Ekim ayı içerisinde üniversitelerimiz birbiri peşi sıra açıldılar. Kimi açılışlar, Cumhurbaşkanı veya Meclis Başkanımızın katıldığı görkemli törenleriyle medyaya yansıdı. Rektörlerimizin açılış konuşmalarında ülke sorunları hakkındaki görüş, eleştiri ve önerilerini de dinleme fırsatı bulduk. Kuşkusuz üniversitelerin ülke sorunlarına bakışları, herkes tarafından dikkate alınması gereken görüşlerdir. Ülke sorunları, nedenleri ve çözüm önerileri hakkında çalışmalar yapmak, sonuçlarını kamuoyuyla ve yetkililerle paylaşmak, üniversitelerin misyonları ve toplumsal sorumluluklarının gereğidir.
Ancak, üniversiteler bir taraftan ülke sorunlarıyla ilgilenirken, diğer taraftan da kendilerini de tartışmak durumundadırlar. Ülkemizdeki üniversiteler, öncelikle olması gerektiği yerde midir? Nerede olmayı hedeflemektedirler? Bu hedeflere varmak için kısa ve uzun vadeli planları nedir? Bu tartışmaya katkıda bulunabilmek amacıyla üniversitenin misyonuyla ilgili düşüncelerimi yazmak istedim.
Üniversiteler, öncelikle bilimin üretildiği ünitelerdir. Bu bağlamda üniversiteler, her türlü statükodan bağımsız olarak, sadece bilimin evrensel ilke ve yöntemleriyle kendilerini sınırlayarak, her türlü düşüncenin, hipotezin, teorinin tartışıldığı, araştırıldığı özgür platformlar olmak durumundadırlar. Üniversiteler, belirli inançların, ideolojilerin bağnazlığından; etnik, coğrafi ve kültürel kalıplardan sıyrılıp, özgürce sorgulayan, tartışan, eleştiren ve öneren kurumlar olmalıdır. Bilim adamının zihninde tartışılmaz alanlar yoktur. Bilim, en aykırı düşüncelerin denenip test edilmesiyle gelişir. Farklı düşünemeyenler, mevcudu sorgulayamayanlar, hep “literatürle uyumlu” sonuçlar elde edenler, bilime ve insanlığa artı değer katamazlar. Statükoya karşı “Dünya dönüyor” diyebilenler sayesinde bilim ve insanlık gelişmiştir. Bilimsel gelişme, elindekini savunma refleksiyle değil, sorgulama, eleştirme, yanlışlama üzerinden elde edilebilir.
Üniversiteler, bilimin paylaşıldığı platformlardır. Bilim, insanlığın ortak kazanımıdır. Nerede ve kimin tarafından üretilirse üretilsin, geçerliliği test edilip onaylanmış her bilimsel bilgi üniversitede kabul görür, benimsenir ve öğretilir. Ta ki, aksi kanıtlanıncaya kadar. Hiçbir bilimsel bilgi tabulaştırılmaz. Bilimsel bilginin temel özelliği, tartışılabilir ve yanlışlanabilir olmasıdır. Bugün için bilimsel bir problemi açıklayan veya rasyonel bir soruya cevap veren bilimsel bir izah, yarın daha makul ve daha tutarlı bir başkası ortaya atılınca terk edilir. Daha somut olarak ifade edecek olursak, örneğin bugün için çok yaygın uygulanan bir tıbbi tedavi, yarın terk edilebilir. Bilim, her an için gelişen, değişen ve dönüşen bir karaktere sahiptir. Bilimsel platform, sözünden dönmemenin erdem sayıldığı bir alan değildir. “Dün öyle olduğunu düşünüyordum. Ama bugün elimde daha farklı veriler var. Farklı ölçümler ve bulgular mevcut. Bunlara dayanarak, bugün dünden farklı düşünüyorum” demenin, aşağılayıcı anlamda “döneklik” kabul edilmediği bir kültürdür. Bilimsel bir sonuç veya veri, “başkaları” ya da “diğeri” tarafından üretildiği için reddedilmediği gibi; “bizim” tarafımızdan üretildiği ve “bize” ait olduğu için de kutsanamaz. Bilimsel bilginin kabul veya redd edilmesi feodal reflekslerle değil, bilimsel normlara göredir. Bilimsel veriler, her ölçülen evren için değişkenlik gösterebilir. Ancak, bilimsel ilke ve yöntemlerde “bize özgü” değişiklikler yapılamaz. Bilimsel standartları kendimize göre eğip bükemeyiz.
