Bilindiği gibi sağlık hizmet sunum politikaları genel politikalar çerçevesinde belirlenir ve coğrafi, sosyal, teknolojik unsurlardan etkilenerek ekonomik temeller bağlamında ve toplum gereksinmeleri doğrultusunda yön alır.
Toplum gereksinmeleri, girdileri kaynak yönetimleri ile sonuçlandırır. Bu sırada üniversiteler bilginin yaratılması, bilginin topluma aktarılması, bilginin toplumsal ve ekonomik yarara dönüştürülmesi gibi temel rolleri oynar.
Tıp fakülteleri ise araştırma, bilgi üretimi, nitelikli insan yetiştirme ve hizmet sunumu yapar. Bu sırada en büyük tehdit "akademik tıp" misyonunun ortadan kalkması ve araştırma ile eğitimin sağlık hizmetinin bir parçası olarak algılanmasıdır.
Türkiye’de yetkileri genişletilmiş rektörlerin yanı sıra, bina ve donanım mülkiyeti borç almak, bütçeyi amaçları doğrultusunda kullanmak, maaşları belirlemek, öğrenci harç seviyesini belirlemek gibi konularda tümüyle merkeze bağımlı, akademik yapıyı belirlemek, akademik personeli işe almak, işten çıkarmak, öğrenci kayıt sayısını belirlemek gibi konularda yarı özerk bir yapı mevcuttur. Meksika, Hollanda, Polonya, İngiltere, Avustralya, İrlanda, İsveç, Danimarka, Kore gibi pek çok ülke, üniversitelerdeki özerklik derecesinde Türkiye’nin çok önündedir.
Ayrıca, ülkemizde yükseköğrenim kurumlarına destek zayıftır. Lizbon kararlarına göre yükseköğrenime ayrılan pay GSYİH’nin %2’si olması gerekirken bu oran Türkiye’de %0.8 civarındadır. Aynı oran Amerika’da %3, Kore’de %2.8’dir. Bu konuda bizden daha şanslı ülkeler arasında Danimarka, Finlandiya, Kanada, İsveç, Japonya, İngiltere, Norveç gibi ülkelerin yanı sıra Kore, Şili, Slovakya, Yunanistan, Portekiz gibi ülkeler de bulunmaktadır.
1995’te devlet üniversitelerinin gelirlerinin %69’u devlet bütçesinden sağlanırken, 2005’te bu oran %57’ye düşmüştür. Bu durumda üniversitelerin ayakta durması döner sermaye gelirlerine bağımlı hale gelmiştir. Hemen tüm üniversitelerde döner sermaye gelirlerinin %80-90’ı tıp fakültesi hastanelerinden sağlanmaktadır. O halde üniversiteler stratejik hedefleri ne olursa olsun ekonomik kaynak yaratmak uğruna akademik etkinliklerini bir tarafa bırakacak ve özellikle tıp fakülteleri bizzat kaynak yaratan birimler olarak araştırma ve eğitimi bir kenara itecek ve müşteri odaklı sağlık kurumları haline dönüşecektir.
Bütün bu verilerin ışığında ulusal planlar ile eş güdümlü kurumsal planlar ve insan kaynakları yönetimi, yani insan gücü planlama, performans yönetimi, eğitim-geliştirme programları, çalışan ilişkileri ve hatta çatışma yönetimi bir hayaldir, sözcüklerden öte gidemez.