Önceki yazılarımda, üniversiteler için ‘olmazsa olmazlar’ olarak şunları saymıştım: İdari özerklik, akademik özerklik, mali özerklik ve sosyal özerklik. Bu yazımda da, özerkliklerin beşincisi olarak ‘bilimsel özerklik’ ten bahsedeceğim.
Bilim insanları genelde kafasına buyruk yapıdadırlar. Giyim, kıyafet, ayakkabı, saç sakal, mesai saatleri, çoğu zaman onların umurlarında bile olmaz. Kafaları genelde karışık ve devamlı olarak düşünceler içindedir. Günlük dedikodularla pek ilgilenmezler. Dağınıktırlar, düzenli değiller, daha seyrek ya da fırsat buldukça banyo yaparlar. Tek düşünceleri, bilimsel açıdan kafalarında oluşturdukları sorulara yine bilimsel olarak yanıtlar aramaktır. Tek dertleri araştırmaları için maddi manevi destek, finansal kaynak, alet, cihaz, araç, sarf malzemesi, yer mekan ve personel yaratılması işlerine ve bilimsel çalışmalarına karışılmamasıdır.
Araştırma isteği çoğu zaman bilim insanının akademik merakından, bazen de endüstriden gelir. ‘Bilimsel merak ve araştırmalar ille de üniversitelerde olur ve olmalıdır’ cümlesine ben dahil pek çoğumuz karşı çıkarlar. O merak, sanayideki çırakta da, köydeki çobanda da olabilir. Ülkemizde, üniversite ve endüstri çoğu zaman ayrı tellerden çalarlar. Birlikte bir üretim yaptıklarına nadiren tanık olursunuz. İşin doğrusu, bilim insanının endüstriye ne kadar ihtiyacı varsa endüstrinin de bilime o kadar ihtiyacı vardır.
Aslında en meraklı canlı hangisidir diye sorulsa, kediler ilk başlarda gelirler. Ses, koku ve harekete karşı daima alarm halindedirler. Her gördüklerine meraklı gözlerle bakarlar. Devamlı olarak etrafta gözlem yaparlar. Koklayıp dokunurlar ve yeni gördükleri bir şey hakkında kanaat oluşturmaya çalışırlar. Yabancıların, ‘merak kediyi öldürür’ sözü boşuna değildir. Gerçek bilim insanları da, aslında birer kedi gibidir. Onlar da aynen kediler gibi devamlı olarak etraflarına bakarak gözlem yaparlar.
Dünyadaki gelişmelerin çoğunluğu ya da en azından bir kısmı ihtiyaçlardan çıkmıştır denilebilir. Örneğin, ilk yıllarda imal edilen arabalarda geriyi gösteren dikiz aynaları bulunmazdı. Bu eksikliği ilk fark eden bir kadın sürücü olmuş, saçlarının arkasını görmek için kullandığı cep aynasını kullanılmaya başlamış ve onun sayesinde arabalara dikiz aynaları ve yan aynalar konulmaya başlanmıştır.
Orta Çağ İtalya’sında doktorlar ve sanatçılar, birlikte anatomik direksiyon yapmak için mezarlıktan çıkardıkları yeni defnedilmiş cesetleri gece karanlığında bir kayıkla kanallardan geçirerek, kimselere görünmeden kanaldan binaya sokup mum ışığında anatomi çalışırlarmış. Bir baskın halinde de, yine binanın altındaki kanalda bekleyen kayığa atıp kaçırırlarmış. O dönemlerde papalık ve kilise çok güçlü olduğundan yakalananlar ölümle cezalandırılırmış. O, hayranlıkla izlediğiniz Rönesans tabloları, heykeller, anatomik eskizler ve bilimsel anatomik çizimler ancak bu sayede yapılabilmiştir. Avrupa’da bilim ve sanat, çoğunlukla el ele ve yasak tanımazlığıyla gelişebilmiştir. Kadavrasızlıktan yakınan anatomi hocalarımızın kulakları çınlasın.
