Aslında çoktandır içten içe beni kemiren bu konuda yazmak istememe rağmen, meslektaşlarımızın maruz kaldıkları, izan, insaf ve aklıselim sahibi insanların razı olmadıkları ve isyan ettikleri haksızlıklar hususunda makale yazma telaşında olduğumdan, erteleyip duruyordum. Yakın bir zaman önce Medimagazin’de çıkan "Akademisyenler yabancı dil sınavından çaktı" haberi beni tetikledi ve bu yazıyı yazmama vesile oldu.
Söz konusu habere göre, son yapılan Yabancı Dil Sınavı (YDS)’na akademisyenler ve tıpta uzmanlık için aday olan 298 bin kişi katılmış ve bunların 220 bini, baraj puanı olan 50’nin altında kalmış. Genel sınav başarısı ise yüzde 30 civarında olarak belirtiliyordu. Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamındaki adayların dahi başarı oranları çok düşükmüş. Bu nedenle de, YÖK Başkanının durumu ÖSYM Başkanı ile görüşerek masaya yatırdığı ifade ediliyordu. Halen üniversitelerimizde görev yapan, özellikle bazı hocaların(!) yabancı dil bilgilerinin ne zaman masaya yatırılacağını da merak etmiyor değilim.
Bu arada, dil öğrenmek için mutlaka kişisel ve milli ekonomiye yük getirecek büyük masraflar yaparak, yabancı ülkelere gidip gelmek gerektiği inancında değilim. Nerede olursa olsun azim, hırs, sebat, istikrar ve gayret ile üstesinden gelinemeyecek hiçbir husus yoktur. Yeter ki, hedefimizi belirleyebilme ve o yolda yürüyebilme erdem ve hasletine sahip olalım.
Her zaman, her seviyede uluslararası iş birliğinde olması gereken ve ilmi itibarın en önemli ölçütlerinden biri olan bu faaliyetlerin sürdürülebilmesi için, üniversite üst düzey yöneticilerinin tayin ve atamalarında yabancı dil konusunun da çok dikkate alındığına inanmak istiyorum(!).
Hay Allah! Tam da bu esnada, neden bilemiyorum ama, BÎDİL-İ AFGANΔden Farsça bir beyit geldi aklıma. Güncel tabir ile paylaşmak istedim.
"Rûzigâr ez rûz-i evvel sülfe-perver bûde est
Zan sebeb engoşt-i kûçek sâhib-i engoşterest."
[Zaman, ta başından beri liyakatsiz olanları taltif ediyor, taçlandırıyor. Aynen şunun gibi ki, beş parmağımız içinde sadece dıştan ikinci parmak kendi başına bir iş yapamaz, verimsiz ve başarısızdır. Ama gel gör ki, yüzük de o parmağa takılır.]
Okuryazar olmak, tabii ki her insan için gerekli ve önemlidir. Her kesim için okuryazarlık kavramı da, yine takdir edersiniz ki, farklılık arz etmesi lazım gelir. Zira bir çiftçinin, bir esnafın ya da sıradan bir insanın okuryazar olması ile insanlığın ve bilimin müreffeh istikbalinin yükünü taşımak ve sorumluluğunda olmak gibi bir görevi deruhte eden üniversite camiası ve bilim adamlarının okuryazarlık ölçütleri çok farklıdır.
Öğretim üyeleri ve elemanlarının okuryazarlık seviyeleri, kendi ana dilleri bir yana, en az bir yabancı dilde, okuma, okuduğunu anlama, tez ve düşüncelerini hem sözlü hem de yazılı olarak ifade edebilme, soru sorabilme, kendisine sorulan sorulara cevap verebilme ve tartışabilme düzeyi ile doğru orantılıdır.
Halen dünyada iletişim ve bilim dilinin İngilizce olduğunu ve hegemonyasını sürdürdüğünü inkâr etmek mümkün değildir. Ana dilde eğitimin ehemmiyetini de asla göz ardı etmemeliyiz. Ancak, yabancı dili de, sosyal, ekonomik, politik, siyasi, diplomatik ve ilmi platformda bir amaç değil bir araç olarak kabul etmeli ve ona göre bir strateji tayin ve takip etmeliyiz. Günümüzde, her şey bir yana, bilim ve teknoloji serüveninden kopmamak ve bu sürece katkıda bulunabilmek için İngilizce şarttır.
İşte üniversitelerde okuryazar olmak, bütün bu sebeplerden dolayı, daha başka bir keyfiyet arz eder. Zira burun kıvırdığımız Arap Dünyası, Hindistan, Pakistan ve Afrika Ülkelerindeki öğretim üyelerinin bile bu husustaki problemlerini çoktan hallettiklerine şahit oluyoruz.
Oysaki bizim üniversitelerimizden bir şekilde katıldıkları uluslararası ilmi toplantılarda unvanına sığınarak medet ve hürmet uman, kerameti kendinden menkul nicelerinin, tebliğ sunmak, konferans vermek şöyle dursun, ona da bir şeyler sorabilirler, konuyu ve soruyu anlayamayabilirler ve cevap veremeyebilirler korku ve endişesi ile ortalarda gözükmediklerini ya da konferans salonlarının arka koltuklarını kendilerine mekân tuttuklarını çok gördük.
İçimden bir ses bana, "Bırak yabancı dili de, kendi ana dillerinde okusa, yazsa, konuşsalar ya!" diye seslenmez mi!
Neyse…
HİCRAN’dan bir rubai ile Cânım Hicran’ım Nefes’lensin.
(HİCRAN, Rubâiler, İsmail Hakkı AYDIN, Öteki Adam Yayınları, Barış Matbaası, Sayfa;41, İstanbul, 2013.)
YEDİ KAT GÖK PERVANE
Ruhum el pençe divan durmuş, Sana âmâde,
Bülbül mahzun, dîvâne, Ben bîçâre üftâde,
Fezâda seyyâreler hep, "Sen, Sen", diye döner.
Yedi kat gök pervane, cümlesinden ziyâde.