İki aya yakın bir aradan sonra tekrar Medimagazin yazılarımız ile vuslata erdik. Daha önceleri muhtelif vesilelerle ifade ettiğim üzere bu köşede yazmak –veya yazabiliyor olmak- bana büyük bir keyif veriyor. Bu köşeyi ülkenin 4 1 (Perihan Maden usulü okunacak, yani “dört bir”) yanındaki meslektaşlarla hasbıhal zemini olarak görmekteyim. Hatırlarsanız daha önce yazıma gelen –olumlu veya olumsuz- tepkilerden ne kadar büyük haz aldığımdan bahsetmiştim. Bu yıl da aynı “tepkiselliğin” artarak devam etmesini ümit ediyorum. Tabii bu arada, bu çok sesliliğe katkıda bulunma konusunda Medimagazin idaresine düşen bir görev var. Ümit ediyorum daha önce sözünü ettikleri, internet okuyucularına “Yorum” yapma şansını bu yıl verirler. Böylece e-posta yazma zahmetini katlanamayanlar da iki kelam etme imkanı bulur.
Yazı işleri bu yıl köşe yazarlarına belli kurallar getirdi. Bunlardan beni en fazla ilgilendiren kelime sayısıydı. Kısacası Yazı işleri; “Medimagazin’in okuyucu kitlesi ariftir. Siz kısaca yazın onlar anlar. Lafın tamamı ahmaklara söylenir” demeye getirdi. O yüzden peşrevi daha fazla uzatmadan yazacaklarıma geçeyim.
Bu vuslat yazısında, geçen yaz aylarına damgasını vuran iki olaydan bahsetmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi Cumhurbaşkanı seçimleri ve bunun getirdiği genel seçimler, diğeri de susuzluk ve bunun getirdiği kuraklık. Bu olayların her ikisi de bir şekilde Medimagazin’de ve ülke medyasında işlenen sağlık, sağlık politikaları ve sosyal sorumluluk temaları ile yakından alakalı.
Malum, mevcut takvim gereği Türkiye yaza yeni bir Cumhurbaşkanı ile girecekti. Ama ol(durul)madı. Bunun üzerine mevcut hükümet, “madem ki bizim adayımız Cumhurbaşkanı ol(durul)madı, ben de bu tatili size zehir edeyim de görün” diyerek seçime gitti. Dolayısıyla da bütün tatil planları 22 Temmuz’a endekslendi. Kimi o tarihe kadar izin kullanıp işine döndü, kimi mayosunun üzerine bir pantolon çekip memleketine oy kullanmaya geldi, kimisi de bulunduğu şehirde sıcağın 50oC’ye ulaşmasına bakmadan seçim gününü bekledi. Seçim önemliydi. Meslek Birliğimiz ve Uzmanlık Derneğimiz bize sağlık alanında her şeyin kötü gittiğini söylemiyor muydu? İşte şimdi bu hükümetten de onun sağlık politikalarından da kurtulmanın tam zamanıydı. Ama olmadı… Hem de ne kadar olmadı? Bir sürü milletvekili değişti, bir sürü bakanın değişme ihtimalinden bahsediliyor ama Sağlık Bakanı “banko” yerinde… Anlaşılır gibi değil… Mantıkla izahı imkansız…
Bir de bu yaz yağmur yağmadı, barajlar boşaldı, tarlalar sulanamadı… Hemen suçlu arandı ve bulundu: Belediyeler ve onların başkanları… Tabii, binlerce hastanede açık bırakılan veya tamir edilmeyen milyonlarca musluğun, bu muslukları açık bırakan veya kapatmayanlar ile bu muslukları tamir ettirmeyen idarecilerin bunda hiçbir katkısı yoktu. Umumi tuvaletlerde ve tabii ki sağlık kurumlarındaki tuvaletlerde muslukları veya vanaları açıp işi bittikten sonra eli kirlenmesin diye musluğu açık bırakan “hanzoların” bunda hiçbir günahı yoktu.
Kaçak su kullanan haramzadelere söyleyecek bir söz bulamıyorum, onlar zaten toplumun yüz karası. Ama, “parası neyse veririz kardeşim!” diyerek günde 3 defa arabasını yıkayan, 4 defa duş alan (Bir yazıda da, bu “duş alma” ile “banyo yapma” arasındaki farkı sıhhi açıdan ele almak isterim. Ekonomik açıdan fark olduğu kesin, “su akar deli bakar”.), “relax” olmak için küveti doldurup köpük banyosu yapan veya jakuzide “tepinenlere” ne demeli. Şimdi dişinizi fırçalayacak veya yüzünüzü yıkayacak su bulamayınca, feryat-figan… Hiç, “bizim bu kadarcık tasarrufumuzdan ne olur ki” demeyin. Sayınız o kadar çok ki, küçük bir baraj sizi beslese yıllık su israfınıza yetişemez. 12 Mart 2007 tarihinde bu köşede “Doğa Mühlet Verir Ama Savsaklamaz!” başlıklı yazımda başka bir vesileyle “Doğa imhal eder ama ihmal etmez. Unutmayın, Doğa kurduğu sistemi bozmaya çalışanlardan bir gün çok şiddetli hesap sorabilir…” demiştim. Sanki o günler her zamankinden daha yakın…