Geçen sayıda, adli tıp hizmetlerinin ücretlendirilmesi ile ilgili sıkıntılar ve anılardan bahsetmiştim. Bunun üzerine değişik örneklerle desteklenen pek çok geri bildirim aldım. Onlara yeri geldikçe tekrar değineceğim.
Diğer yandan, Sağlık Bakanlığınca görevlendirilen 4 bin hekime yönelik İstanbul Protokolü ile ilgili eğitimlere ben de katkı sağladım. Eğitimlere katılan hekimlerin oturum aralarında dile getirdiği ortak sıkıntılardan biri de, görev yaptıkları birimlerde otopsi yapmak zorunda kalmaları idi. Haksız değiller. Böyle durumlarda, uzmanlık eğitim süresi 4 yıl olan "adli tıp uzmanlık alanı" niye var diye düşünmeden edemiyorum. Tıp fakültesi öğrencileri mezun olmadan önce kadın-doğum, genel cerrahi vb. stajları da yaparlar, hatta bunların staj süreleri adli tıbbınkinden oldukça uzundur.
Ama hiçbir savcı, hâkim veya kaymakam, amir, memur grubundan kişi, bu yeni mezun hekim meslektaşlarımızdan doğum yaptırmasını, sezaryen ameliyatı veya apandisit ameliyatı yapmasını beklememektedir. Uzmanlık alanına ait becerilerin, tüm hekimlerden beklenebildiği tek alan adli tıptır. Bu durumun anlaşılabilir tek nedeni varsa, o da işlerin bir an önce halledilmesi isteğidir. Nasıl yapıldığı, kimin yaptığı, kimin yapması gerektiği hiç dikkate alınmamaktadır.
İlçelerde, köylerde, kentlerde çalışan tüm hekimlerin, kendilerinden beklenen adli tıp hizmetlerinin ağırlığının altında ezildiği bu duruma son verilme zamanı çoktan gelmiştir. Bir ceset nakil aracı ve bir şoförle, hizmetin altyapısı ve uzmanları olan birimlerden alınabilmesi mümkün iken, "Vurun abalıya" misali dağda taşta otopsi yapma gibi bir ağırlığın altına hekimleri koymaya ne gerek var? Durumdan yakınan hekimleri çok haklı buluyorum. Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 22.09.2005 tarihli "Adli tabiplik hizmetlerinin yürütülmesinde uyulacak esaslar" konulu Genelgesinin 2.1 maddesi, hizmetin il içi düzenlenmesini il sağlık müdürlüklerine vermiştir. Düzenleme açısından il içi adli tıp birimlerinin göz önüne alınmasını öngörmüştür. Ayrıca 2.2 maddesine göre, hizmetin düzenlenmesi ve alınacak tedbirler açısından ildeki adli makamlar ve varsa ilgili diğer birimlerle görüşme sorumluluğu da il sağlık müdürlüklerine bırakılmıştır. Başta pratisyen hekimler olmak üzere, adli tıp uzmanı olmayan hekimlerin, adli tıp hizmet sorumluluğu altında ezilmemeleri açısından, il sağlık müdürlüklerinin, adli makamlarla bir araya gelip çözüm yolları üretmelerinin çok önemli olduğu kanısındayım.
Geçen sayıdan sonra adli tıpla ilgili gündeme bir de ıslak imza oturdu. Yok, raporu verecek hekim kura usulü seçilmemiş, yok önceden belirlenmişler falan. Bunlar kurum içi işleyiş. Hiç önemli değil doğrusu. Önemli olan, tüm kurum ve kişilerin, tek bilirkişi merci olarak Adli Tıp Kurumunu tanıyor olmaları. Rapora konu olan olayla ilgili taraflar da avukatları aracılığıyla dosyalarını, konusunda uzman örneğin ıslak imza makinelerini bilen, konuyla ilgili bilimsel tartışmalara hâkim bilirkişilere sunarlar. Aldıkları bilirkişi incelemesine ait raporları yargıya sunarlar. Hâkim ya da taraflar gerekirse raporu hazırlayan bilirkişilerin mahkemede raporlarını açıklamalarını ve savunmalarını ister. Hâkim hangisini daha bilimsel ve açıklayıcı bulursa ona göre karar verir. Bizdeki sıkıntı, dosyayı Adli Tıp Kurumuna gönderip, gelen sonucu "ve tanrı buyurdu ki" şeklinde ele almaktır. Tüm raporları bir de adli tıptan geçirmek diye bir kavram var. Böyle bir onay merci ön görülüyorsa, mahallindeki adli tıp uzmanı ve adli tıp uzmanı olmayan tüm hekimler hiç rapor düzenlemesin. Boşuna ülke kaynakları harcanmasın.
İşte derlenen adli tıp anılarından biri daha.
