Yükseköğretim ve eğitim sistemimizin yeni baştan organize edilmeye çalışıldığı ve farklı alternatiflerin tartışıldığı zamanımızda, lisans, yüksek lisans, doktora, yüksekokul, enstitü, akademi ve üniversite kavramları üzerine fikirler beyan edilirken, özellikle üniversitelerde kısaca “hoca” sıfatı ile tanıdığımız öğretim üyeleri ya da bilim insanlarının vasıfları ne olmalıdır, diye de kafa yormak durumundayız.
Her ne kadar günümüzde, artık sokaktaki seyyar satıcıdan galeri sahiplerine kadar herkese “hocam”(!) diye hitap ediliyorsa da, biz tarihsel akademik çizgide, çağdaş, evrensel, ilmi tahsil geleneği ve terbiyesi içerisindeki hakiki bilim insanını (adamı) temsil eden, “hoca”ların vasıflarına bir göz atmak istemekteyiz.
Bilimle uğraşan kişi olması gereken “bilim insanı”, günümüz tabiri ile “hoca”, ansiklopedik açıdan “Nesnel dünyaya ve bu dünyada var olan olgulara ilişkin tarafsız gözlem ve sistematik deneye dayalı ve genel doğrulara, temel yasalara ulaşmayı hedefleyen zihinsel etkinliklerin ortak adı” (AnaBritanica) şeklinde tarif edilmektedir.
Esas itibariyle, eğitim-öğretim faaliyetlerinde ve insanlığın refahı için faydalı yeni ilmi ufuklar ve kapılar açan araştırmalarda bulunmak ve toplumu muasır medeniyet seviyesine çıkartıcı bilinçlendirme çalışmaları yapmak gibi temel görevleri olan Bilim Adamı (İnsanı), evrensel düşünebilen, objektif, sabırlı, inatçı, yüksek erdem ve ahlaki sorumluluğa sahip, tecrübesi, felsefesi, öngörüsü ve ileri görüşü olan, eşi ile birlikte çileli dolu ilmi hayat tarzını kayıtsız şartsız kabullenmiş, entelektüel, klasik tabirle münevver, velhasıl “aydın” kişi olmak mecburiyetindedir.
Ayrıca, ilmi açıdan bakıldığında, her türlü dalkavukluk ve şarlatanlıklardan uzak, duygularına yenilmeyen, zaaflarına taviz vermeyen, ilmi fikirleri çerçevesinde risk alabilen, doğru bildiği yoldan asla şaşmayan, üniversite-halk, üniversite-ticaret, üniversite-sanayi ve üniversite-insan iletişimini ve ilişkisini kurabilen, ilmi, aklı ve hakikati her zaman ön planda tutan, tavizsiz, doktrin sahibi, çeşitli kaygılar ve şahsi menfaatler gibi başka şeylerle değil, araştırmaları, yayınları, yetiştirdiği öğrenci ve bilim insanları, projeleri, patent ve keşifleri ile şöhret bulmalıdır.
Resmi, politik, geleneksel, kanuni ve toplumsal, ne olursa olsun, her türlü korku ve ürkekliklerden uzak, bağımsız düşünebilme kabiliyeti ise bilim adamının bir diğer olmazsa olmazıdır. Yani özgür düşünebilme sıfatı, yeni projeler yapabilmek ve farklı araştırmalara imza atabilmek için, bilim insanının içindeki, kendisini yeni kapılar açmak üzere hep ileriye doğru ateşleyen ve yanan meşalesi olmalıdır.
Özgür düşünebilme yeteneği olmayanın, yeni fikirler ve projeler üretemeyeceğini unutmamak gerekir. Çünkü yaratıcılık ve özgürlük, bilim adamının çok önemli, atbaşı giden, ikiz ve doğurgan ana hasletleridir. Bu hasletlerin çocukları ise projeler, araştırmalar, makaleler ve kitaplardır.
Hocalar, tercümelerle, derlemelerle ve kıyl’u kaal’ler (…o dedi, …bu dedi, …denildi) ile değil, bizatihi yaptığı ilmi araştırmaları, fikirleri, buluşları ve sahip olduğu telifleri ile tanınmalıdır. Zira araştırmalara dayalı olmayan eserler, bilimsel olma özelliğine sahip olamazlar. Bu arada yazılmamış, kayıtlara geçmemiş, makale ya da kitap halini almamış bir araştırmanın da, ne kadar kaliteli ve sağlam temellere dayalı olursa olsun, kalıcı hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmadığını da ifade etmek isterim.
Bilim adamlarını akademisyenlerden ayıran en önemli fark, yaptıkları bilimsel araştırmaları ve buluşlarıdır. Nitekim akademisyenler, ağırlıklı olarak derleme faaliyetleri yaparken, genellikle ilim adamları, yeni buluşlara, farklı ufuklara kapılar açan araştırmaları ile ön plana çıkmaktadırlar.
Deveye “Neden boynun eğri?” demişler ya… Devenin cevabı gibi bir şey işte…
Biz yeni bir rubaimizle tefekküre yelken açalım.
İKİ KALEM
“HİCRAN” denen bu sevda, dert, keder, hüzün, elem.
Hiç şüphesiz inandım, fuadımda müstahkem.
Mütevekkil Münzevi, Müteharris Müşteki,
Rubaiyyat-ı Aşk’ı, yazdığım iki kalem.