Kökleri, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan 200 yıl önce, Selçuklu Atabey’i ve Veziri “Siyasetname” yazarı Nizam’ul Mülk tarafından Bağdat’ta kurulan ve bugünkü unvanı ile ilk rektörü İmam Gazâli olan Nizamiye Medresesi ile Urfa’daki Harran Medresesi’ne kadar uzanan ve 1933 yılında gerçekleştirilen üniversite reformu ile büyük bir değişim yaşayan Türk üniversiteleri, her gelen iktidarın, ilmî ve reel prensiplerden ziyade, kendi politikaları ve felsefeleri çerçevesinde yaptıkları düzenlemelerle yönetilmeye çalışılmış ve bu sebeple de bir türlü bilimsel-medeniyet çizgisini yakalayamamışlardır.
Kanunî Sultan Süleyman tarafından çıkartılan “Kanunname-i Ehl-i İlm” ile zapturapt altına alınmak istenen Osmanlı yüksek öğretimini temsil eden medreseler, asırlardır bilimsel özgürlüğü hiçe sayıp, çeşitli mülâhazalar gerekçe gösterilerek, müdahalelere ve akamete maruz bırakılmış, 1864 yılında açılan, günümüz üniversitelerinin atası sayılan Darulfünûn da, aynı akıbete maruz kalmıştır.
Özerkliği hep sözde ve kâğıt üstünde kalan üniversiteler, Cumhuriyet Dönemi’nde de, iktidarların kendi idealleri paralelinde, toplum mühendisliği kuralları kullanılarak, “olmazsa olmaz”ı olan ilmi özgürlük ve özerklik bir yana itilip, “tek tip adam” yetiştirmeyi hedefleyen politikaları ile yönetilmeye ve kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır.
Yine bir darbe akabinde yapılan 1961 Anayasası’nda ilk defa üniversitelerin ilmî ve idârî özerkliğinden bahsedilmesi ve yer alması, özgür düşünce adına bir adım olsa da, daha nefes almasına fırsat vermeden, 12 Mart 1972 Muhtırası sonrası yapılan Anayasa değişikliği ile Anayasa’dan çıkartılmıştır.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, 1980 Askeri Darbesi ile hayata geçen 2547 sayılı Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Kanunu (04.11.1981), 1982 Anayasası’na, tek tip öğrenci yetiştirerek, herkese tek tip elbise giydirmeyi gaye edinen resmi ideoloji doğrultusunda, uyarlanmıştır (A. Özer).
Asıl amacı bilimsel araştırma yaparak bilime katkıda bulunmak olan üniversiteler ile eğitim, sanayi, hizmet ve sosyal sektörlere personel ve ara eleman yetiştirmek gayesi ile eğitim ve öğretimlerini sürdüren meslek yüksek okulları ve enstitüler, üniversite şemsiyesi altında, YÖK’e bağlanarak, kontrol altında tutulmaları ve yönlendirilmeleri daha da güçlendirilmiştir.
Belki bu yolla yüksek okulların kalite ve niteliklerinin arttırılması da gaye edinilmiş ise de yüksek okullar üniversite seviyesine çıkamamış, aksine, genelde üniversiteler yüksek okul seviyesine inmiştir. Bir diğer ifade ile üniversiteler yüksek okullaştırılmıştır.
YÖK ve üniversitelerdeki “biat sistemi”nin hüküm sürdüğü her kademedeki atamalar, zaten “Ara ki bulasın” kabilinden olan, bilimsel araştırma ve bilim adamı kalitesine büyük darbe vurmuş, ilmi özerklik kavramını, evrensel bilime katkı realitesini, “Bulunduğunuz hal üzere, idare edilirsiniz.” sözü çerçevesindeki üniversite yöneticilerinin insaf ve izanı ile müterafık bir duruma gelmiştir.
Dersanelerin ve tıp merkezlerinin “üniversite”(!) statüsüne kolayca kavuşabildiği günümüzde, akşamdan sabaha sayıları artan ve nerede ise apartmanların üniversite olabilmek için sıraya girdiği bir hâl-i pürmelâl sergilenmektedir.
Kırk yıl öncesinin bir tıp öğrencisinin itibarını, maalesef bugünün bir mütehassısı arar durumdadır. Uluslararası platformda, birkaç branş hariç, yerlerde sürünen bilimselliğimiz, taklitçi bilim adamlarımız(!), kontrolsüz yayın politikalarımız, bazı kişiliksiz ve zavallı unvanlı-unvansızlarımız çanak tutarak, seviyeyi aşağılara çekmekte ve kalitesizleşmeye sebebiyet vermektedir.
Bütün bu süreç içerisinde, gerek öğrenci kalitesi, lisans, yüksek lisans ve doktora programları, yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlük unvanlarının verilmesi ve kullanılması ve gerekse yapılan ilmi araştırmalar dikkate alınarak genel bir değerlendirme yapıldığında, kendini bilen belli başlı üniversiteler hariç, birçok “üniversite”nin üzülerek belirtmeliyim ki, “lise”den pek de farkları bulunmamaktadır(!).
Yıllar önce, benim de başkan vekilliğini yaptığım Devlet Planlama Teşkilatı, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı çerçevesindeki, Yüksek Öğretim Özel İhtisas Komisyonunun yoğun çalışmalar sonucu hazırladığı raporda da,(www.dpt.gov.tr/DocObjects/Download/3218/oik550.pdf) çok geniş bir şekilde zikredildiği üzere, siyasi mülâhazalardan arındırılmış ve bilimsel özerkliği ön planda olan politikaları hayata geçiremezsek, genel olarak “ÜNİVERSİTELERİN LİSELEŞTİRİLMESİ”ni engelleyemeyiz(!).
İşte rubâîmiz…
BU ÂYİN
Bu mecliste güfteler, hem mâzī, hem âtīdir.
Fasl-ı hazana nisbet, son beste beyatīdir.
Bir şâirin gönlünde, mızrab semâya durmuş,
Sazda naz, telde niyaz, bu âyin hayâtīdir.