Hatırlar mısınız bilmem, 12-18 Aralık tarihleri arasında Türkiye\’de tüm okullarda kutlanan özel hafta vardı bir zamanlar. Biz onu küçükken "Yerli Malları Haftası" ismiyle bilirdik ve kutlardık. Kutlardık diyorum, artık ismini hatırlayan kalmadı sanki. Kısa bir araştırma yapınca artık resmi isminin "Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası" olarak değiştiğini gördüm.
Hedefi, yerli mallarının tüketiminin artması olan ve 80’lerden sonra yavaş yavaş unutulan bu hafta süresince tutumlu olmanın, yatırım yapmanın ve yerli malı kullanmanın önemi anlatılırdı. İnsanların parasını, malını, eşyalarını, zamanını ve sağlığını gerektirdiği gibi korumak ve kullanmasına tutumlu olmak dendiğinden bahsedilirdi.
Bu haftanın oluşturulmasıyla, Kurtuluş Savaşımız sonrası oluşan ekonomik dar boğazın ardından yabancı ülkelere para akışının önünün kesilmesi ve toplumsal tutum bilincinin oluşması amaçlanmıştır. O dönemde, ellerinde bir şeyleri kalmayan halk yoksulluk içerisinde yaşıyordu. Atatürk, 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi\’ni topladı. Bu Kongre’de yurdun bağımsızlığının korunması, yerli mallar üretilmesi ve kullanılması kararlaştırıldı. Bu amaçla zamanın Başbakanı İsmet İnönü, 12 Aralık 1929\’da yaptığı konuşmayla yerli malı kullanmanın ve tutumlu olmanın öneminden bahsetmiştir. 1946 yılından itibaren de Yerli Malı Haftası olarak hafta kutlamalarına resmen başlanmıştır. 1983 yılında ise bu haftanın adı Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası olarak değiştirilmiştir. 1946 ile 1983 yılları arasında tam 37 yıl süregelen bir slogan vardı.
Bu dönemlerde ilkokulu okuyan her Türk çocuğu hatırlayacaktır. "Yerli malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı." Bu bir yokluk ifadesi değil, bir onur ifadesiydi
Ve o dönemde bu sloganla "onursuzca" zengin olmanın değil "onurluca" ve birlikte, paylaşımcı, dayanışmayla yaşamanın "zenginlik" olduğuna inanmak isterdi herkes. Bugün geldiğimiz nokta ise son derece şaşırtıcı. Artık kocaman bir köy dediğimiz dünyamızda yerli, yani yalnızca bizim olan hemen hiçbir şeyimiz kalmadı. Bugün yerli malı haftası kutlanmasının da elbetteki önemi de kalmadı. Tüketim toplumu olduk çıktık ve üretmektense başkalarının ürettiklerini almak bize daha kolay geliyor. Artık yerli malı bir dilimiz dahi yok. Yabancı kelimelerin hakim olduğu yeni bir Türkçemiz var artık.
Bir hekim olarak bakmak gerekirse, tıp sektörü ile ilgili hemen hemen hiçbir üretimimiz yok. İlaç sektöründe ve medikal sektöründe hemen hemen tümüyle dışa bağımlı gibiyiz. AR-GE çalışmaları Türkiye’de genel olarak pahalı ve gereksiz yatırım olarak görülüyor sanki. Bunun belki de en güzel örneğini son "domuz gribi" salgınıyla yaşadık. Aşıları yabancı ülkelerden aldık ve kullandık. Oysa ki, başarılı aşı çalışmaları yapan ve belki çok kısıtlı da olsa imkânları olabilseydi çok önceden kuş gribine, domuz gribine aşı üretebilecek bir tesisi birkaç yıl önce verimli olmadığı için kapattığımızı kimse hatırlamadı bile. Manisa’mızda bir tesis vardı bir zamanlar, belki ismini hatırlayan çıkacaktır, "Tavukçuluk Enstitüsü" diye. Bu enstitüde yumurta kaynaklı aşılar üzerinde de çalışılıyordu ve tam da kuş gribi salgınının başında kapandı gitti. Tamam, dünyamız artık büyük bir köy ve sınırlar önemsiz ama, var olan değerlerimizi korumak bizim için çok önemli. Onlar nesilden nesile aktarmamız gereken kültürel mirasımız. Bizim bu mirasımızı her yönüyle korumak da görevimiz olmalı.
Esen kalınız.