Üniversiteyi bilimsel yönüyle yönetenlerin, gelişmiş ülkelerde en çok dikkat ettikleri konu “bilim üretmek” ve ürettikleri bilimsel bilgiyi ihraç etmektir. Tüm gelişmiş, çağdaş ülkeler gelişme ve değişme süreçlerinin dinamiklerini ürettikleri bilimin ürünlerini ihraç ederek yenilemektedirler.
Unutulmaması gereken, ülkemiz için tekrarlarsak hatırlanması gereken konu, ihraç edilen bilimin ürettiği ürünlerin olduğudur; yöntemler değil!
Herkesin anlayacağı bir dille söylersek, gelişmiş ülkeler üniversitelerinde ürettikleri bilimin ürünlerini satarak, gelişmekte olan ya da geri kalmış ülkelerin insanlarına, “balık ihraç etmektedirler”. Çünkü balık tutmanın yöntemi satılamaz; satılabilse bile satılmaz!
“Balık tutmanın yöntemi” yaparak öğrenmek ve yaptırarak öğretmekten geçiyor. Gelişmiş ülkeler, bu yöntemi geleneksel hale getirebilmek için yüzyıllarını vermişlerdir.
İşte altı çizilmesi gereken en önemli konu bu yüzyılların ihraç edilemeyeceğinin anlaşılmasıdır.
Düşünce, akıl, düşünen akıl, sabır, istikrar, gözlem, araştırma, doğru, yanlış kavramlarının yüzyıllarca tez-antitez-sentez diyalektiği ile nesilden nesile gelişerek geçen bilim felsefesinin bu görünmeyen ama yaşanan akışı, çağdaş bilimin iç dinamiklerini oluşturmuştur.
Bizler, kendi bulunduğumuz coğrafyanın ve tarihsel sürecin hazırladığı toplumsal yapılanmanın şekillendirdiği, çağdaş olması gereken, bilim üretme merkezleri olan üniversitelerimizde, ithal edilemeyecek tek değerin “yöntem üretme” olduğunu artık anlamalıyız. Ve insanlığın ihtiyacı olan her nesnesin üretimi için, kendi değerlerimizin vazgeçilmez ortamında, çağımızın geldiği son aşamadaki durumunu da gözleyerek “yöntem üretme” sürecine girmeliyiz.
Artık anlamalıyız ki bize ihraç edilen bilim değildir, bilimin ürünleridir. Bilim, ancak “yöntem geliştirme” özgürlüğünü sağlayan ve de bağımsız, bilimsel ve evrensel düşünmeyi dünya görüşü olarak algılayanlara üretme iklimi sağlayan üniversitelerde kotarılabilir.
Bunun için de ülkemizde üniversite yasaları hazırlanırken, böyle bir atmosferi hedefleyen bir felsefe ile hazırlanmalıdırlar.
“İlmi siyaset” bunu öngörür.
Bu yaklaşım benimsenmediği durumda, ne uzayın derinlikleri, ne kök hücrenin arka planı ne de “nanoteknolojinin” yansımaları anlaşılabilir.
İlk keşfetmemiz ve uygulamamız gereken “yöntem”, üniversiteleri en küçük birimlerine kadar “özerk”leştirme yöntemi olmalıdır.
12 Eylül 1980’den beri geçen yıllar, bilimin dinamiği olan “yöntem geliştirme” değerini ezip geçen yıllar olmuştur.
Artık Cambridge, Oxford ve Harvard hayalleri ile değil, kendi gerçeklerimizle yaşayıp yöntem üretelim.