Eğer bir üniversiteyi bitirdikten sonra öğrenilecek daha çok şey olduğunu fark edebiliyorlarsa, o eğitim amacına ulaşmıştır demektir. “Hendrik William Van Loon” un bir sözüne atıfta bulunup birazda yorum katarak yazıma başlamak istedim.
Sanırım ülkemizde 104 devlet üniversitesi, 66 vakıf üniversitesi ile üniversitesiz şehrimiz kalmamıştır. Bardağın dolu tarafından baktığımızda çok güzel bir haber. Her şehirde üniversite var, eğitime ulaşmak çok kolay, üniversite mezunu gençlerimizin sayısı artıyor, eğitim seviyemiz yükseliyor. Diğer taraftan baktığımızda; bu binaların içinde neler oluyor sorusu aklıma geliyor. Örneğin nasıl bir eğitim veriliyor? Eğitim veriliyor mu? Bölümlerde hocalar var mı?
Üniversiteleri gelişimini kendi içinde bulunduğu dönemlerde değerlendirmek gerekir. Yükseköğretim kurumlarının her zaman kendi içinde bulunduğu çağın gereksinimlerine cevap veren hatta çağının ötesine taşımaya çalışan kurumlar olarak yapılandığını görmekteyiz. Buradan hareketle üniversitelerin kısaca tarihsel gelişimine bakmak gerekiyor.
Üniversitelerin ilk kökenleri Antik Yunan döneminde Eflatun, Aristo gibi düşünürlerin oluşturduğu ekoller üzerinden kurdukları eğitim kurumları ile başlar ( Academia, Lyceum vs gibi). Burada kendi felsefe ve görüşlerini yaymak, devlet memuru yetiştirmek, belli kurumların ihtiyacını karşılamak üzere kalifiye kişiler yetiştirmek gibi gerekçeleri vardı. Orta Çağ’a gelindiğinde Avrupa’da 12. yy’dan itibaren “Universitas magistrorum et scholarium”olarak adlandırılan “öğretmenlerle öğrencilerin birliği” anlamına gelen yapısal bir bilim kurumu olarak görülmeye başlanmıştır. Orta Çağ Avrupa’sında o dönemin koşullarına iki baskın güç odağı vardı. Haliyle üniversitelerde çağın gereksinimlerine ayak uydurarak iki ideolojik grup olarak gelişti. Bunlar Bologna Üniversitesi ve Paris Üniversitesi (iki ekol).
Bologna Üniversitesi: Seküler (dinden bağımsız) bir yapı içinde, öğrencilerin denetimi altında olan, öğretmenlerin maaşlarının öğrenciler tarafında karşılandığı, rektöründe bir öğrenci olduğu Bologna tipi bir öğrenci loncasıdır (1).
Paris Üniversitesi: Din ağırlıklı olup, yönetim bir grup öğretmenin elindedir. Kurumsal bir yapıya sahiptir. Öğretmenlerin ve öğrencilerin birçoğu kilise mensubu oldukları için, bir takım imtiyazlara ve Krallıkça kendilerine tanınan özel haklara sahiptirler. Ana öğretim konusu teolojidir ve öğretim programlarını papalık makamı denetler (1).
Bu loncalar günümüz Avrupa’sında köklü birçok üniversitenin de temellerini atmıştır (Oxford Üniversitesi, Cambridge Üniversitesi gibi).
Reform ile birlikte kilisenin üniversiteler üzerindeki etkisi azalmıştır. Bu nedenle teoloji ve dini hukuk eğitimi önemini kaybetmiş kamu yöneticisi yetiştirilmesi önem kazanmıştır. 17. ve 18. yüzyıllar Aydınlanma Çağında, bilim adamlarının yaptığı buluşlar Avrupa’da yeni bir dünya görüşünün doğmasına sebep olmuştur. Gerçeği öğrenmenin en doğru yolu olarak; nedenlerin araştırılması, deneyler ile doğrulanması olduğu ileri sürülmüştür. 19. yüzyılda Endüstri Devrimi ile toplumun birçok kesiminde köklü̈ değişikliler yaşanmıştır. Kırsaldan kente artan göç ile kentleşme hızlanmıştır. Bilimsel araştırmaların artması ile de üniversiteler köklü değişime uğramış ve üniversiteye olan ilgi artmıştır. Yeni bilim dalları ortaya çıkmış ve artık her bir bilim dalı kendi içinde kurumsallaşabilecek kapasiteye gelmiştir. Yani günümüzdeki modern üniversite kavramı 19. yüzyılda şekillenmiş basit anlamda bilgiyi aktarmaktan çıkmış, bilgiyi üretme, düşünce ve tutum formasyonunu değiştirme, değer aktarımı, yetenek geliştirme ve üretilen bilginin değişen dünya içinde topluma sunulması olarak görülmeye başlanmıştır (2).
