Tam gün yasası Mecliste.
Genel olarak yasanın neler getirecegi ilgililerce biliniyor.
Görüşmeler sonrasında bilinenler dışında çok farklı bir yasa çıkacagını düşünmüyorum.
Üniversitelerimizin ister tıp fakültesi içersin ister içermesin, özerk olmadan, yani idari, mali ve bilimsel yönden özgün üretim yapabilecek bir performans yapılanmasına taşınmadan, dünyadaki gelişmiş üniversitelerle rekabet edebilmesi söz konusu bile degildir.
Bu görüşümü “Darbe Anayasası”nın psikolojik baskısı altında yaşayan ve aynı Anayasa’nın tetikledigi YÖK Yasası’nın oluşturdugu atmosferde oluşmuş ilişkilerden, bilim üreyemeyecegi gerçegine dayandırıyorum.
Bu durum, ne YÖK yöneticilerinin ne de üniversiteyi yöneten insanlarımızın kusurudur.
Tamamıyla ve net olarak işleyişin ve işleyişe hayat(!) veren “kaos”un kusurudur.
Ve bunun kökeni de, 1982 Darbe Anayasası’nın bıraktıgı çag dışı, bilim dışı, sanat dışı ve etik dışı kalıntılardır.
Böyle bir ortamda üniversitelerin sayısını ve kalitesini konuşmak ayrı bir çelişkidir.
Tam gün yasasını tıp fakültelerindeki doktorların çalışmasına indirgeyip, uygulandığı takdirde, öteden beri üniversitelerin bilimini yönlendirmek zorunda bırakılan mahkemelere yeni konular sunmaktan başka bir açılım getiremeyecektir.
“Kaç para alacagız?” gibi sorularla ya da “Size artırılmış maaşlar sunacagız.” şeklindeki ifadelerle koşullandırılan üniversite kadrolarının, önümüzdeki süreçte beklentilerinin karşılanamayacagı açıktır.
Üniversitelerin sayısı artırılmalıdır, kalitesi artırılmalıdır.
Bu beklentiler, Türkiye gibi bir ülke için kaçınılmazdır.
Ancak bu, özerk ve yarış halinde olan üniversitelerin oluşturulması koşuluna baglanmalıdır.
Tek elden yönetilen üniversitelerden özgün üretim beklenemez.
Eşyanın tabiatına aykırıdır.
Kalite için,
Yayın sayısı yerine “nitelikli yayın” kavramına geçmeliyiz.
Çagın bilimsel süreçlerine katkı saglayabilecek bir uluslararası yayın, günlerce zaman harcayarak okudugumuz doçentlik dosyalarını dolduran 40 tane yayından daha değerlidir.
Hazırlanıp arşivlere kaldırılan doktora tezlerinin varlıgından, yüzlerce yıl önce keşfedilmiş yer çekimini test eden “damdan düşme” özdeyişi daha değerlidir.
Fakültelerin birinci sınıf müfredatına “bilim felsefesi” dersini koymak ve öğrenciye “neden, niçin, nasıl?” sorularıyla “felsefe yapmayı” ögreterek, gerçegi yakalamayı ögretmek, binlerce sayfa teorik bilgiden daha “somuttur!”
Yirmi dört saat açık olmayan ve çalışamayan bir üniversiteye, her isteyenin girip bilgi derleyemedigi bir üniversiteye “tam gün” yasasıyla ne katacagız?
Bütün bu görüşlerime ters düşse de, “kötünün iyisi” diyebilecegimiz “tam gün” yasasının çıkmasını destekliyorum.
“İyinin iyisi”ni yakalamak ümidiyle…
Sevgi ve saygılar.