Üniversitelerin bu evrensel ve bağımsız karakteri, onları köken aldıkları toplumdan ve toplumun değerlerinden soyutlar mı? Hayır. Üniversiteler havanda su dövülen mekanlar olmamalıdır. Her üniversite, kendisini finanse eden toplumun ihtiyaçlarını ve yararını gözeterek bilim üretmelidir. İlke ve yöntemler evrenseldir. Ama, üniversitede üretilen bilim, gerçekleştirilen projeler, öncelikle kendi toplumunun ve genelde tüm insanlığın sorunlarını anlama veya çözmeye odaklanmalıdır. Üniversitelerde, “Onu üreten akademisyenlerin kariyerine yardımcı olmak dışında hiç kimsenin işine yaramayan” bilimsel projelere ayrılan kaynaklar, toplum için de insanlık için de bir kayıptır. Bilim adamları, bir konuyu araştırmaya karar verirken, elde edeceği sonuçların olası yararlarını ön görerek işe başlar. Bir bilimsel proje, herhangi bir sponsor tarafından desteklenirken, o projeden, kurumun, toplumun ve insanlığın beklediği yarar dikkate alınır. Eğer üniversitelerde her yıl gerçekleştirilen yüzlerce proje ve yayınlanan binlerce bilimsel makale, topluma, ülkeye artı değer katmıyorsa, üniversiteleri vergileriyle ayakta tutan halkın refahına, mutluluğuna hizmet etmiyorsa bir sorun var demektir.
Üniversiteler, toplumun önünde olmalıdırlar. Akademisyenler, kampüsün konforlu ikliminde asude bir hayat sürdürmenin yanında, topluma karışmalı, bilgi ve birikimini halkıyla paylaşmalı, kendi alanında toplumsal hareketleri başlatmalı ve yönetmelidirler. Örneğin bir ziraat fakültesi, o ildeki tarım politikalarından, çiftçilerin sorunlarından, ziraat odalarından veya kooperatiflerinden habersiz olmamalıdır. Pratiğe aktarılamayan, uygulanmayan, günlük yaşama geçirilemeyen teorik bilimsel tartışmalar, bir ülkeyi ne kadar kalkındırabilir? Akademisyenler, bilimsel bilgiyi halkın diliyle ifade edebilme becerisine de sahip olmalıdırlar. Bir akademisyenin hedef kitlesi, sadece öğrencileri veya fakülte/dernek dergisini okuyan sınırlı sayıda meslektaşı olmamalıdır. Onun bilgisine, deneyimine, birikimine gereksinim duyan toplumdaki kişilere de sesini duyurabilmelidir. Bunlar arasında öncelikle, bilimsel araştırmalar ve akademik tartışmalardan uzak, ama işin pratiğini yürüten kampus dışında çalışan, kendi mesleğinin mensupları gelmelidir. Bu yaklaşım bilim adamını toplumsal sorumluluğudur.
Üniversiteler toplumun ihtiyacı olan, yarınlarımızı inşa edecek insan gücünü yetiştiren kurumlardır. Üniversiteler, ülkesinin maddi manevi zenginliklerinin farkında; çağdaş dünyanın değer ve hedeflerini bilen; mesleki bilgi ve becerisiyle dünyanın her yerinde kendini ifade edebilen; daima kendini, bilgi ve becerisini geliştirebilme alışkanlığı edinmiş; mesleği dışında da kesintisiz kişisel gelişimi sürdüren büyük hedefleri, hayalleri olan; risk alan, girişimci cesareti olan uzman profesyoneller yetiştirmelidirler.
Bu düşüncelerle üniversitelerimizin açılışını kutluyor ve tüm üniversite camiamız, ulusumuz ve insanlık için yeni eğitim öğretim yılının başarılı ve verimli geçmesini diliyorum.