SORUMLULUK HUKUKUNDAKİ GELİŞMELER, BİRÇOK PROBLEMİN ORTAYA ÇİKMASINA SEBEP OLMUŞTUR.
GÜNÜMÜZDE BİREYSEL SORUMLULUKLAR, AŞKIN DEĞERLERİN ZAYIFLAMASIYLA GENELLİKLE AZALMIŞTIR.
BİREYSEL SORUMLULUKLARIN DEVRİ SAĞLANARAK KURUMSALLAŞMA ZORUNLU HALE GELMİŞTİR.
DESENE SORUMLULUKDA BİREYSELLİKTEN, KURUMSALLIĞA AKTARILMIŞTIR.
ÖYLE Kİ SOSYAL SORUMLULUĞUN SİGORTALANMASI PROJESİNE GEÇİLMİŞTİR.
ANCAK BUGÜN BİREYSEL SORUMLULUKTAN, KURUMSAL SORUMLULUĞA GEÇİŞ SORUNU YAŞANMAKTADIR.
OYSA BİREYSEL SORUMLULUKLARIN İHMALİ KARŞISINRDA SORUMLULUKLARIN SİGORTALANMASI AMACI GÜDÜLMÜŞTÜR.
BİREYSEL SORUMLULUKLARIN İHMALİ BU SOSYAL SORUMLULUKLARIN SİGORTALANMASINI ZORUNLU HALE GETİRMİŞTİR.
DESENE SÖZÜN SENET OLDUĞU TOPLUMDAN; YANİ SÖZLÜ VE VİCDANİ HUKUKİ YAPTIRIMDAN, MADDİ VE KURUMSAL HUKUKİ YAPTIRIMA GEÇİLMİŞTİR.
YANİ BİREYSEL VE VİCDANİ YAPTIRIMDAN; KURUMSAL HUKUKİ YAPTIRIMA GEÇİLMİŞTİR.
TOPLUMSAL YAPILARIN DEĞİŞMESİ, BİREYSEL HUKUKİ YAPTIRIM KURUMSAL HUKUKİ YAPTIRIMA EVİRMİŞTİR.
MÜSLÜMANLAR ARASINDA KURUMSALLAŞMAYI İYİ ANLAYAMADIĞIMIZDAN PEK ÇOK TARTIŞMA ORTAYA ÇIKMIŞTIR.
Sorumluluk denilince daha çok akla, haksız fiiller sorumluluğu gelmektedir.
Tarihteki bir dönemde, ” zarara uğrayan katlanır ” fikri hâkimdi.
Daha sonra “ kusuruyla zarar veren öder” anlayışına geçilmiştir.
İlk dönem toplumlarda, kusura dayalı sorumluluk ilkesi, ilk akla gelen sorumluluk olmuştur.
Günümüzde haksız fiil sorumluluğu denilince, sadece kusur sorumluluğu değil, hem kusur hem de kusursuz sorumluluk anlaşılır.
Kusursuz sorumluluğun dayanağı, “ her nimetin, bir külfeti vardır” ilkesidir.
Tarihteki klasik kusur ilkesi, sosyal gelişmeler karşısında yetersiz kalmıştır.
Bu durum toplumu, sebep sorumluluğu ilkesinin kabulüne zorlamıştır.
(TEHLİKE SORUMLULUGU / SİGORTA SORUMLULUĞU)*
İnsan; kendisine akıl verilen ve sorumlu tutulan bir varlıktır.
Sorumluluk, kişinin önce kendine karşı sorumluluğuyla başlar.
Sonra başkalarına karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülükleriyle devam eder.
Her iki sorumluluğun da zamanında yerine getirmesi gerekir.
Klasik ifadesiyle sorumluluk, “ her nimetin bir külfeti vardır” ilkesidir.
Sorumluluk, kişilik karakterinin en önemli öğelerinden biridir.
Sorumlu olan kişi, kendi üzerine düşen görevleri ve işlevleri zamanında ve istenilen şekilde, istenilen biçimde yerine getirmek zorundadır.
Buna karşın insanoğlu, özgürlüğünü kazanmak, genişletmek ve korumak için öteden beri mücadele etmiştir.
( ÖZGÜRLÜK VE SORUMLULUK )*
Sorumluluk hukukundaki bu gelişmeler, hukuk normlarında da yeni problemleri ortaya çıkarmıştır.
Kadın ve erkekten her biri, hukuk önünde fıtratlarına uygun eşit hak ve fiil ehliyetine sahiptirler.
Dün olduğu gibi bugün de kadın ve erkek arasındaki sorumluluk; “ biri diğerinden daha sorumlu değildir ” şeklindedir.
Öyle ki dün sadece erkeğe yüklenen “ nafaka, mehir borcu, ” günümüzde de aynı özelliğini koruyor mudur?
Keza sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve sosyal-siyaset temelli olan şahitlik, birden çok evlilik gibi özel düzenlemeler, yine aynı konumunu sürdürüyor mu?
Sorumluluk hukukundaki bu gelişmeler, bu sorumlulukları da etkilemiş midir?
Klasik dönemdeki kadınların sorumluluklarının, daha çok fıtri ve sosyo-kültürel temellidir.
