Evet, üniversitelerde demokrasi; ama nasıl? Üniversitelerde demokrasiden söz edebilmek için tek başına en çok oyu alan öğretim üyesinin yönetici (rektör, dekan, anabilim dalı başkanı) olarak atanması yeterli değildir. Seçmenleri atama ve seçmenlerin her türlü haklarını (kadro, ödenek, cihaz, eleman) elde edebilmeleri konusunda tek yetkili olan bir rektörün ya da bu rektörün açıkça desteklediği bir adayın en çok oy aldığı bir seçimde demokrasiden söz edilemez. Ülkemizde demokrasiyi savunarak aday olan, fakat atandıktan sonra bunu unutan birçok rektör bulunmaktadır. Üniversitelerdeki demokrasi sorunu en çok oy alma tartışmasından kurtarılarak tüm boyutları ile düşünülmelidir. Konunun birçok boyutu bulunmakla birlikte, bu boyutların en önemlilerinden biri de öğretim üyelerinin demokrasi kültürünü ne oranda içselleştirdiğidir.
Demokrasinin işleyebilmesi ve yerleşmesi için özgür irade kullanımı en çok oy almaktan çok daha önemli bir kavramdır. Özgür irade, öğretim üyesinin herhangi bir zorlama, dayatma ve zorunluluk olmadan oy kullanabilmesidir. Ülkemize bakıldığında hem özgür iradenin kullanılmasını engelleyen bir sistemin olduğu hem de öğretim üyelerinin özgür iradelerine sahip çıkmadıkları görülmektedir.
Üniversitelerde rektörlerin mevzuatın kendilerine verdiği yetkileri öğretim üyelerinin özgür iradeleri ile hareket etmelerini kısıtlayıcı biçimde kullandıkları sık görülmektedir. Fakat birçok öğretim üyesi de bu kısıtlayıcı tutuma karşı çıkmamakta ya da bu kısıtlayıcı tutumu olağan bir durum (hatta bir çeşit yönetici olmanın verdiği hak) olarak kabul etmektedir. Bunun örneklerinden biri anabilim dalı başkanlığı seçimleridir. Bir anabilim dalı başkanlığı seçiminde rektörün ya da dekanın yandaş olarak gördüğü ya da sözünden çıkmayacağını düşündüğü bir öğretim üyesinin anabilim dalında aday olmasını sağladığı ve böyle bir müdahale olmadığında öğretim üyelerinin oy vermeyi düşünmeyeceği bir kişiye oy verdiği çok sık görülmektedir. Öğretim üyelerinin özgür iradelerini kullanma haklarından vazgeçmeleri konusunda sayılabilecek diğer örnekler arasında yandaş olarak görülmeyen bir öğretim üyesinin yalnız bu nedenle bir bilimsel etkinliğe katılmasının engellenmesi, çeşitli kurullarda keyfi kararlar alınması, haksız soruşturmaların açılması, soruşturmacıların soruşturmayı rektörün istediği biçimde sonuçlandırması bulunmaktadır. Yöneticilerin bu tutumları karşısında asıl üzücü olan, bunlara diğer öğretim üyelerinin sessiz kalmaları, hatta alet olmaları ve idarenin işini kolaylaştırmalarıdır.
“Özgür iradeyle oy kullanılmayan yerlerde suçlu kimdir; sistem mi, yoksa özgür iradesini kullanma hakkına sahip çıkmayan öğretim üyeleri mi?” sorusunu yeniden düşünecek olursak, bu soruya verilecek yanıt ne yazık ki çok üzücüdür. Birçok öğretim üyesi sistemi bahane ederek demokrasiyi dinamitleyen tutum ve davranışlara karşı çıkmamakta, hatta bu tutum ve davranışların bir parçası olabilmektedir. Öğretim üyeleri erdemlere, değerlere ve etik kurallara sahip çıkmadığı sürece, getirilen sistem ne olursa olsun, üniversitelerde demokrasinin sağlıklı biçimde işlemesi mümkün değildir.