Üniversite, Türk Dil Kurumu’nca “Bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul vb. kuruluş ve birimlerden oluşan öğretim kurumu” şeklinde tanımlanmaktadır. Bugün için, kamu tüzel kişiliği konusu dışında tanımlama geçerlidir. Ana görevler; eğitim-öğretim, araştırma ve toplumsal hizmettir. Beklentiler genelde bu yöndedir. Özellikle kamu üniversitelerine, bulunduğu lokasyonların getirdiği ek beklentiler (sosyokültürel ve özellikle ekonomik) eklenmektedir. Bu beklentiler tartışılabilir ama fiili varlıkları göz ardı edilemez.
Burada “Kamu üniversitelerinin genel fonksiyonlarını icra edebilmesi için personel yapısı, eğitmen-araştırmacı yapısı ve mevcut fiziksel imkanları ne durumda?” sorusunu sorduğumuzda, cevapların evet/hayırdan çok daha öte analiz gereği vardır. Genellikle kolaycılık yolunu seçeriz. Örneğin YÖK olmasa, üniversitelerin akademik/idari personel sayısı yeterli olsa, yeterli ekonomik imkanlar olsa gibi birçok yüzeysel cevapla geçiştirmeye çalışırız. Oysa 20 yılı aşkın idarecilik yaşamımda edindiğim tecrübeye dayanarak söyleyebilirim ki, sorun YÖK değil; yeterli akademik/idari personel ve ekonomik imkanlar fazlasıyla var.
Şöyle bir gelişmiş yurtdışı üniversitelerinin (kamu destekli) yapısına tarafsız bir gözle bakıp kendi kamu üniversitelerimizin mukayesesini yapalım. Akademik personeli bizden daha mı becerili ve bilgi birikimli? Bu üniversitelere giden birçok eğitimcimiz çok başarılı oluyor. Bu ülkelerde yetişen akademisyenlerimiz bizim üniversitelerimizde rutine geçiyor. İdari personel sayılarında bizden daha mı fazla elemanı var? Hayır, bizden daha az ama amaca uygun alınmış elemanı var.
Peki fark ne? Aslında hemen hepimiz (siyasetçisi, bürokratı, devleti yönetenler ve üniversite akademisyenleri vb.) sorunu biliyoruz ama seslendirmekte, hem bir şey yapamama korkusu hem de bu geniş kitleyi karşımıza almanın faturasından korkuyoruz. Sorun açık; gelişmiş yurtdışı üniversitelerinde (bazı vakıf üniversiteleri de bu gruba dahil) akademisyenler ve bu yapılanmaya uygun sözleşmeli personel (farklı bir isimlendirme olabilir) yerine Türkiye’de memur akademisyenlerin ve memur kadrolu personelin varlığıdır. Yani kişilerle ilgili bir sorun değil, 657 ve 2547 koruma duvarının etkin olduğu yapısal sorundur. Dr. öğretim üyesi seviyesinde kadroya alınan akademisyen, bazı akademik yükselme ile ilgili kriterlere uyduğu sürece ömrünün sonuna kadar devlet memur akademisyen olabilir. Çalışanın ödüllendirilemediği, çalışmayanın dokunulamadığı bir sistem nasıl motivasyon sağlar? Burada akademisyenleri suçlamak doğru değil. Sistem akademisyeni motive etmiyor.
Türkiye’nin, kamu odaklı ekonomide atmış olduğu cesur adımlarla, bugün müdahalelere daha dirençli özel sektör güçlendirildi. Atılan adımlar yöntemsel olarak tartışılabilir. Ama nihai nokta olarak topluma yansıması ve ülkeye sağladığı motivasyon tartışılamaz. Bugün kamu üniversiteleri de çalışanın ödüllendirileceği, çalışmayanın önüne kurumsal yaptırımların konacağı sistem odaklı bir sistem gereği vardır. Yoksa çok büyük vizyonla konan 2023, 2071 hedefleri gibi hedeflere üniversite katkıları beklenen katkılar asla olmaz. Sistem değişikliği ile beklenenin de ötesine geçilebilir.
Çözüm için yeni keşiflere gerek yok. Bu sistemlerin yüzyıllardır uygulandığı gelişmiş ülke üniversite sistemlerini uygulamak en basittir.
“Korkusuz olan dünyanın kralıdır.” (Edison)
1 yorum
Hocam akademi liyakat gerekli. Akademiye yard. Doc (şimdiki tabirle dr ögretim üyesi) doc prof olmak için gwrwln tek şey kibar tabirle referans. Girişte Bi sınav, sonradında yayın puanı kriteri şart.