Lozan Barış görüşmeleri tamamlanmış, imzalar atılmış, İngiliz heyetinin başkanı Lord Curzon ile Türk heyetinin başkanı İsmet Paşa arasında şöyle bir söyleşiden bahsediliyor:
Lord Curzon soruyor:
– Paşa istediğini aldın mı?
– Aldım.
– Cebine koydun mu?
– Koydum.
– Bak, sana bir şey söyleyeyim. Siz Türkler tembelsiniz, çalışmayı sevmezsiniz, ileride de çalışmayacaksınız. Sonuçta yine paraya ihtiyacınız olacak. Para bir bende var, bir de şunda (Amerikan delegesini gösteriyor). Gelip bizden para isteyeceksin. İşte o zaman bu verdiklerimi, cebine koyduklarını senden bir bir geri alacağız.
– Verirsem alırsın.
Ekonomist değilim. Bu nedenle, konuşmanın ekonomik yorumunu yapmam doğru olmaz. Satılanlarla elde olunan gelirin ne olduğunun analizini, ekonomistler ve tarihçiler mutlaka yaparlar.
Gelin, biz yine sağlığa dönelim. 2000’li yılların başında, uluslararası kurumlarla yapıldığını sandığımız görüşmeler ve sonrasında yapılan, şimdilik gizli olan anlaşmaların içinde, bankacılığın, sigortacılığın uluslararası sermayelere açılması var mıydı, vardı. Bunlar arasında sağlık sisteminin özelleştirilmesi de var mıydı?
Sağlık harcamaları, giderek yılda 40 milyar dolara yaklaşıyor. Doğal olarak bu para ve ortaya çıkan meblağ, yabancı yatırımcıların da ilgisini çekiyor.
Devlete ait olan işletmeleri ya doğrudan ya da önce özelleştirir, sonra yabancılara satarsın. İşte, diğer alanlarda olduğu gibi, sağlıkta da uzun vadede planlanan ve yapılmaya çalışılan budur. Aslında bütün hükümetler, sırtlarında büyük bir gider kamburu olan eski SSK’yı, şimdiki birleşik adıyla SGK’yı da özelleştirip satmak isterler de, alan olur mu bilinmez.
Sağlık kurumları ve hastaneler ilk kurulduklarında, yerleşim birimlerinin dışına ya da kenarına, geniş bahçeler içine yapılmışlar. Yanında sağlık ocağı, sağlık meslek lisesi, lojmanlarıyla birlikte bir kompleks oluşturmuşlar.
Yıllar geçtikçe, şehirleşme başladığından itibaren, köylerden, kasabalardan büyük şehirlere göç başlamış. Yerleşim yerleri ve yaşam alanları büyümüş, hastaneler de, şehirlerin kasabaların tam orta yerinde kalmış, neredeyse şehirlerin tam orta göbeğine çakılmış durumdalar.
Her hastanenin, sağı solu, önü arkası, büyüklü küçüklü binalarla kuşatılmış. Bu nedenle büyütülmeleri de olası değil. Hastaneler etrafında, otopark ve trafik sorunları giderek içinden çıkılmaz hale gelmiş.
Kırk, elli yıl öncesine göre planlanmış olan, hastane etrafındaki cadde ve sokaklar, bugünün ihtiyaçlarına yetmemeye başlamış. Yolları genişletmek, hastaneyi büyütmek için binaları yıkmak gerekiyor. Hastane civarı denilerek zamanın belediyeleri, rant için alabildiğince yüksek katlı binalar için ruhsat vermişler. Altları dükkân, eczane, lokanta, çay-kahve salonları yapılmış. Rant giderek artmış. Etraftaki binaları kamulaştırmak için çok para gerekiyor.
Sadece arsalarını satsak bile para kazanır mıyız? Kazanırız.
– Kendini satsak nasıl olur acaba?
– Valla iyi düşündün, satalım gitsin.
– Kim alacak?
– Belki yerli belki yabancı hiç fark etmez.
Satın alan, kullanır mı, yıkıp arsasına AVM kondurur mu? Orası artık alanı ilgilendirir. Statları şehir dışına taşıma projesi gibi, bununda bir projesi var mıdır acaba?