Tıp fakültesi olan bir üniversitede klinik branşlarda çalışan öğretim üyeleri hem öğretmen, hem araştırmacı, hem de doktor olmak üzere 3 görevi aynı anda yerine getirmektedir. Buna karşılık klinik öncesi birimlerde olanlar ile tıp fakültesi dışındaki üniversite öğretim üyeleri ise sadece 2 görev ile sorumludurlar.
Devlet hastanelerinden eğitim hastanelerinde çalışan hekimler 2 görev yaparken, diğer hastanelerde çalışanlar ise sadece hekimlik görevini yapmaktadırlar.
Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde full-time veya part-time ayırımı yapılmadan, çalışan tüm hekimler performansa dahil edilmiş, fakat uygulanan kat sayıları farklı tutulmuştur. Yine aynı hastanelerde belirli bir saatten önce ve sonra yapılan işlemler gibi bir ayırıma gidilmemiş ve mesai saati içinde yapılan tüm tıbbi işlemler performansa dahil edilmiştir. 22.9.2003 tarihli Medimagazin Gazetesi’nde yazdığım köşe yazısında Prim Sistemi’nin şu şekilde uygulanmasının sağlıklı ve hakça olacağını belirtmiştim:
“1) Kıdem ve kadro derecelerine göre sınıflandırma yanında,
2) Her grubun (Prof., Doç., Yard. Doç, Şef, Uzman, Asistan, Sağlık Teknisyeni, Sağlık Memuru, Hemşire, Ebe gibi) yapmakta olduğu günlük-aylık ve yıllık çalışmalarını (Yurtiçi-yurtdışı ders, araştırma, konferans, panelistlik, oturum başkanlığı, makale, vaka sunumu, editöre mektup, mesleki dernek yönetim kurulu üyeliği, bilimsel kongre-sempozyum organizasyonluğu, baktığı hasta sayısı, küçük-büyük ameliyat, aylık nöbet sayısı, adli rapor, otopsi, yaptığı laboratuvar çeşidi ve sayısı, pansuman, serum takma, iğne, yaptırılan doğum-kürtaj sayısı, çekilen röntgen filmi, yazılan rapor sayısı, EKG, EEG, EMG, Doppler, kateter anjiyografi, anjiyoplasti-stent takma, fizik tedavi uygulamaları, yoğun bakım kriterleri gibi) belirleyip bunların her çalışan için asgari sayılarını kurallara bağlamalı ve bu sayıların üstündeki fazla aktiviteleri primlendirmelidir. Ancak bu primlendirme kefesinin diğer kefesine de mutlaka çok ciddi denetleme mekanizmasını ve primlendirmeyi suistimali çok ağır (suistimal yaparak elde edilen haksız kazancın 50-100 misli, gerekirse hapis veya işten çıkarma gibi) ve affedilmeyecek şekilde cezalandırmayı koymalıdır”. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi primlendirme, belli bir iş hacmini aşmayı sağlayanın aştığı kadarki işleri için yapılmalıydı ve yapılan işin gelir-gider farkı olan net kâr üzerinden değerlendirilmeliydi.
Tıp fakültesi öğretim üyesinin sadece hekimlik aktivitesini performansa sokma, diğer araştırma ve eğitim aktivitelerini ise dahil etmeme yanlış olmuştur. Çünkü bu uygulama, tıp fakültelerini devlet hastanesi ile aynı kefeye koymuş olmaktadır.
Diğer bir garip uygulama, tıp fakültelerinde saat 14.00’ten sonra yapılan işlemlere performansın sınırlandırılması olmuştur. Böylesi bir zaman dilimi ayırmanın gerekçesini bir türlü çözemiyorum, mantıklı bir açıklama yapana da rastlayamadım. Bazı işlemlerin süresini denk getirmek mümkün olamayacağı gibi, acil kavramı göz ardı edilmiş, hastalık ve tedavide de zaman sınırlamasının olamayacağı ve tehlikeli sonuçlara yol açabileceği ihmal edilmiştir. Hekimlerin, toplumdaki konumlarına uygun bir gelir düzeyleri olmadığından, her tıbbi işlemin performansa dahil edilmesi yöntemi, bazı hekimlerde tamahkârlığa yol açabileceği gibi, tıp fakültelerinde zaman diliminin belirtilmesi ise işlerin aksaması tehlikesini taşımaktadır. Tıp fakültelerinde saat 14.00’ten sonrasındaki işlemlerin performansa dahil edilmesi uygulaması, part-time çalışanlara büyük bir haksızlığa neden olmakta ve full-time çalışanları “Tabelasız muayenehane çalışanı” konumuna sokmaktadır. YÖK Yasası’nın 36’ıncı maddesi devamlı statüde çalışan öğretim üyesini “bütün mesailerini üniversite ile ilgili çalışmalara hasrederler” olarak tanımlamaktadır. Bu tanımlama ise saat 14.00’ten sonrasını özel performansa ayırma ile çelişmektedir.
Aynı maddede kısmi statüde çalışan öğretim üyesinin üniversitede en az 20 saat bulunmasını istemekte, fakat “Tazminat, yan ödeme, herhangi bir ek ücret ve döner sermaye gelirlerinden ücret ve ödenek alamazlar” diyerek, üniversiteye sağladıkları gelir ve katkılardan mahrum bırakmaktadır. Bu mahrum bırakma, hem 58’inci madde ile, hem de Sağlık Bakanlığı’ndaki part-time çalışan hekim hakları ile çelişmektedir. Çünkü 58’inci madde “araştırma veya uygulama birimi veya bölümü ile ilgili öğretim üyelerinin katkısıyla toplanan döner sermaye gelirlerinin araç-gereç, araştırma ve diğer ihtiyaçlarına, araştırma fonuna ve birimde görevli öğretim elemanları ve aynı birimde görevli 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi personel arasında paylaştırılır” demektedir. Bu deyiş paralelinde birimde çalışan tüm öğretim elemanları döner sermayeye katkı sağladıkları halde, part-time çalışanlar sağladıkları katkılardan mahrum edilmekte, diğer bir ifade ile hakları gasp edilmektedir. Çünkü saat 14.00’e kadar hem devamlı, hem de kısmi statüdeki öğretim üyeleri eşit oranda katkı sağlamaktadırlar.
Halbuki aynı statüde çalışan ve eğitim hastanelerinde sadece 2 görev, diğer hastanelerde ise sadece bir görev sorumluluğu olan devlet hastanesi hekimlerinde böyle bir hak gaspı bulunmamakta ve part-time çalışan hekimler de katkılarına göre döner sermayeden pay almaktadırlar. Sonuçta da devlet hastanesi hekimi, tıp fakültesinde part-time çalışan ve 3 görevi birlikte yürüten bir profesörden katlamalı bir maaş farkı ile çalışmış olmaktadır.
Part-time çalışan öğretim üyeleri yanında diğer bir hak gasbı, tıp fakültelerindeki diğer sağlık çalışanları için de söz konusudur. Devlet hastaneleri ile olan ve eşit işe eşit ücret ilkesine aykırı olan bu eşitsizlik, tıp fakültelerinde oluşan diğer bir kaos nedeni olmuştur. Kısaca performans uygulaması sayesinde “Hakkın dağıtımında belirgin bir adaletsizlik” ile karşı karşıyayız.