“Üniversitelerde hocaları nasıl tanırsınız?” diye sorsalar, ne cevap vereceksiniz bilemem. Genelde böyle soruları, mevtanın başındaki imam sorar cemaatine. Hep bir ağızdan yüksek sesle “İyi biliriz.” demek usul ve adettendir. Buradaki “iyi” aslında, çoklarının o kişiyi yakından bildiklerinden ya da kişinin gerçekten iyi insan olduğunu bildiklerinden değildir. Çoğunlukla, “Adet yerini bulsun.” kabilinden söylenen sözlerdir bunlar. Adam, hırsız, soysuz, adam yaralamış ya da öldürmüş bile olabilir. Kaçakçı ya da rüşvetçi olabilir, bu nedenle cezalar görmüş, içeride yatmış ya da yatmamış olabilir, bunlar orada hiç önemli değildir. Önemli olan, orada “İyi biliriz.” denilmesidir ve de hep beraber söylenilir.
Yukarıdaki soru ise tamamen farklı durumdakiler için soruluyor. Halen üniversitelerde öğretim üyeliği görevinde olan, bunun yanında eskiden idari görevlerde bulunmuş ya da şimdi idari görevleri olanlar için soruluyor.
“Bunları ne diye yazıyorsun?” diye sorabilirsiniz. “Niye mi yazıyorum?” Bakın anlatayım.
Efendim, yakın zamanda üniversitelerimizin bir kısmında rektörlük seçimleri yapıldı da, ondan yazıyorum. Neresinden bakarsanız, altı-yedi aylık bir propaganda süreci yaşadık da, ondan yazıyorum.
Rektörlüğe aday olanlar, doğal olarak olabildiğince çalışırlar. Her türlü iletişim aracından yararlanırlar. Kitap, dergi, broşür, internet ve cep telefonlarından iletileriyle kendi düşünce, görüş ve projelerini anlatırlar. Bizzat tek tek fakültelere, bölümlere, ana bilim dallarına giderek, yerinde toplantılar yaparlar. Hatta pek çok hocayı, bizzat odasında ziyaret ederler.
Bunun yanında, daha büyük topluluklara ileride yapacaklarını, projelerini hem sesli hem de görsel platformda anlatmak, olumlu iletişim atmosferi yaratmak hem de gövde gösterisi için yemekli toplantılar yaparlar.
Pek çok üniversitede olduğu gibi, seçim öncesinde bizde de oldu bu türden toplantılar. Hep aynı yerde, sosyal tesislerde yapılan bu türden toplantılara, yedi yüz ile bin kişi civarında katılımlar oldu. Bu nedenle, adaylar yüreklendi. “Benim şu kadar oyum var.” diye hesap yapanlar oldu.
Ben bu türden yemeklerin çoğuna katılmadım. Katılanlara sordum, “Toplantı nasıldı, kaç kişi katıldı?” diye. “Yedi yüz, sekiz yüz, hatta bin kişi vardı.” diye cevaplar aldım. Teyit etmek için, çalışan garsonlara sordum “Kaç kişi vardı?” diye, onlar da doğruladı duyduklarımı.
Ancak bir farkla, “Yemeklere hep aynı kişiler katılıyor hocam.” dediler.
İşte bu cevaptır, beni kara kara düşündüren. Be hocam, madem oy vermeyeceksin, her adayın toplantısına neden gidersin, adamı neden yanıltırsın? Yemekte bin kişi, sandıkta ise yüz kişi, işte bu olmuyor. Hepsi demeyelim, ama maalesef hocaların pek çoğu uyanık ve oportünist. Nasılsa biri kazanacak ya. “İşte, toplantısına da katıldım. Sana oy verdim der miyim, derim tabii, biter gider.”, “Hem yeni rektörün hışmından korunurum hem de gerekirse bir idari görev kaparım.” diyenler maalesef çoğunlukta.
Aday olan hoca, medeni cesaretle çıkmış, aday olmuş, ayağına kadar da gelmiş. Yapacaklarını bir bir anlatıyor, hocalarda tık yok. Yahu hiç mi onaylamadığınız projesi yok, şurası şöyle olsun demez mi insan, hiç mi beğenmediğiniz tarafı yok. Vardır da, hocalar duymazdan, görmezden gelirler.
Üniversitede hocalara her zaman üç maymunu oynamak nedense pek kolay geliyor. “Görmedim, duymadım, işitmedim.” Yazana, çizene, konuşana, bu yüzden üniversitelerde pek de iyi gözle bakmazlar. Hal böyle olunca da, o üniversiteye ve onun hocalarına ne derler, artık gerisini siz düşünün.