Dünyanın çeşitli bağımsız organizasyonlarınca, zaman zaman bütün ülkelerdeki üniversiteler, belirli bazı standart kriterler dikkate alınarak değerlendirilmekte ve uluslararası ranking sıralamaları yayınlanmaktadır. Bizim üniversitelerimiz de, işlerine geldiği gibi, bu sıralamalardaki yerlerini, farklı kriter ve farklı açılardan değerlendirerek, kendilerine göre haklı(!) gerekçelerle, daha üst sıralara çıkarma gayretleri içerisine girmektedirler. Nereden bakılırsa bakılsın, hangi kriter dikkate alınırsa alınsın, halen üniversitelerimizin durumu yürekler acısıdır!
Zaten, bilim insanı sayısının iki elin parmaklarını geçmediğine inandığım üniversitelerimizde, kaç akademisyenin olduğunu bile tartışmak abesle iştigal olur düşüncesindeyim. Zaman zaman öz eleştiri yaparak şahsımı sorguluyorum da, her şeye rağmen, yetiştirdiklerimi, yaptıklarımı ve yazdıklarımı kâfi derecede bulmayıp, kendimi affedemiyorum.
Nereden, nasıl, hangi hocalardan(!) ve hangi üniversiteden(!) lisans, yüksek lisans ve doktora, hatta doçentlik ve profesörlük aldığı belli olmayan, kendilerini ispatlayamamış, kıyıda köşede kalmış, ezik, pasif, cesaretsiz, kendini ifade edemeyen, ne bildiğini ne de bilmediğini bilmeyen ve farkında olmayan, yabancı lisandan vazgeçtik, kendi ana dilini bile doğru dürüst konuşup yazamayan, bir yerde ekmek bulamamış, üniversiteleri geçim ve kazanç kapısı görenlerin, hayatlarında ciddi, güvenilir, bilimsel standartlara uygun, bilime, insanlığa, hayata ve kainata en ufak bir katkısı olan bir araştırması ve çalışması bulunmayanların, hangi kademede olursa olsun, rektör, dekan, bölüm başkanı, öğretim üyesi ve elemanı olarak kadroları doldurulan kuruluşların(!), adları her ne olursa olsun, hakikatte üniversite olmaya hakları yoktur.
Hiçbir alt yapı, coğrafi, kültürel, sosyal, ekonomik ve stratejik fizibilite çalışması yapılamadan, üniversiteyi sadece “Ekmek Kapısı” olarak gören “bizim mahallenin de bir üniversitesi, tıp fakültesi, hastanesi olsun, kapıcı, çaycı, hastabakıcı, şef, müdür, asistan, araştırma görevlisi, hoca, yönetici kadroları alalım, kasabamızın, köyümüzün iş bulamayan çocukları boşta kalmasın, bir ekmek kapısı olsun, devletin kasasına bir anahtar da biz uyduralım!” mantığı ile üniversite, fakülte, enstitü ve yüksek okul açılmamalıdır.
Kara para sahiplerinin geri zekalı çocuklarına kreş açar gibi, “bizim çocuğun da bir üniversite diploması olsun, çoktandır boşta gezenlere bir yerden bir diploma ve akademik paye uydurur, hoca(!) da olurlar” düşüncesi ve “para, para, daha çok para…” hırsı ile, ilmi ahlakı kapitalist felsefeye feda eden, paradan başka bir şeyi gözü görmeyen ebleh, tufeyli ve aşağılık kompleksli sömürgenlerin ihtiraslarına, insanlıktan nasibini almamışlara kapı açılmamalıdır! Bu mantıkla açılan kuruluşların, “üniversite” adını taşımaya hakları olmamalıdır.
Bu düşüncelerle denetimsiz üniversiteler açmaya devam eder, dünyadaki ilmi kriterleri görmezden gelir, ahbap-çavuş ilişkileri ile basit hesaplar peşinde koşarsak, Dünya Üniversiteler Sıralamasında, bugün olduğu gibi, değil Suudi Arabistan ve Mısır Üniversitelerinin gerisinde kalmak, Uganda’nın sırasını bile mumla arar duruma düşebiliriz.
Üniversiteler, vatan hainlerinin, din ve devrim yobazlarının, cemaatlerin, tarikatların, satılmışların, milletine ve insanına düşman olanların, milli değerlerine, devletine ve bayrağına küfredenlerin, ahlaksızların, zavallıların, hayatlarında “hiçbir kazmaya sap” olamamışların, giydiği cübbesinin hakkını veremeyenlerin, emekliliğini ve ölümünü pinekleyerek bekleyenlerin, bin yıl daha yaşamayı hedefleyebilecek kapasite ve mefkûreye sahip olmayanların yuvalandığı yer olmamalıdır!
Her ne surette olursa olsun, üniversiteler sadece ve sadece ekmek kapısı olarak görülmemelidir. Esas gaye, bilime, insanlığa ve hayata katkı sağlamak olmalıdır. Hayata katkı sağlamayan, en azından ülke ekonomisine, sağlık sektörüne, kültürüne, savunmasına, sanayisine ve güvenliğine katkısı olmayan, ve milletin sırtında yük ve memlekete külfet olan üniversiteler kapatılmalı, kadroları işgal eden vasıfsız, makale ve kitap yazmayan, araştırma yapmayan, devlet memuru kafası ile “ekmeğin özüne, güneşin gözüne” bakan, öğrenciye bir vizyon kazandıramayan, “hayata, insanlığa, ülkeme, üniversiteme, öğrencilerime ve bilime daha ne gibi katkılar yapabilirim…”den ziyade, yaş haddini bekleyerek emekliliğini planlayanların işlerine son, torunlarını sevmelerine fırsat verilmelidir.
Bütün bu açıklamalardan sonra, Netice-i Kelam; Âcilen, “1933 Üniversite Reformu”na benzer bir reforma ve Kanununa ihtiyaç vardır. “Mebzül Sahte Kreş”ler ilgâ edilip, “Sahte Hoca”lar, mecbûrî istirâhate sevk edilmeli ve “Üniversite” gibi 15-20 “Üniversite” kurulmalı, ve “Hoca” gibi “Hoca”lar istihdâm edilmelidir!
Vesselâm…
Yazdıklarımın dikkate alınması temennisi ile, Rubâiyyât-ı Bircis’den, mutad dışı, farklı bir vezindeki rubâimizle makalemizi bitirelim.
BİRCİS
— — • / • — — —/ — — • / • —
(Mef’ûlü, Mefâîlün, Mef’ûlü, Feûl)
Dert sâhibi bel bağlar hep saf terine,
Derman diye muhtaç kalmış neşterine,
“Bircis” diye “İsmâil Hakkī” olarak,
Nâmın yazılır âşıklar defterine.