Piknik masasında otopsi…
Bahar aylarında bir pazar günü, herkes dışarılarda
Güneşe hasret bitmiş; insanlarda bahardan olsa gerek, bir mutluluk, bir iyilik hali
Arkadaşlarımla bir çay bahçesinde oturmuş çayımı içiyordum. Sohbet öyle koyuydu ki, telefonumun çaldığını son anda fark ettim. Arayan tıp fakültesinden bir sınıf arkadaşımdı. Kızla görüşmeyeli yaklaşık iki yıl olmuştu. Biraz da şaşırarak açtım telefonu. Sesi değişmemişti, ama titrekti. Çok kısa bir "Nasılsın, iyi misin?" faslından sonra, tayininin Karadeniz’de küçük bir ilçeye çıktığını, bu hafta adli nöbetçi olduğunu söyledi. Kendisini olay yerine götürmüşler. Telaşlı bir ses tonuyla yardım istiyordu. Ölenin kırk yaşlarında bir erkek olduğunu, dediklerine göre piknik yaparken birden öldüğünü, etrafta boş bira şişeleri ve mangaldan başka da bir şey olmadığını anlattı.
Birden bahar ayının sıcaklığı, yerini soğuk bir olaya bırakmıştı. Aslında ne yapılması gerektiğini biliyordum ve ona aktarabilirdim. Ancak her şey o kadar kolay değildi. Arkadaşım, sürekli olarak savcının çok sinirli olduğunu, olayı hemen çözmek istediğini ve etrafa bağırdığını, kendisinin de çok korktuğunu söylüyordu. Ona sakin olmasını, olay yerinde detaylı bir incelemenin yapılamayacağını ve cesedin yakındaki bir hastanenin morguna kaldırılması gerektiğini anlattım. Bunu o da düşünmüştü, ama bir sorun vardı. Savcı, her şeyin olay yerinde halledilmesini istiyordu. Onun düşünceleriyle bizimki bir türlü tutmuyordu. Öyle ki bağırmalarını telefondan ben bile duyabiliyordum. Sonra çok zekiymişim gibi arkadaşıma, dert etmemesini, nasıl olsa otopsiyi yaptıracak teknisyeni, otopsi aletlerini bulamayacağını ve vazgeçeceğini söyledim. Telefonu kapattık.
Bir süre sonra tekrar aradı. Bana planımın işe yaramadığını, yakın bir köyden testere, avcı bıçağı, çuvaldız, naylon ip, bir leğen ve bir de kova bulduklarını söyledi. Otopsi masası da hazırmış, piknik yapılan masa
Yanlış okumadınız, bu olay 21. yüzyılda yaşanıyor. Yer Türkiye
13. yüzyılda Bologna’da bir hastane morgunda yapılan otopsi, sekiz yüzyıl sonra gelişen teknolojiye bağlı olarak piknik masalarına taşınmış. Köyün imamı olan teknisyen de, işinin ehli, engel hali yok. Yarar hali de yok ama kimin umurunda…
Ceset çırılçıplak soyuldu. Vücudunda travmatik bulgu yok, otopsi yapılsa pratisyen arkadaş ne bulacak merak ettim doğrusu
Utanarak otopsi tekniklerini arkadaşıma aktardım, o da imama
Bir şekilde birkaç yer kesildi, kan akıtıldı
Savcı mutlu. "Bakın olmaz diyordunuz, isteyince nasıl da oluyormuş. Tembellik yapmayın işinizi yapın." diyor. Testere ile kafatası açılınca kan aktı ya, yaşasın bulduk! Beyin kanamasından ölmüş diye seviniyorlar
Sorun çözülmüştü
Keşke olaya telefonla dahil olmasaydım. Onlara beyin kanamasının bulgularını
O kanın sinüslerden akan kan olduğunu anlatmasaydım.
Son konuşmamız
Arkadaşım "fiimdi ne olacak" diye sordu, ona, parça alması gerektiğini söyledim. Kan ve idrar örnekleri, hatta mide içeriği
Köydeki sağlık evinden enjektör geldi. Kan alındı, idrar alınamadı
Kan ve vücuttan nasıl alındığı bilinmeyen doku parçaları kavanoza konulacak. Evet, kavanoz yok formol yok
Tabii, savcı konunun uzmanı; toksikolog, otopsi uzmanı, hatta patolog
Muhtara talimat verildi. Kavanoz bul, formol de; olmadı alkol de olur. Alkolle doldurulan kavanozlar ilgili kurumun ilgili ihtisas dairesine gönderildi. İmzalar atıldı. Sorun yok, yola devam
(*)Derleyenler: Yasemin Balcı, Kenan Karbeyaz, Mürselin Kurt
(Biz aktaranların yalancısıyız)