Dört yılı bulan Medimagazin köşe yazıları serüvenimi takip eden değerli okuyucuların fark etmiş olacağı üzere yazılarımda her geçen yıl, Şanlıurfa ve Harran Üniversitesinin geleceğine ilişkin ümitlerimin biraz daha azaldığını fark etmişlerdir. 1990 yılında bir pratisyen olarak geldiğim Şanlıurfa’nın ve 1993’te araştırma görevlisi olarak intisap ettiğim Harran Üniversitesinin hep çok parlak bir geleceği olduğu ümidini besledim ve bunu her fırsatta dile getirdim. Ta ki bundan iki yıl öncesine kadar. Ülkemin geleceğini ne kadar parlak ve ümit dolu görüyorsam Şanlıurfa ve Harran Üniversitesi için bir o kadar karamsarım. Böyle olunca da, o şehirde ve o üniversitede bulunmak size bir yük haline gelmeye başlıyor.
Neyse ki arada bir bazı olaylar oluyor da sırtınızdaki yük birkaç günlüğüne azalıyor ve biraz nefes alıyorsunuz. Hayır, Trabzonspor-Fenerbahçe kupa maçının veya Dünya Akrobatik Motosiklet Şampiyonası’nın Şanlıurfa’da yapılmasından bahsetmiyorum. İlde yaşayıp, bu etkinliklerin arka planındaki hesapları bilince zahirinden aldığınız zevk bir anda yok olup gidiyor. Bazılarının, devletin imkânlarını ve makamlarını kendi gelecek planları için nasıl kullandığını görünce insana "Yazıklar olsun" demekten başka bir seçenek kalmıyor,
Benim sizlerle paylaşmak istediğim güzel etkinlik, her yıl geleneksel olarak kutlanan "Halil İbrahim Buluşmaları" (www.halilibrahim.org ). Sizler bu etkinlik çerçevesinde neler yapıldığını ve toplantının felsefesini web sitesinden okuyabilirsiniz. Ben, toplantının 2. gününde düzenlenen bilimsel etkinliği sizlerin dikkatinize sunmak istedim. Geçen yılki teması "Yardım Ahlakı" olan bir günlük konferansın bu yılki teması "Uluslararası İlişkilerde Yardım Kuruluşlarının Rolü" idi. Harran Üniversitesi destekli gerçekleşen bu toplantıya pek çok uluslararası dernek sunum yapmak üzere başvurmasına rağmen başkanlık görevini yürüttüğüm Bilim Kurulu ancak 9 derneğe sunum yapma imkânı verebildi.
Her biri farklı alanlarda uzmanlaşmış, fakat hepsinin amacı dünyanın neresinde olursa olsun felakete uğramış, mağdur olmuş, yoksulluk ve çaresizlik içindeki insanlara yardım götürmek olan bu derneklerin her yıl milyarlarca doları bu insanların refahı ve mutluluğu için harcadığını bilmek insanda tarif edilmez takdir hisleri uyandırıyor. Malum, demokratik bir ülkede ancak devlet zenginse fertler de zengin olabilmekte. Son yıllarda hem demokrasinin hem de ekonominin ileriye gittiği ülkemizde zengin fertler çoğalmakta ve bu fertler yüzlerce yıllık geleneklerinde var olan yardımlaşma ve hayır yapma alışkanlıklarını hayata geçirmekte. Gerek sunum yapan gerekse sunum yapmayıp Halil İbrahim Buluşmaları’na katılan yardım kuruluşlarından Kızılay, Kızılhaç vb. kurumlar dışında kalanları tamamen sivil inisiyatif olup dağıttıkları yardımları hayırsever insanların yaptığı bağışlarla gerçekleştirmekteler. Bu rakamların ülke çapında milyonlarca, dünya çapında ise milyarlarca dolarla ifade edilmesi, yani hâlâ yeryüzünde bu kadar parayı karşılıksız olarak dünyanın dört bir yanındaki hiç tanımadığı insanların refahı için harcıyor olmaları, şu savaş ve vahşet dolu dünyanın geleceği için hâlâ bir ümit olduğunu düşündürüyor.
Gün geçmiyor ki dünyanın bir yerinden ya bir savaş ya da bir doğal afet haberi gelmesin… Bir de buna Afrika’daki gibi, Batılı "beyaz adam" tarafından iliklerine kadar sömürülüp terk edilmiş insanların çaresizliği ve Orta Doğu’da İsrail’in zulüm kamplarında çekilenler gibi kronik hadiseler eklendiğinde, güneşin doğduğu her yerde mazlum ve mağdurların inleme sesleri göklere yükselmeye devam ediyor. İşin kötü tarafı, doğal afetler hariç, bu inlemeleri durdurmaya madden muktedir olanlar bu inlemelerin açık veya gizli müsebbibi olan devletler. İşte bu noktada sivil inisiyatifin önemi ortaya çıkıyor. Çoğu kendisine dini (Hıristiyanlık veya İslamiyet) referans almış olan bu yardım kuruluşları, insanın doğasında var olan iyilik ve hamiyet duygularını harekete geçirerek muhtaçlara el uzatmaya çalışıyor. Ama tahribat o kadar fazla ve "inşa ediciler" o kadar yetersiz ki, harcanan milyar dolarlar çöle düşen bir damla gibi kalıyor. Şüphesiz düşen damlalar boşa gitmiyor ve ümit tomurcuklarını yeşertmeye devam ediyor.
Bu yardım kuruluşlarının önemli bir kısmı sağlık alanında da hizmetler götürüyorlar bu muhtaç insanlara. Kimisi sağlıklı içme suyu getiriyor, kimi sağlıklı çevre şartları oluşturma yapıyor, kimisi sağlık taraması ve aşılama yapıyor, kimi büyük ameliyatlara girişiyor. Tebliğciler, farklı ülkelerden ve ülkemizden giden bu meslektaşlarımızın resimlerini ve faaliyetlerini de sundular bizlere ve ne kadar gurur duyduk ve minnettar kaldık bu diğergam insanlara. Kendi rahatını ve maddi beklentisini bir tarafa bırakarak o insanların yardımına gitmek ne ulvi bir davranış ve ne büyük bir erdem.
Bir kez daha düşündüm ve iman ettim ki, insan olmanın bilincine ve zevkine varmak ancak ve ancak muhtaçlara el uzatmak ve onlar için karşılıksız bir şeyler yapmakla mümkündür. Herkes bu İbrahimi çağrıya uymalı ve ya parası ile ya emeği ile ya da her ikisi ile birlikte dünyanın dört bir tarafındaki muhtaçlara yardım etmeli. Unutulmamalı ki, mazlumun ve mağdurun inlemeleri semada yankılandıkça ve biz bu inlemelere cevap vermedikçe bize ne bu dünyada rahat var ne de öteki dünyada.
İşte bu seda yükseldi gökyüzüne ateşin insanı yakmadığı Peygamberler Diyarı Urfa’dan. Ve ben bir kez daha şükrettim Urfa’da yaşadığıma ve bunlara tanıklık ettiğime