Evet. Bu bir uyarı yazısıdır. Hem çok yakın gelecekte oluşabilecek problemlere işaret etmek hem devlet ve hükümet yetkililerini/sorumlularını uyarmak, dikkatlerini çekmek, önlem almalarına vesile olmak için ve hem de yarın Hakk’ın Divanı’nda, kendimi mecbur hissettiğim uyarı görevimi yerine getirdiğimin delili olarak bu makaleyi kaleme alıyorum.
Bilindiği üzere, TUS’ta ilk 100’e giren hekimler tarafından beyin cerrahisi, kalp cerrahisi, genel cerrahi, kadın-doğum, ortopedi, kardiyoloji gibi branşların, gerek asistanlık sürelerinin çok yorucu, uzun ve yoğun olması gerekse çok zor ve riskli branşlar olmaları, oluşabilecek bir komplikasyonun bile “doktor hatası” sayılarak çok yüklü tazminatlara, mahkûmiyet kararına maruz kalacakları hasebi ile tercih edilmediği herkesin malumudur.
Çok yüksek puan alan bu başarılı meslektaşlarımızın, daha ziyade “hasta”, “hasta yakını” ve “insan faktörü” ile mümkün oldukça daha az ya da hiç teması olmayan ihtisas dallarını tercih ettikleri bilinmektedir. Hiçbir branşın bir diğerinden daha az önemli olduğunu söylemek doğru değildir. Ancak, karşılaşılabilecek riskler -idealist olan doktorlar çok arzu etseler bile-, bazı branşların tercih edilmelerini menfi olarak etkilemektedir. Hele, hemen her gün hekimlere, cerrahlara ve sağlık çalışanlarına insanlıktan nasibini almamış; nalları, boynuzları, salyaları, ayakları ve yularları eksik mahluklar(!) tarafından uygulanan, katledilmelerine kadar varan taciz, şiddet ve saldırıların, caydırıcı ve kafi derecede cezalandırılmaması eklenince, bekle ki çok çalışkan ve idealist hekimler bu branşları tercih etsin ve ihtisas yapsınlar!
Hekim ve cerrah düşmanı, kendileri, çocukları veya yakınları tıbbiyeyi kazanamadıkları için içlerinde kontrol edilemeyen bir haset ve kin taşıyan, aşağılık kompleksli, ahbap çavuş ilişkileri ve uydur-kaydır yöntemler ile bir yerlere gelmiş bazı yönetici(!) ve yetkililerin(!) uyguladıkları zulüm ve “mobbing” de tuzu biberi…
Bırakın saldırmayı, dövmeyi ve katletmeyi bir tarafa, başka bazı meslek erbaplarına, hakkını arayan insanların bir ters bakışının, itirazlarının ya da sinirlerine hâkim olamadan sarf ettikleri bir sözün bile çoğu zaman hapisle sonuçlanacağı hakikati ortada dururken, bırakın riskli ve zor branşları, tıp fakültelerini kim tercih eder kim doktor olmak ister! Artık tıp fakülteleri de o kadar kontrolsüz, değerlendirilmeden ve mebzul miktarda açıldı ki, hangisinin tıp fakültesi, hangisinin sağlık meslek lisesi olduğunu fark edemiyoruz ya… Allah’tan tabelaları var!
Diğer fakültelerle asla kıyaslanamayacak derecede (En azından önceleri öyle idi.) çok zor ve uzun bir eğitim-öğretim sonrası hekim/uzman/cerrah payesi alanlara uygulanan bunca itibarsızlaştırma girişimleri, aşağılama uygulamaları, eziyet ve cefanın arkasında başka sebeplerin yattığını da akıllara getirmiyor değil…
Mevcudiyetleri ve ciddiyetleri bile şüpheli, sıradan bir fakülteden diploma alarak veya aldığını zannederek, nerede, nasıl ve ne şekilde elde edildiği meçhul akademik payelerle ortalıkta dolanıp, televizyon ekranlarından ve radyolardan arz-ı endam eden, Allah’ın adını da zikrederek Yüce Mevla’yı istismar eden, pervasızca ahkâm kesen, menfaatperest üfürükçülere nal toplatacak ve rahmet okutacak derecede sahtekâr, halkın sağlığı ile oynayan hatta fetva veren, şarlatan, soytarı mutatabbiblerin itibar gördükleri ve saygın makamlara mazhar addedildikleri toplumlarda ilim, bilim, hak, hukuk, hakikat, erdem, liyakat, sadakat, ahlak, emeğe saygı ve adalet mefhumları tartışmalıdır!
Yıllardan beri sürekli olarak katıldığımız bilimsel kongre, sempozyum ve konferanslardan, bahsi geçen bu zor ve riskli branşları tercih eden meslektaşlarımızın da ihtisas alanlarına giren çok tehlikeli ve zorlu ameliyatları yapmaktan imtina ettiklerini ve dolayısıyla bu cerrahi müdahalelerde gerekli tecrübeyi kazanamadıklarını anlamaktayız. Bu uzmanların, genellikle riski daha az ve kolay operasyonları icra ettikleri, ekstra bilgi ve beceri gerektiren hayati ameliyatlardan kaçınmaları, son 20-25 yıldan beri yapılan yanlış ve eksik uygulamaların nispeten de haklı bir sonucudur. Bu durum hâlen, anevrizma, AVM, kalp/organ nakli, endoskopik cerrahi/girişim ve mikrocerrahi gibi komplikasyonları daha fazla muhtemel olan ameliyatları yapabilen başarılı cerrahların, 20-30 yıl sonra yaşlılık/emeklilik ve ölüm gibi çeşitli sebeplerle bu müdahaleleri yapamayacaklarını varsaydığımızda, çok daha büyük bir vahamet arz etmektedir.
Ayrıca son zamanlarda iştirak ettiğim çeşitli tıbbi konferanslardaki bazı katılımcıları(!) gördükçe, bunlara nereden, nasıl ve hangi hocalar(!) tarafından hekim, uzman ve cerrahlık diploması verildiğine, hangi uydur-kaydır yöntemlerle akademik titr sahibi edildiklerine şaşıyor ve bunlara muhtaç olan/olacak hastalara acımaktan kendimi alamıyorum! Ben de “Kel başa şimşir tarak” mı arıyorum ne?
Yakın bir gelecekte karşılaşacağımız bu çok aciliyet arz eden hususu, önemine binaen bir kez daha, yetkililerin, özellikle Sağlık Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulunun dikkatine sunmak ve uyarmak istiyorum. Bunu da bir görev olarak görüyor, kendimi mecbur ve mesul hissediyorum. Umarım bu uyarılarım göz önünde bulundurulur ve gerekli düzenlemeler yapılıp tedbirler alınarak uygulamaya konulur!
Yine karamsar bir tablo çizerek canınızı çok sıktım, farkındayım. Henüz hiçbir yerde yayımlanmamış çok yeni bir rubâîmizle, bir başka iklimde ruhlara serinlik vererek makalemizi bağlayalım.
LEYLÂ GÖRÜNÜR
— — • / • — — • / • — — • / • —
(Mef’ûlü, Mefâîlü, Mefâîlü, Feûl)
Aşk var ise Âlemde, bu Dünyâ görünür!
Gök kubbede yıldız gibi, hülyâ görünür!
Gülgûn kadehinden meyi içtikçe bana,
Hicran da Şirin, Aslı da Leylâ görünür!