Hepimiz az çok siyasetle ilgiliyiz. En basiti oyumuzu kullanırken siyasi bir tercih yapıyoruz. Aslında oy kullanmayı reddetmek bile bir siyasi duruştur. Siyaset kuşkusuz bir bilim dalı olup, bir uzmanlık konusudur ve benim bu konuda herhangi bir eğitimim yoktur. Makalelerimde deyim yerinde ise hep çizmeden yukarı çıkmamaya gayret ederim. Kısaca bu makale ile siyasi bir yorum yapmaya niyetim yoktur.
Bir vatandaş olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin “İkinci Yüzyıl Çağrısı” toplantısını izledim. Özellikle üniversitelerimizle ilgili verileri çok düşündürücü ve değerlendirmeye değer buldum. Bunu yaparken, sunumların uzaktan yapılmış olmasına veya yapanları eleştirmek gibi boş işlerle uğraşmak niyetinde değilim. Sunumların içeriğine bakmak gerektiğini düşünüyorum. Aslında son 10 yılda, kötü gidişi fark etmemek mümkün değildi.
Prof. Dr. Ufuk Akçiğit’in kaynaklara dayanarak sunduğu üniversitelerle ile ilgili ilk veri yurdumuzdaki üniversite sayısı ile ilgili olup, 2008 yılından başlanarak çok sayıda yeni vakıf ve devlet üniversitelerinin açılmış olduğudur. Ben bir İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi emekli öğretim üyesi olarak konuyu tıp fakülteleri özelinde sürdürmek istiyorum. Geçtiğimiz Eylül ayı itibarı ile ülkemizde 123 tane tıp fakültemiz olduğu bildirilmektedir. Tıp fakülteleri pahalı yatırımlardır. Her şeyden önce uygulama için tam donanımlı bir eğitim hastanesine ve hastalara ihtiyaç vardır. Ayıca kadavra, biyokimya, histoloji, fizyoloji, patoloji ve biyofizik laboratuvarlarına ihtiyaç duyulur. En büyük sıkıntı “Temel Bilimler” grubu öğretim üyelerindeki yetersizliktir. Bu grup akademisyen çok zor yetişmektedir ve tıp fakültelerinin olmazsa olmazıdırlar. 123 sayısı ile dünyadaki tıp fakültesi sayısında bir rekora imza attık. Ayni nüfusa sahip Almanya’da bunun üçte biri kadar tıp fakültesi vardır. İngiltere ve Almanya’nın toplam tıp fakültesi sayısı, bizdeki sayının altındadır.
Üniversiteler bilimin üretildiği; meslek grupları ve gelecek kuşak öğretim üyelerinin yetiştirildiği kurumlardır. Öğretim üyelerinin asli görevlerinin başında araştırma yapmak ve bunları yayınlamak gelir. Daha da iyisi üniversitelerin endüstri ile işbirliği çerçevesinde üretime katkı sunmasıdır. Üniversitelerimizin değerlendirildiği sunumunda Prof. Dr. Akçiğit YÖK veri kaynaklarına dayandırdığı bilgilere göre: araştırmacı başına düşen yayın sayısı, kısaca üniversitelerdeki verimlilik, 1985-2001 yılları arasındaki 16 yıllık sürede çok yavaş bir artışla kişi başı yayın sayısı 0,08 den 0,3’e çıkmaktadır. Sayıdaki artış 2001-2005 arasında ivme kazanmakta ve bunun sonucunda yılda kişi başı yayın sayısı 0,9’a ulaşmaktadır. 2005 yılından itibaren 2015 yılına kadar olan zaman diliminde küçük dalgalanmalar olsa dahi oldukça yatay bir seyir izlenmektedir. Son yıllarda sayı düşmekte özellikle kaliteye göre yapılan düzenlemede kaliteli yayın sayısında azalma görülmektedir. Akademik verimlilikte ayrı ayrı üniversitelerin performansına bakıldığı zaman da, 2006 yılı ve sonrasında kurulan üniversitelerin çoğunun en düşük performansa sahip oldukları görülür. Kanımca buradaki olumsuzluğun birden çok nedeni vardır. Alt yapıdaki eksiklikler yanında akademik kadrolar ve unvanların verilişinde yapılan kolaylaştırıcı düzenlemelerin de rolü olduğu kanısındayım. Henüz yeterli deneyime ve ehliyete sahip olmadan verilen unvanlar ve yapılan atamalar, üniversitelerimizin yetersizliğinin başlıca nedeni olarak görülmektedir. Unutmayalım bilim adamlığı bir meslek değil, bir yaşam biçimidir. Hele para kazanma aracı hiç olmamalıdır.