21. Yüzyıl dünyanın görebileceği en hızlı değişime uğradı demek çok abartı olmaz sanırım. Çünkü dünyanın sosyolojik gelişimi, insanların yeni sürece adapte olması için yeterli zaman tanıyacak kadar yavaştı. Bu gelişim elbette ki bilgiyi üretmek ve bu bilginin yayılması ile sağlanıyordu. Haliyle geçmiş yüzyıllarda bu süreç daha yavaş ilerliyordu. Yavaş ilerlemesinin avantajı ise; insanoğlunun bu bilgiyi kullanması, toplumsal yararını gözlemlemesi, adapte olması gibi süreçler için yeterince zamanlarının olmasıydı. Ancak günümüzde teknolojinin (bilgiye teknolojisi) gelişmesi ile hızlı bilgi üretimi, hızlı yayılma, hızlı ulaşma eşiği o kadar çok aşıldı ki bırakın adapte olmayı yakalanamaz hale gelindi. Hatta bunun için dahi filtrasyon sistemleri geliştirildi. Yani süreç hızlı bilgi üretimi, çok hızlı şekilde tüketim- yok olma- yenilenme döngüsüne giriyor.
Bu çağda üniversiteler de değişimini hızlandırmak zorunda kalıyor. Bu açıdan bakarsak üniversitelerin dört duvar arasında kitap tekrarı yaptıran, bilgi aktaran, teorik bilgi yüklenen yerler olmaktan çıkması gerekiyor. Çünkü bu bilgilere evinizdeki bilgisayarlara bir tık yaparak çok kolay ulaşabiliyoruz. O halde üniversiteler neden var? Üniversitelerin sınıflardan ve amfilerden kurtarılıp; üretim laboratuvarları, beceri gelişim tesisleri, teknoloji sınıfları ve tartışma salonlarına dönüştürmek gerekiyor. Bölgesine ve ülkesine ekonomik olarak artı değer katan, kendi kendinin lokomotifi olan kurumlara evrilmesi gerekiyor.
Gelelim üniversitelerimize;
Ben Bir Öğrenciyim: “Bir hayalim var” (I have a dream)
Öyle bir üniversite olmalı ki; gelecek kaygım olmadan “benim gelecekte yapmak istediğim bölüm budur” diyecek kadar içim rahat bir şekilde kampüse ayak basmalıyım.
Öyle bir üniversite olmalı ki; okuduğum bölümün hocaları alanında uzman ve deneyimli olduğunu bana hissettirmeli.
Öyle bir üniversite olmalı ki; eğitimin yalnız dört duvar arasında olmadığı, becerilerimi ve tecrübelerimi de arttıran bir yer olmalı.
Öyle bir üniversite olmalı ki; zaman ve mekân kavramı olmadan her anımda bana katkı sunan ve destekleyen bir kurum olmalı.
Öyle bir üniversite olmalı ki; süpervizyon almalıyım ve süpervizyon alacağım hocam olmalı ve hocalarıma kolay ulaşmalıyım.
Öyle bir üniversite olmalı ki; üniversiteme katkı sağlayacağım projeler yapmalıyım ve bu projemde hocalarım ve kurumum her anlamada bana destek olmalı (bana yol göstermeli, teşvik etmeli, maddi imkân sunmalı).
Öyle bir üniversite olmalı ki; beni kendisinin bir parçası görmeli, vermeden almayı öğretmemeli, o kuruma sadece yıllık para yatıran bir birey olarak görmektense, üretip hem kendime hem okuluma hatta belki ülkeme katkı sağlayan bir birey olarak görmeli ve bu misyonu yüklemeli.
Öyle bir üniversite olmalı ki; kampüsünde rahatça dolaşabildiğim, ötekileştirme ve ayrımın olmadığı, fikirlerimi rahatça söyleyebildiğim (yanlış isem düzetmememin başka yolu olmadığından), sözcüklerimi seçmek zorunda olmadığım, her türlü demokratik haklarımı kullanabileceğim bir yer olmalı.
Öyle bir üniversite olmalı ki; kişisel gelişimime de katkıda bulunmalı. Dünya görüşümü geliştirmeliyim. Spor yapabilmeli sanatla iç içe olmalıyım.
Öyle bir üniversite olmalı ki; arada sırada rahatlayabilmeliyim de. Kampüsümüzde şiir ve okuma dinletileri, kampüs şenlikleri, kermesler de olmalı. Burada yeni arkadaşlar edinmeli, farklı dünya görüşlerini öğrenmeli hatta dersler dışında sosyal platformlarda hocalarımla vakit geçirebilmeliyim.
