Uyku ve bağışıklık sistemi, sağlıklı yaşam sürecinin çok önemli iki koruyucu mekanizmasıdır. İnsan yaşamının yaklaşık üçte birini geçirdiği uyku dönemi ile organ ve sistemlerimizi içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı koruyan bağışıklık sisteminin birbirinden habersiz olması düşünülemez. Son yıllarda uyku ve bağışıklık sistemi ilişkisi üzerine yüzlerce çalışma yapılmıştır. Tıp literatüründe bu ilişki “bidirectional crosstalk” yani “iki yönlü konuşma” olarak özetlenmektedir. Yani uyku ile bağışıklık sistemi birbiriyle karşılıklı olarak haberleşmekte, daha sağlıklı bir yaşam için mesajlaşmaktadır. Santral sinir sistemi ile immün sistem arasındaki bu haberleşme hem sinir lifleri hem de nöromediatör denilen polipeptid yapılı salgılar vasıtasıyla olmaktadır. Basedovsky’nin bu konuda yapılmış olan yaklaşık 500 araştırmayı kullanarak yazdığı derleme çok önemli bir kaynak niteliğindedir. Bu makalede bu mesajlaşmanın muhteviyatından bahsedeceğim.
Uyku görsel ve işitsel uyarılardan olabildiği kadar arındırılmış bir ortamda, istisnalar dışında gece saat 23-24 ile sabah 7-8 arasında yaklaşık 8 saat yatakta geçirdiğimiz istemli hareketlerin olmadığı, sadece otonom faaliyetlerin (solunum, dolaşım vs) ve hayati fonksiyonların devamı için gerekli olan bazal metabolizmanın devam ettiği, olabildiğince pasif olduğunu düşündüğümüz bir yaşam periyodudur. Uykunun kalite ve kantite bakımından iyi olması ile uyandığımızda kendimizi iyi hissederek kalkmış olmayı, uyku süresinin yedi saatten az olmamasını ve uyku sırasında tansiyon, solunum, nabız parametrelerinde değişme olmamasını kastediyoruz.
Bağışıklık sistemi, doğal ve sonradan kazanılmış olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Doğal bağışıklık sistemi, organizmanın içinden ya da dışarıdan olan bir tehdit edici duruma (mikroorganizmalar, hastalanan hücreler, kanserleşme dönüşümünün başladığı hücreler) karşı ilk olarak oluşan cevabı, koruma basamaklarını (mikroplara doğru lökositlerin hareketi, onları yakalayıp yok etmesi, mukoz membranların bütünlüğü, mide asiditesinin yeterli olması, bronşlarda tüysü hareketlerin yeterli olması) içerir. Kazanılmış bağışıklık sistemi ise mikroorganizma ile karşılaşan bağışıklık sistemi hücrelerinin (lenfositler, natürel killer cell, antijen presenting cell, dentritik cell) oluşturdukları salgılarla infeksiyonu sınırlamaya çalışırken, bir taraftan da o mikroba karşı koruyucu hafıza oluşturmasıdır. Sonraki dönemlerde aynı mikroorganizma ile karşılaşıldığında sanki aşılanmış gibi o mikroba karşı hemen saldırı yapmasıdır.
Uyku ile bağışıklık sistemi arasında ilişki olduğunu ise kendi gözlemlerimiz ile de saptamışızdır. İnflamasyon ile seyreden lupus, romatizmal hastalıklar, kardiyovasküler hastalıklar, kanserler, nörodejeneratif hastalıklara baktığımızda hepsinde az çok uyku düzensizliği olduğunu görürüz. Uzun süren uykusuzluk döneminin ardından daha sıklıkla infeksiyonlara maruz kaldığımızı gözlemleriz. Bir infeksiyona maruz kaldığımızda infeksiyonun olağan seyrinde kendimizi daha uykulu hissederiz. Bu aslında adaptif, koruyucu bir mekanizmadır ve bu ihtiyaca cevap vermek organizmanın yararınadır. Böyle bir periyodun başlangıcında immün sistem oluşturduğu bazı salgılar ile beynimize de sinyaller göndererek bizi daha sedanter bir döneme sevk eder, bütün metabolik ve kinetik faaliyetleri yavaşlatıp enerjisini mikroorganizmalar ile savaşta kullanmak ister. İmmün sistemin elemanları olan interlökin -1, TNF-alfa, prostoglandinlerin uykunun düzenlenmesinde rol aldıklarına ilişkin çalışmalar vardır. İnfeksiyonun ilerlediği ya da şiddetli olduğu dönemlerde ise artık kısır döngü başlamıştır. İstesek bile o sitokin fırtınası döneminde kaliteli bir uykudan bahsedemeyiz, uykusuzluğumuz uzadıkça da bağışıklık sistemi bundan olumsuz etkilenir ve infeksiyon süreci uzar. Sitokin artışının olduğu inflamatuar hastalıklarda immun modülatör ilaçlar kullanılmasıyla (Anti-TNF) hastalığın klinik ve laboratuar şiddetinde azalma olmasıyla birlikte uyku kalitesinde de iyileşmeler olduğu gösterilmiştir.
