Her yıl eylül ya da ekim aylarında yeni döneme başlayan üniversitelerdeki açılış törenlerini dikkatle izlerim. Çünkü bu törenlerde üniversitelerle ilgili sorunların yanında, ülkenin hassas konularına karşı üniversitelerin duyarlılığı dile getirilir. Geçmişte Rauf Denktaş, rahmetli Bülent Ecevit ve Ahmet Necdet Sezer’in katıldığı bizim üniversitenin açılışında bu yıl Başbakan Recep Tayip Erdoğan ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik olmak üzere diğer devlet ve siyaset erkanı katıldı.
Başbakandan önce söz alan konuşmacılar, üniversitelere sağlanan devlet desteğinin dünya ortalaması ile mukayese edildiğinde çok yetersiz olduğunu, bu şartlarda dünyada ilk 500’e girebilme şansına erişmiş 7 üniversitemizin bile fazla olduğunu, öğretim üyelerinin maaşlarının yoksulluk sınırında bulunduğunu, artık üniversitelerin bazı bölümlerine yetenekli araştırma görevlisinin bulunması neredeyse imkansız olduğunu söyledi. Üniversitenin bir barınma projesi olduğunu, fakat bu projenin kayıt yaptıran yüzlerce öğrenci için yeterli olmadığını, devlet eliyle kontrol edilen yurtlara acil ihtiyaç olduğu, Rektör Prof. Dr. Necla Pur tarafından önemle dile getirildi. Ayrıca, Güneydoğu illerimizdeki terör, Kıbrıs meselesi, Ermeni meselesi ve özelleştirme gibi konularda Türk onuru hiçbir şekilde zedelenmemeli, Türkiye’nin kırmızı çizgilerindeki hassasiyet üst noktalarda olmalıdır denildi.
Açılış dersinden önce son konuşmacı olarak söz alan Başbakan, 1981 yılında M.Ü. İktisadi İlimler Bölümünden mezun olduğunu, 27 yıl sonra mezun olduğu üniversiteye Başbakan olarak gelmesinin kendisi için de önemli bir gurur olduğunu söyleyerek söze başladı ve eğitimle ilgili iyileştirmeleri anlattı.” Devlet ancak özel sektörün yapamadığı yerde yatırım yapabiliyor. Her şeyi devletten beklemek doğru değildir. Maaşlar ve ödenekler konusundaki konuşmalar haksız değil, fakat kasada para yok ki verelim…” şeklinde konuşmalara yer verdi.
Özetle, Sayın Başbakanın öğretim elemanı maaşları ile ilgili ifadelerinden benim anladığım, üniversitelere gelinceye kadar ülkenin çok daha acil ihtiyaçları var, şimdilik maaşlarınızı aldığınıza şükredin, gerisini de siz kazanın, projeler vererek eksiklerinizi tamamlayın, döner sermayenizi arttırın… şeklindedir. Şu an içinde bulunduğumuz ekonomik kriz göstergelerine göre, öğretim elemanları şikayet ettikleri maaşı bile almakta zorluk çekecekler…
Başbakan konuşmasında yeni açılan üniversitelere de değindi ve şöyle dedi: “ Artık neredeyse her ilde bir üniversitemiz oldu. Çünkü her ilimizin bir özelliği var. Oradaki üniversiteler o ilin özelliklerine göre gelişme sağlayacak. Yeni açılan üniversitelerde öğretim üyesi açığımız var, doğrudur. Bunun için üniversitelerden talepte bulunduk, olmadı… Almanya’da bir üniversitede öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı 23 civarında iken, bizde bu sayı 3.7’dir. Yani bu konuda Batı’dan çok ilerideyiz.
Fakat yeni açılan üniversiteler için öğretim üyesi bulamıyoruz. Bu açığı kapatmak için 5 yıl içinde çeşitli alanlardan 5 bin öğrenciyi doktora eğitimi almak için yurt dışına göndermeyi hedefledik. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı kriterler açısından her yıl bin öğrenciyi bulmakta zorluk çekmektedir…”dedi.
Açılış dersini veren Atatürk Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ayla Oktay benim gibi düşünenlerin tercümanı oldu ve dersinin sonunda kendisini dinlemekte olan Başbakan ve Milli Eğitim Bakanına yönelik şöyle bir soru sordu:
“Ülkemizde doktora yapan öğrenciler yurt dışına gönderilse, daha iyi olmaz mı? Örneğin ben doktoramı yaptıktan sonra yurt dışında bulundum” dedi. Hükümet erkanından alınan cevap olumlu idi ve programlarında bu tür gönderilişlerin de olacağı şeklinde idi.
Bizim gibi gelişmekte olan ülke gençlerinin, gelişmiş ülkelerde doktora yapması elbette önemlidir. Bu nedenle, yurt dışında doktora yapmak, ilgili kanunlar çerçevesinde, dönem dönem yoğunlaşarak devam eden bir sistemdir. Ancak bu şekilde yurt dışına göndermeler, devlete büyük mali gücü de beraberinde getirmektedir. Fakat doktorasını tamamlayıp yurda dönen öğretim elemanından üniversiteler gerektiği şekilde yararlanamamaktadır. Çünkü bu donanımlı gelen gençler, gelişmiş ülkelerde kurumsallaşmış olan altyapıyı henüz kendi ülkelerinde göremezler. En eski büyük üniversitelerimiz bile bir araştırmayı bütünüyle tamamlamak için gerekli altyapıya sahip değildir. Bu tür nedenlerle, doktorasını gelişmiş ülkelerde yapmış olan gençlerimiz, üniversitenin rutini içinde, çoğu zaman kaybolup gitmekte, yurt dışında gördüklerini genellikle kendi ülkelerinde uygulama imkanı bulamamaktadır.
Bugün üniversitelerimizin bazılarında yurt dışını aratmayacak imkanlar ve bilimsel doluluk mevcuttur ve çok sayıda kadrosuz doktora eğitimi vermektedir. Ayrıca, günümüzde periferdeki üniversitelerin, merkezlerdeki mevcut imkanları kullanması için gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Periferden merkeze kadrosu ile geliyor, doktorasını tamamladıktan sonra kadrosunun bulunduğu yere dönüyor. Bu ülkemiz için çok olumlu bir gelişmedir.
Bütün bunlar göz önüne alınarak doktorasını ülkemizde tamamlamış olan gençler, hükümetin 5 bin olarak belirlediği rakamın hiç değilse yarısını oluşturmalı diye düşünmekteyiz.