Daha bir araştırmaya başlarken, çalışmalar birden ortalığa saçılırsa yasaklar da birer ikişer karşınıza dikilirler. O yasak, bu yasak, şu toplumumuza, şu dinimize, şu ahlaka, bu kanunlarımıza, şu matematiğe, şu fiziğe, şu da kimyaya aykırı. İşte bu yüzden bilim insanları, başlangıçta çalışmalarını daima gizli tutarlar. Belli bir düzeye ulaşınca da, etik kurullardan izin alınma işlemleri devreye girer.
Bilim insanları, siste yolunu bulmaya çalışanlar gibidir. Doğru yolu araştıra araştıra, yanıla yanıla, gerçekleri sora sora bulurlar. Bazen duvarlara toslarlar, bazen düz yolda kaybolur, bazen uçurumdan yuvarlanırlar. Bazen patlamalar olur, bazen yangınlar. Her musibetten dersler alırlar. Başkalarının izinden, bir bilinene doğru gidiliyorsa zaten o çalışma ‘ben de yaptım çalışmasından’ başka bir şey değildir.
Bilim insanları rekabeti sever, kıskançtırlar. Hatta, yerine göre egoist, megaloman, mazoşist hatta narsist dahi olabilirler. Dünyada, ‘bilimsel hırsızlık’ diye bir kavram var. Orada burada, uluorta konuşursanız fikirlerinizi de, araştırmalarınızı da çalabilirler. Günümüzde, endüstriyel casusluk inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Sizde olmayanlar alet, cihaz, laboratuvar ve maddi imkanlar eğer başkalarında varsa fikrinizi, çalışmalarınızı ve araştırmalarınızı çalıp araştırmaya siz olmadan da, çok geniş imkanlarla devam edebilirler. Bir şey bulduklarında da, kendi buluşları şeklinde lanse ederler. Eğer yarı yolda tıkanıp kalırlarsa, geriye dönüp ilk araştıranları gözlemeye devam ederler, ya da o araştırmacıları alıp kendi çalışmalarının başına geçirirler. Endüstri bir kez koku almaya görsün, hele de sonunda kazanç ve para varsa.
Boşuna mı yazılıp çiziliyor bilimsel özerklik, üniversite özerkliği diye. Üniversitelerde bilimsel ve akademik özerklik işte bunun için ve her zaman var olmalıdır.
5 yorum
Sevgili Haldun, tüm zamanları içine alabilecek güzel ve her bilgi düzeyindeki kişilerce anlaşılabilecek bir dille yazılmış yazını okudum. Ne var ki dün oldugu bugün de anlamakla yapmak aynı şey değil, yarın da olmayacak. Araya siyasî, dinî, kültürel parametreler girecek.
Yazınız beni 49 sene öncesi 1972 yılına attı. Organ nakli yasasının dinî kaygılarla çıkarılmadığı o yılllarda kornea nakli için taze ölü gözü çıkarmak için adını unuttuğum 2 göz asistanı ile birlikte gece yarısı Ankara Asrî mezarlığına sözde gizli ama mezarlık görevlilerinin bildiği danışıklı dövüş göz çıkarma operasyonunda erketelik yaptığımı hatırladım.
Selam ve sevgiler.
Sevgili Prof.De Haldun Güner abimle dostluğumuz 32 sene öncesine dayanırKendisi gerçek bir bilim adamı , aydın , yol göstericidir. Kalemi de kişiliği gibi çok güçlüdür Bu yaIsı da ayrı bir harika . Nadi Günal
Kaleminize sağlık değerli hocam
Buluş açısından kadınlara da vurgu yapan içeriği çok beğendim. Teşekkürler sevgili hocam.
Haldun hocam, yazıların ve mesajların çok açık ve net sizin nazik üslubunuzla kaleme alınmış. Umudum ilgilere de ulaşmasıdır. Emeğinize sağlık. Saygı ve selamlarımla.