Uyku ile bağışıklık sistemi arasındaki ilişki hastanelerin yoğun bakım ünitelerinde de gözlenmiştir. Yoğun bakım aletlerinin sesli ve ışıklı uyarılar ile ve ortam aydınlatmasının hastaların uyku ritimlerini bozması sebebiyle hastaların iyileşme periyodlarının daha uzun sürdüğü gözlenmiştir. Modern yoğun bakımlarda sesli ve ışıklı uyarı sistemleri minimalize edilmeye çalışılmakta, hastaların biyolojik uyku ritimlerine uygun periyodlar geçirmelerine olanak sağlanmaktadır. Cerrahi servislerde ve ameliyathanelerde gözlenmiştir ki, preoperatuar ve post operatuar uyku düzensizliği yara iyileşmesini geciktirmektedir. Birçok hayvan ve insan çalışmalarında, uykuya yapılan müdahale ile bağışıklık sistemi parametrelerinde olumlu yönde değişiklikler olduğu saptanmıştır. Bu değişiklikler; lökosit migrasyonunun artması, sitokin üretimi, lökosit proliferasyonu, antikor düzeylerinde artma, kompleman aktivasyonunda artma gibi iyileşmelerdir.
Insomnia, yani uykusuzluk durumlarında ise hem immün sistem hücre sayılarında hem de inflamatuar biyogöstergelerinde disregülasyon olduğu gösterilmiştir. Bu temel bilgilere ulaştıktan sonra uyku ile aşı ilişkisi sorgulanmış ve kalite ve kantite bakımından iyi uyku dönemlerinde yapılan aşılarda antikor oluşma seviyesinin daha yüksek olduğu saptanmıştır. Bu tespit aslında hem klinisyenlerin hem de aşı yaptıracak olan bireylerin dikkat etmesi gereken önemli ve faydalı bir ayrıntıdır. Yani aşılarımızı uyku bakımından iyi bir periyot yaşadığımız dönemde yaptırırsak daha yüksek koruyuculuk değeri olur. Kalite ve kantite bakımından iyi bir uyku immün sistemi iyileştiriyor ise uyku kısıtlaması uygulanması ile immün sistem baskılanmasının sağlanmış olması gerekir. Bu hipotetik yaklaşımın immün supresyona ihtiyacı olan, organ nakli yapılan transplant hastalarında faydası görülmüştür ancak bu kontrollü uyku kısıtlaması (sleep deprivation) konusunda bilinmeyenler çoktur, optimal uygulama belirlenmemiştir.
Uykusuzluğa yol açan bazı ilaçların (bazı antidepressanlar, beta blokerler, kortizon, opiat, analjezikler…) uykunun immunsupportif etkisini azalttığı ileri sürülmektedir. Kortizon kullanan hastalarda immunsupresyon olmaktadır. Bu hastaların aynı zamanda uykusuz ve ajite olmaları ilginçtir ve kortizonun yan etkileri olarak gösterilmektedir. Sleep deprivation, uyku azlığı durumlarında iştahsızlık hormonu olarak bilien leptinin azaldığı, ghrelin denilen iştah hormonunun ise arttığı gösterilmiştir. Bu durum yeme davranışı bozukluğuna, obeziteye ve dolaylı olarak immün disregulasyona yol açmaktadır.
Özet olarak şunu söylemek mümkündür: Uyku ve bağışıklık sistemi birbirini beslemektedir. İyi çalışan bir bağışıklık sistemi için kalite ve kantite bakımından iyi bir uykuya ihtiyaç olduğu gibi, iyi uyuyabilmek için de iyi çalışan bağışıklık sistemine ihtiyaç vardır.
KAYNAKLAR
Besedovsky L, Lange T, Haack M.Besedovsky L, et al. The Sleep-Immune Crosstalk in Health and Disease. Physiol Rev. 2019 Jul 1;99(3):1325-1380. doi: 10.1152/physrev.00010.2018.