden gider oldun, niçin aklında hep Leylâ.