Cebeci camisinin solundan dik bir yokuş çıkar, adı Süngü Bayırı Sokak. Yokuşu çıktıkça da, adamın böğrüne keskin bir süngü gibi saplanıverir. Bayırın sonunda ona dik ancak eğimsiz ve güzel bir sokak uzanır. Uzun Gemiciler Sokağı. Denizle, gemiyle alakası yoktur ama, büyüklerimiz adını öyle koymuşlar bir kere.
Uzun Gemiciler Sokak’taki Kütahya Talebe Yurdu’nda başladı tıbbiye yaşantım. On altı kişilik koğuşlar, haftada iki gün sıcak su verilir, çamaşırlar elde yıkanır. O zamanlar eve çıkmak gibi bir lüksümüz yoktu. Yurdun sadece kantinde dinlenilen bir radyosu vardı. Spor olanakları, televizyon hak getire. TV izlemek için Cebeci’deki satıcı dükkanlarının vitrinlerine inerdik. Aya ilk inişi de yine böyle bir vitrinden seyretmiştik.
Yurdun hemen arkası, Akdere Cadde’sindeki Su Deposu Durağı’na çıkardı. Dikimevi’ndeki Fakülteye Akdere Caddesi’nden giderdik. Diğer yerlerden dönüşlerde ise, Süngü Bayırı’nı çıkmamak için Ulus Akdere arasında işleyen minibüsleri tercih ederdik. Minibüs çığırtkanları, Ulus’ta şöyle bağırırlardı Hamamönü, Doğumevi, Dikimevi, Hastane, Akdere, Akdereee. Minibüsün en arkası normalde dört kişiliktir. Genelde ise iki ya da üç kişi olduğunda yolcular öyle bir yayılırlar ki sanırsın orada beş kişi var. Bunu bilen açıkgöz muavinler, duraktan yeni yolcu alırlarken en arkadakileri sert bir şekilde arkayı dörtleyelim’ komutuyla uyarırlardı. O sayede yeni gelene oturacak bir yer bulunurdu.
Şimdi bu komut yöneticileri tarafından pek çok üniversitede veriliyor. Hiç ihtiyaç olmadığı halde giderek üniversitelerde kadrolar şişiriliyor.
Yeni bir bölüm açılacaksa doğal olarak yeni öğretim üyesi almak kaçınılmaz oluyor. Bunun dışında, giderek istifa eden, başka yere tayin olan ya da emekli olanlardan daha fazla kadro istihdam ediliyor.. Öğrenci sayısı da artmadığı halde kadroları arttırmak niye?
Yeni kadrolar açılmasına neden gerek duyuluyor?
* Bölümde öğretim görevlisi, uzman, yardımcı doçent düzeyinde ara elemanı kalmıyor. Zira bir süre sonra ya doçent oluyorlar, doçentlere iş yaptırmak zor oluyor’ deniliyor. Ya da yükselenler başka yerlere gitmek üzere fakülteden ayrılıyorlar. Bu durumda araştırmaları primer yürütmek profesör ve doçentlere kalıyor. Rutin işleri ve angaryaları kim yapacak?’, Her gün vizit ve poliklinik mi yapacağız?’ sorularını sıkça duyar olduk. Peki de saygıdeğer hocalarım, her gün vizit, poliklinik yapan, ameliyata giren, bizzat asistana ameliyat yaptıran, bütün gün gözünü mikroskoptan ayırmayanlar öğretim üyesi değil mi?
* Asistanlar arasında bilimsel çalışma ve davranışlarıyla, pratik ve cerrahi yeteneğiyle göze çarpanlar arasından kliniğin durumu da göz önüne alınarak zaman içinde yeni kadrolar oluşturulması doğaldır.
Bunun dışında üniversitelerde şu durumlarda yeni kadro açılıyor:
* Eşleri önceden aynı üniversitede kadro almış olanlara.
* Büyük kentler dışındaki üniversitelerde çalışmakta olup çocuklarının tahsilleri veya başka nedenlerle İstanbul, Ankara gibi illerimize geri dönmek isteyenlere.
* Herhangi bir nedenle erken emekli olmak durumunda kalmış olanlara.
* Gittikleri yerlerde başarısız olup, meslektaşlarıyla ya da idarecilerle geçinemeyip hatta mahkemelik olanlara.
* Eğitim hastanelerinde şef, şef yardımcısı olup, doçent titrinde kalmış bu nedenle profesör olma arzusunda bulunanlara.
* Ailevi ya da sağlık gibi nedenlerle.
* Uzman olduktan sonra kendini tamamen özel çalışmaya ve para kazanmaya hasredip, belirli bir parasal birikim sağladıktan ve artık kazandıklarını yeterli bulduktan sonra, birde akademik kariyer yapalım diyenlere.
* Dışarıda doçent olarak çalışırken tabelasına profesör yazdırmak isteyenlere. Bu durumlarda üniversiteye girmek için yapılacak iş, gerekli torpili bulmaktır. İtalya’daki gibi ülkemizde Papa bulunmadığına göre bizde geçerli torpiller sırasıyla: Siyasi, askeri, idari, ticari, bazen de akademik olmaktadır.
Size torpil olacak olan kişinin bire bir sizi tanıması pek gerekli değildir. Tavassut edeni bilmesi yeterlidir. Bu durumda bağlantı sağlandıktan sonra kişiye kadro açılır. Kadro ilanında yasal olarak kişinin adı geçmese de gelecek kişi zaten bellidir. Ekstradan başvuruda bulunanlar nazikçe ikaz edilirler. Çoğunlukla bir kadroya bir başvuru olur. O da alınır. Bu arada yasal prosedür başlatılır. Oluşturulan jüri üyeleri bilimsel olumlu kanaatlerini bildirirler. Nadiren de olsa hariçten gazele başvuranlar, atanmayınca soluğu bölge idare mahkemelerinde alırlar. Çok antipatik olmayanlara oğlum bu kez böyle oldu gelecek sefere sana da kadro açarız’ denilir.
Öğretim görevlisi gibi kariyerin alt basamağına eleman alınması zaten gerekli. Ancak içeride bolca varken, ekstra hiçbir özelliği bulunmayanların dışarıdan profesör kadrosuna atanmalarına ne demeli.
Vakti zamanında Ankara Numune Hastanesi eski Başhekimi Dr. Osman Müftüoğlu, Gazi Tıp Fakültesi’nde profesörlüğe atanmış idi. Ben kendisini atanmadan önce bir kez rektörlük girişinde görmüştüm. Görüş o görüş, atandıktan sonra üniversitede bir gün bile çalışmadı. Şimdi üniversite dışında profesör titrini rahatlıkla kullanıyor.
Kendime bazen reklamdaki gibi soruyorum, Selo bu memleketi sen mi kurtaracaksın?’ diye.
Yetkileri olanlar bunları yukarıdaki örnekteki gibi istedikleri gibi kullanıyorlar. Devlet üniversitelerinde kadrolar şişmiş, IMF’deki amcalar kadroları azaltın’ demişler, bilimsel araştırmalar düşmüş, herkes birbiriyle kavgalı hale gelmiş, kime ne? Parası sizden mi çıkıyor? Orası babanızın çiftliği de sizden başka kimse giremez mi?
Nerede çokluk orda …’ deseler de kime ne? Akdere dolmuşu gibi arkayı dörtleriz de, beşleriz de. Nüfusumuzla övünen milletiz vesselam.
Saygılarımla.
10
önceki yazı