Medyada iki üç haber arka arkaya yayımlanınca daha fazla dayanamadım ve bu konulardaki düşüncelerimi siz değerli okuyucularımla paylaşmak istedim.
Bunlardan birincisi; eski, yeni tüm milletvekillerinin üniversitelerdeki “çok önemli kişiler [very important person(VIP)]” kliniklerinde tedavilerinin yapılacağı ve bu uygulamaya bazı üniversitelerin hemen başladığı haberi.
Elbette parlamenter demokrasilerde parlamento üyelerinin toplumdaki yerleri çok önemlidir. Fakat üniversite öğretim üyelerinin ya da profesörlerin ve hekimlerin de yerleri çok önemlidir. Bu denge örneğin; İngiltere’de çok özenle korunmaktadır. Bu dengenin korunması için herkesin yerini bilmesi gerekir. Eğer devlet parlamento üyelerine farklı bir muamele yapmak istiyorsa bunun özel hastaneler, bölge hastaneleri vs.pek çok başka yolu vardır: Zira üniversite hastaneleri ihtisas hastaneleridir ve profesör burnu akanı muayene etmez. O kişinin yeri sağlık ocakları ya da aile hekimleridir.
Eğer böyle bir uygulama tıp fakültesi hastanelerinde hayat bulursa, hem toplum açısından hem de “ulema” sınıfı açısından pek çok komplikasyonu beraberinde getirecek ve maalesef üniversite öğretim üyeleri de çok kan kaybedecektir.
Belki üniversitelerin para kazanmak için buna mecbur olduğu söylenebilir, ama bir profesörün ne kadar fazla hasta bakarsa performansının o kadar yüksek olacağı şeklindeki bir uygulama, zaten üniversiter sisteme uymayan “ne kuş ne deve” şeklindeki bir uygulamadır. Umarım, her iki taraf da salim kafa ile böyle bir uygulamanın ne tür sakıncaları olabileceğini düşünme zahmetine katlanır.
İkincisi ise Tam Gün Yasası ile mesai saatinden sonra öğretim üyelerinin hastanede özel hasta bakabileceği uygulama. Bazı üniversiteler bu uygulamaya hemen başladı ve işin ilginç yanı, bu uygulamaya yardımcı doçentlerin de dâhil oldu. Bu insanlar aslında yeni uzman olmuş, eskinin baş asistanları. Mesai saati içerisinde ders verecek, hasta bakacak, araştırma yapacak; peki ne zaman akademik performansını geliştirmek ve doçent olmak için çalışacak? Bu insanları ‘Sen hocasın.” diye pohpohlayacaksınız, arkasından da karşınıza alıp sınavda terleteceksiniz. Sınavı verebilirlerse mesele yok, ama veremezlerse kimi içine kapanarak mutsuz olmakta kimisi de sağın solun açığını araştırıp dosya tutmaya heves sarmaktadır. Aslında YÖK bu konulara bir çözüm getirir diye umuyorduk, ama onlar da çok iyi niyetle başladıkları çalışmaları, sanıyorum bazınedenlerle sonuçlandıramadılar. Temenni ediyorum ki, bu vatansever insanların başlangıçtaki şevkleri kırılmamıştır.
Yukarıda da söylediğim gibi, üniversite öğretim üyesi yaptığı araştırmalarla ve akademik faaliyetleriyle değerlendirilir. Devletin buna göre ücret ödemesi gerekir. Yoksa iane toplar gibi bu insanlara ücret ödemek sistemi temelinden sarsar. Ayrıca, üniversite öğretim üyesinin görevi araştırma yapmak, ders vermek ve varsa kamu hizmeti görmektir. Devlet bunlar için ders başına ya da hasta başına para ödemez, durumuna ve konumuna göre belirli standartlarda ücret verir. Aksi sistemi yozlaştırır.
Üçüncüsü de üniversitelerdeki durum. Özellikle tıp fakültelerinde hasta yatağından daha çok profesör ve doçent var; şimdi bunlara bir de yardımcı doçentleri eklerseniz gerisini siz düşünün. Benzetmemi lütfen mazur görün, ama herkesin general olduğu yerlerde savaşacak asker yok. Düzeltmenin yolu, profesör ve doçent sayısının sınırlandırılması ve herkese çağdaş ölçülerde ücretini devletin ödemesidir. Artık bu konuyu üniversitelerin de şapkalarını önlerine koyup düşünme zamanları gelmiş ve çoktan geçmektedir.Her şeyin diplomaya bağlandığı yanlış uygulamadan ülkemizin bir an önce kurtulması gerekmektedir.
Bir diğeri de, üniversitelerin yurt dışı kongrelere poster asmak için bir sürü para ödeyerek öğretim elemanı göndermesi uygulamasıdır. Daha önceleri iletişim olanakları bu kadar gelişmiş olmadığı için yenilikleri ancak kongrelere giderek öğrenebiliyordunuz. Oysa şimdi neredeyse nefes aldığınızı bile bir başkası anında öğrenebiliyor. Artık bu iş alay konusu olmaya başladı: “Ay şekerim şu ülkeye gidip şunu alıp geleceğim, falan yerde kongre var da”. Üniversiteler buralara harcadıkları paraları çok başka alanlarda iyileştirmeler için kullanabilir.
Hele bir de ulusal kongrelere yabancı bilim adamlarını çağırıp ağırlama sevdası yok mu, insana pes dedirtiyor. Merdi kıpti gibi, “falan filan için İDO feribotunu 40 dakika bekletti, falan filanın muhteşem evinde şöyle ağırlandı.” gibi üzücü itiraflar insanın içini sızlatıyor ve üniversitelerdeki gelinen nokta bu mu, diye isyan ettiriyor.
Yeni bir konuda yeniden buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.