Alanına göre en iyi 10 üniversitenin ortalama dünya sıraları grafiğinde tıp, 2004 yılında ilk 500 içinde iken, bu durumunu 2007 yılına kadar sürdürmekte, daha sonra yavaşça düşüşle 2012 yılında ilk 650 arasına girdikten sonra tekrar yükselerek 2016 yılında ilk 350 bandına çıkmaktadır. 2019 yılı itibarı ile tekrar düşüş başlamaktadır. Yurdumuzda yayınların bölümlere dağılımlında, tıp konusunda yapılan çalışmaların açık ara diğer konulara göre çok daha fazla olduğunu görüyoruz. Ancak bunu, tıp konusunda yeni buluşlara yansıtamadığımız da bir gerçek olarak ortadadır.
“Araştırmacıların Yaşam Döngüsü “ başlığı ile akademik yaşla ortalama yayın sayısına göre yapılan değerlendirmede, akademik yaşamın ilk 12 yılında, araştırmacılarda gittikçe artan bir performans izlenmektedir. Bunu takip eden 12-17inci yıllar arasında ki bu dönem terfi dönemi olarak adlandırmakta, artış hızı düşmekte ve yataya yakın bir performans gösterilmektedir. Profesörlük unvanı ile birlikte tedrici bir iniş başlamakta ve 29-30uncu yıllarda başlangıç seviyesine inmektedir. Tıp konusunda bu verileri değerlendirirsek kanımca bir yanlış yoktur. Profesörlük veya doçentlik unvanı ile genelde tıp fakültesi öğretim üyelerinde yarı zamanlı çalışma düzeni başlamakta, bu da araştırmaları olumsuz etkilemektedir. Üniversitelerde tam gün çalışılmalı mı? Bu başka bir konudur. Çok boyutlu olup üzerinde çalışılması gereklidir. Yarı zamanlı çalışma özellikle klinik bilimciler için her şeyden önce üniversitedeki zamanı kısaltmaktadır. Üstelik genellikle ekip çalışması, disiplinler arası çalışma gibi grup çalışmalarına bir türlü alışamadığımız dikkate alınırsa, araştırma sayısının düşmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Önemli bir sorunumuz Türkiye’den yurtdışına araştırmacıların göçüdür. Prof. Dr. Akçiğit’e göre, gitme olasılığı (%) olarak ifade edilirse 2000 yılında % 0,9 oranından başlayarak bir düşme gösterirken, 2005-2013 yılları arasında % 0,5 gibi daha düşük seyretmekte ve 2014 yılından itibaren hızlı bir artışla % 0,7’ye çıktığı görülmektedir. Sağlık araştırmacılarında ise 1999’lı yıllarda % 0,6 gibi bir orandan söz edilirken 2006 yılında bu % 0,4’e inmekte, ancak 2015 yılından itibaren hızla artarak 2021 yılında % 0,7 ‘ye çıkmaktadır. Sağlık araştırmacılarının verimliliğe göre gidiş oranlarına baktığımız zaman doğal olarak en verimli araştırmacılar grubunun en fazla göç eden grup olduğunu görmekteyiz. Yurt dışına göç eden araştırmacıların gittikleri yerlerde verimlilikleri artarken, yurdumuza dönenlerde verimin düştüğüne ait veriler bulunmaktadır.
Kanımca üniversitelere ait veriler üç aşağı, beş yukarı doğrudur. Bunları eğmeden, bükmeden, sunumları yapanlara kusurlar aramadan değerlendirip çıkış yolları aramalıyız. Bu ülkemiz için çok büyük bir hizmet olacaktır.
2023 yılının ülkemiz ve tüm insanlık için barış ve mutluluk getirmesini dilerim.
1 yorum
Bilgilendirmeleriniz için teşekkürler. Umarım ilgililer ve okuyanlar, verilerin ışığında, konuyu daha gerçekçi olarak değerlendirirler.