Çağımızda gelişmiş ülkelerin gücü, üniversitelerinde üretilen bilimsel bilginin teknolojik gelişmelere ivme kazandırmasıyla oluşuyor. Denilebilir ki medeniyete katkıda bulunan her toplum, bu başarısını bilim felsefesine dayalı Bilim üretmekle gerçekleştirmektedir.
Medeniyetin yeşermesini sağlayan olmazsa olmaz sacayak; Bilim felsefesi, sanat felsefesi ve din felsefesinden köken alan gelişme süreçleridir. Bu süreçler her zaman ve mekânda evrensel ilkelerini koruyarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
Her toplumun sosyolojik ve coğrafi yapısına göre ürünlerini sergilemişlerdir.
Evrensel değerlerin üretim ortamı olan üniversitelerin kurumsallaştığı ülkelerde, toplumun sosyolojik yapısı, tarihsel geçmişi ve fiziksel altyapısı ne kadar doğru teşhis edilirse, bilimsel bilgi üretme oranı da aynı derece artmaktadır.
Bilimin, sanatın ve dinin evrenselliğini ve felsefesini en iyi yakalayan toplumun bireyleri, bu konularda ne kadar donanımlı olurlarsa, bulundukları zaman diliminde o kadar rekabet gücü kazanırlar.
Bilim, gelişmeyi sağlayıp değişimi hızlandırdıkça, gelişmenin her aşamasında farklı ürünler ortaya çıkarması kaçınılmaz olur. Bu yüzden bilim üreten kurumlar, sürekli değişim gerçeğini göz önünde tutarak kurumsallaştırılmalıdır. Anaokulundan üniversiteye kadar yapılandırılan kurumlar, dinamik, ucu açık ve sürekli gelişmenin önündeki engelleri her aşamada kaldırabilecek bir metodolojiye göre dizayn edilmelidir.
Her coğrafyanın, her toplumun her ülkenin ve özellikle her üniversitenin katkılarının farklılıklarını potansiyel olarak beklerken, her bilim insanının katkısının da farklılığını potansiyel olarak onaylamak gerekir.
Çağdaş dünyada üniversitelerin geldikleri noktada değişik türde hizmetler yürüttüğü görülmektedir. Genellikle altı kategoriye ayrılarak kurumsallaştıkları anlaşılmaktadır.
l Araştırma üniversiteleri,
l Kitlesel eğitim yapan üniversiteler,
l Kısa süreli mesleki eğitim yapan kurumlar,
l Uzaktan öğretim kurumları,
l Ticari amaçla özgün ve uzaktan öğretim yapan kuruluşlar,
l Şirketlerin bünyelerindeki eğitim birimleri (YÖK Strateji Raporu 2005).
Ülkemizde ilk dört türdeki üniversite hizmetleri sürdürülmekte, son iki tür ise yeterince gelişmemiştir.
Araştırmalar daha çok lisansüstü eğitimle sağlanmakta, ancak bilim üretmeyi hedefleyen bir eğitim felsefesine dayalı metodoloji yeterince uygulanmamaktadır.
Üniversitelerin, dünya bilimine katkıda bulunabilmeleri için, yeni buluşlar, yeni patentler ve yeni farklılıklara ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçları gerçekleştirebilmek için özel sektörün, kamu kuruluşlarının ve üniversitelerin Ar-Ge birimlerinin çağa göre kurulması ve entegre programlarla üretim süreçlerini hızlandırması önemlidir.
Yükseköğretimin tarihi gelişim sürecine baktığımızda, kurumsallaştığı her zamanda ve mekânda toplumları geliştirmiş, değiştirmiş, dönüştürmüş, toplumsal ihtiyaçları yerel ölçekte karşılamış, evrensel ölçekte ufuk göstermiş ve uygarlığın dinamiği olmuştur.
Bu bağlamda üniversiteler değerlendirildiği zaman, evrensel düşüncenin ve milli hizmetin olmazsa olmaz kurumları olduğu görülmektedir.
Sırasıyla, televizyonun, bilgisayarın ve internetin kullanıma girdiği son elli yılda, bilgi akışının hızlanması ve teknolojinin yükselişi, gelişmekte olan ülkelerde okullaşma oranının artmasına, gelişmiş ülkelerde de toplumun yükseköğretime yönlendirilmesine yol açmıştır.
Yükseköğretimdeki öğrenci sayısı 1970 yılında milyonda 26.9 iken, 1995 yılında 80.5’e yükselmiştir (ÖSYM 2001-4).
Yükseköğretimdeki okullaşma oranı da sürekli yükselmektedir.
1970 yılında dünya ortalaması %10 iken 1997 yılında %19.5’e yükselmiştir. Bu oranlar bu sürelerde gelişmiş ülkelerde bir kat artarken, gelişmekte olan ülkelerde ise daha da hızlı artmıştır (UNESCO 1999).
Diğer yandan, okullaşma oranı üniversiteleşme oranını da artırmıştır. Üniversitelerin artışı ve bilimsel gelişmelerin ivme kazanması ihtiyaçları da çeşitlendirmiş ve üniversitelerde fakültelerin ve programların spesifik birimler haline gelmesine de katkıda bulunmuştur.
Çağdaş dünyayı ve gelişme sürecini iyi okuyan insan yetiştirmeyi hedefleyen üniversiteler, anaokulundan üniversiteye akan bir sürecin her aşamasını sosyal, psikolojik, sosyolojik ve eğitim felsefesi açısından değerlendirip eğitim metodolojisini belirlemelidir. Anaokulu, ilköğretim okulu, lise, meslek okulları ve fakülte aşamalarında bilim felsefesi açısından zamanında ve gerektiği kadar nitelikli eğitici ve öğretici hazır olmalıdır. Bu bağlamda, üniversitenin temel dinamiği ve hazırlayıcısı olması kaçınılmaz olan anaokulu ve ilköğretim kurumlarına öğretmen yetiştirmek öncelik taşımalıdır.
Mesleki eğitim, öncelikle üniversitenin çağdaş bilgilerle donatılmış her meslek mensubunu hazırlayabilmek için olmazsa olmaz olarak algılanmalıdır.
Sevgi ve saygılar.