Kadınların sorumluluk alanları hukuken daraltıldığı dönemlerdeki hukuki düzenlemelerin, günümüz için de aynı yasal olma özelliğini devam ettirmeleri doğru mudur?
Ne kadar sorumluluk o kadar hak, ne kadar hak o kadar sorumluluk mudur?
( HAK VE ÖDEV DENGESİ )
Şâriî, tarafların hukukunu belirlerken, hiç kuskusuz fıtratı, koşulları ve toplumsal kabulleri de dikkate almıştır.
Buna göre hak ve görev taksimatı yapmıştır.
Tekâmüle giden yolda, bireysel ve toplumsal değişim gereği sorumluluk hukuku da değişmiştir.
Sonuçta tarafların hak ve sorumluluklarının belirlenmesinde her daim kültürel algılar ve genel kabullerle karşılaşmıştır.
Elbette tarafların hukukunu korumada fıtrata uygun bir düzenleme yapılması gerekmektedir.
Burada taraflar hakları kullanırken hukuk önünde eşit olmasından söz edilmektedir.
Tarafların, insan hakları konusunda eşitlik ilkesi bulunmaktadır.
Ancak kamunun sorumlu tuttuğu ödevlerin ve emanetlerin tevzi konusunda, farz-ı-kifâye hukuku hâkimdir.
Ödevler konusunda kadınla erkeğin aynı olduğu haklar vardır.
Kadının ödevlerinin daha hafif olduğu yerler vardır.
Kamunun emaneti tevdi konusunda, farz-i kifâye kabilinden sorumlulukları vardır.
İlkesel olarak bu sorumluluk, emaneti tevdi konusunda mutlak eşitlik hâkim olmayıp liyakat ve ehliyet asıl olmalıdır.
( FARZI AYN- FARZI KIFAYE)
Klasik dönemde evlenecek erkeğin sorumluluk alanı evlilik birlikteliği boyunca eşinin nafakasını temin etmek ve mehrini ödemek olmuştur.
Keza asabe olarak baba ve erkek kardeş, boşanmış kız kardeşlerinin (yoksulluk durumunda) nafakasını da teminle yükümlüdür.
Bu kanun koyucunun erkeğe yüklediği sorumlulukla ilişkilidir.
Öte yandan kanun koyucu nafaka, mehir ve şahitlik gibi konularda erkeğe daha fazla sorumluluk yüklemiştir.
Buna karşın erkeğin mirastan iki hisse alması kendisine tevdi edilen bu görevlere mukabildir.
Klasik dönemde genellikle erkeğin sosyal hayat içerisinde bulunması, erkeğe daha fazla sosyal hayat içerisinde sorumluluk gerektirmiştir.
Nafaka, mehir, diyet, cihat, şahitlik, kadılık gibi sosyal hukuk kapsamında erkeğe daha fazla sorumluluk verilmesiyle yakından ilişkilidir.
Bugüne kadar taraflara bu sorumluluk noktasından bakılması gerekirken, bu durumun İslâm’ın kadınlara bakışını yansıttığının ileri sürülmesi doğru izahtan varestedir.
Kadın ve erkeğin sosyal statüsü, fıtratları gereği görev taksimi yapılmasından kaynaklanmış bir durum olsa gerektir.
( ADALET VE EHLİYET / LİYAKAT)
Klasik dönemde daha çok erkek bu sorumluluğu yüklenmiştir.
Bunun için de naslara bakıldığında kadın ve erkek arasında bir ayrıcalık var gibi gözüken farklılığın sebebi kadının sorumluluğu ile ilişkilidir.
Erkek için daha çok sorumluluk verilmiş ve daha çok hak talebinde bulunulmuştur.
Naslara bakıldığında görüleceği üzere kadın için miras, şahitlik gibi bazı konularda özel düzenlemeler mevcuttur.
Bu sosyo-kültürel, sosyo-siyaset ve fitri açıdan kadına verilen görevin az olmasıyla ilgilidir.
Bu düzenlemeler zaman, yer ve şahısların durumlarına göre zayıf tarafın korunmasına ve durumsallığına yönelik getirilen bir yasal düzenlemedir.
Var olan hukuk sistemine göre hak dağıtımının daha isabetli ve daha doğru olacağı da kuşkusuzdur.
Yoksa günümüzdeki evliliklerde taraflardan birine daha fazla sorumluluk mu yüklenmiştir?
Günümüz sorumluluk hukuku, sorumluluğu bireysel olmaktan çıkarıp sorumluluğun organizasyonunu üçüncü kişilere yani kurumsal müesseselere, sigorta şirketlerine vererek sorumluluğun devrini yapmıştır.
Bireylerin sorumluluğunun, kurumsal yapılanmalara devri, sorumluluğun organizasyonu ve hukuki yaptırımının sağlanması toplum tarafından geç anlaşılacağı sanılmaktadır.
Desene kurumsallaşmayı anlayamadık.
Sorumluluğun sigorta edilmesi, toplumsal birlikteliğin zorunlu sonucudur.
(KURUMSALLAŞMA- SORUMLULUGUN SİGORTALANMASI, HUKUKİ YAPTIRIM)* Saygılarımla.