Öyle bir üniversite olmalı ki; kozmopolit olmalı. Farklı kültürlerden insanları ağırlamalı ve beraber kültürlerimizi, bilgilerimi bakış açılarımı paylaşmalıyız. Çünkü çeşitlilik ne kadar artarsa dünyadaki yerimi daha iyi belirleyebilirim.
Öyle bir üniversite olmalı ki; devlet kurumlarında iş bulabilir miyim kaygım olmamalı. Devlet kurumlarında çalışma zorunluluğum da olmalı. Kendi becerilerim ve donanımıma güvenim tam olarak çıkmalıyım ki kendim bir lokomotif olabileyim.
YANİ;
Öyle bir üniversite olmalı ki; daha çok yapacaklarım var deyip işe koyulmalıyım vizyonunu sağlamalı.
Ben bir akademisyenim: “Bir hayalim var” (I have a dream)
Öyle bir üniversite olmalı ki; önünde saygıyla eğileceğim hocalarım olmalı.
Öyle bir üniversite olmalı ki; beni daha çok çalışmaya, üretmeye, yeni şeyler öğrenmeye, öğretmeye ve tartışmaya teşvik etmeli.
Öyle bir üniversite olmalı ki; birilerinin referansı ile akademide olmamalıyım. Tek referansım özgeçmişim olmalı.
Öyle bir üniversite olmalı ki; koltuğa yapışıp kalmamalıyım. O kurumun sadece çalışanıyım eğer verimli olamamışsam üniversitemle yollarımı ayırmalıyım ya da kendimi geliştirmeliyim.
Öyle bir üniversite olmalı ki; denetlenebilir olmalıyım. Belirli periyotlarda performans raporu sunmalıyım. Hatta öğrencilerim de beni denetlemeli ve eleştirmeli (ki kendimde bir şeyler öğrenebileyim düzeltebileyim).
Öyle bir üniversite olmalı ki; odamın kapısı herkese açık olsun. Öğrencilerim rahatça girip danışmanlık alabilmeli.
Öyle bir üniversite olmalı ki; kamuda iş bulamadığım için ya da bir titrim olmasını istediğim ya da ileride rahat ederim düşüncesi ile akademiye almamalı beni.
Öyle bir üniversite olmalı ki; yeni açılan bir üniversitede öğretim üyesi bulunamadığı için ya da bir kürsü açmak için akademisyen arayan bir yer olmamalı.
Öyle bir üniversite olmalı ki; üniversite yönetimini, üniversitenin kendi akademisyenleri seçmeli ve kendi iç denetimini yapabilir olmalı hatta bu seçimlere üniversitemin bir parçası olarak gördüğümüz öğrencilerimizin kuracağı temsilciliklerinde seçimde söz hakkı olmalı.
Öyle bir üniversite olmalı ki; adam kayırma, torpil, arkandan telefonla sana referans olacak kimselerin olduğu bir işleyişe sahip olmamalı.
Öyle bir üniversite olmalı ki; üniversiteler bir aile şirketi de olmamalı.
Öyle bir üniversite olmalı ki; özerk olmalı, bunun için üzerinde söz hakkı olan kurumların baskısını en aza indirecek donanıma sahip olmalı, bunun için her anlamda üreterek kendi kendine yetebilmeli, kendi maddi ihtiyaçlarının çoğunu kendi karşılayabilmeli (Üreten ve ürettiklerini ekonomik değere çevirebilen üniversitelerle olur. Elbette ki bunun için liyakatli insanlara ihtiyaç vardır).
Söylenecek çok söz, yazılacak çok şey var ama ben böyle bir üniversite hayal ediyorum.
Son Sözler: Yazımızın başlığında; “Martin Luhter King’in” klasikleşmiş ama tarihe geçen bir sözünden alıntı yaptım. Son sözlerimi de yine onun sözleriyle bitirmek isterim.
Saygılarımla
“Yaşamımız, önem verdiğimiz olaylara karşı sessiz kaldığımız gün son bulmaya başlar”.
“Beni korkutan kötülerin baskısı değil iyilerin kayıtsızlığı”
KAYNAKLAR
- https://tr.wikipedia.org/wiki/Bologna-Paris Üniversitesi 05.02.2021
- OOSTERLINCK, A. ve K. U. LEUVEN, Knowledge Management in PostSecondary Education: Universities, OECD Working Paper, 2002,
4 yorum
Muhteşem bir yazı olmuş. Teşekkürler.
Çok teşekkür ederim hocam
Beğenmeniz benim için çok kıymetli
Hürmetler sunuyorum
Ne zaman ki:
“Mevkisiyle yükselmek” yerine; “Mevkisini yükseltmek” isteyenler geldiğinde ne BASKI ne de KAYITSIZLIK olacaktır…
Doğru söze ne ne denir?