WhatsApp’ta komşumuz Atilla Bey’den telefonuma gelen ileti şöyle:
*“Üretmez isek nasıl kazanacağız? Cari açığı ve işsizliği nasıl önleyeceğiz? Tüm bunları önlemek, yabancılara bağımlı olmamak için mutlaka milli sanayimizi kurmamız, ithalatı azaltmamız gerekiyor. Yoksa tüketim denizinde boğulacağız. Ülkeler artık savaşla değil, ekonomik malları ile ele geçiriliyor. Ülkelerin en kritik sanayi ve bankalarını ele geçiriyorlar. Bu arada yabancılara verilen maden ruhsatları, milli madenlerimizi, hammaddeyi ele geçirmeleri, savunma harcamaları, döviz borcu faizi, yabancıya ucuz turizmle çevrenin tahribatını vs. hiç söylemeye gerek yok. Özelleştirmeyle kamu mallarını sattı diye, devleti şikayet ediyoruz. Özel sektör de elindekileri yabancılara satmış. Çoğumuzun haberi var mıydı? Ekonomi, hiç üretmeden, Osmanlı torunuyuz, Atatürkçüyüz, Milliyetçiyiz, Müslüman’ız demekle, bölük parça olmakla düzelmez. Rüyadan uyanıp gerçekle yüzleşme zamanı. Sabah kalktın, tuvalet kağıdın ithal, tıraş oldun tıraş kremin, jiletin ithal. Bir bardak su içeyim dedin, içtiğin sular Nestle, Coca-Cola, Pepsi ve Danone’ye ait. Hayat su Danone’nin, Damla su Coca-Cola’nın, Erikli Nestle’nin, Aqua Pepsi’nin, Sırma su Japon DyDo Drinco grubunun. Kendime bir tost yapayım dedin. Tost-hamburger ekmeği başta olmak üzere unlu mamullerin tanınmış ismi UNO’nun yarısı İspanyol firmanın. Sucuk pastırma üreticisi Namet Bahreyn’li Investcorp, tavukçu Banvit Brezilyalı BRF ile Qatar Invest’in. Patates cipsleri Amerikan markası Frito-Lay ve Pringles’in. Sabancı’ların Peyman’ı da artık Çin menşeli. Eve biraz alışveriş yapayım dedin, Yörsan Dubai’li Abraaj Group’un, BİM’in pazarladığı Dost süt ürünleri, Ülker markasıyla üretilen süt, ayran, yoğurt, peynir markaları Fransız gıda devi Groupe Lactalis’in. Margarin ve sıvı yağ sanayiinin %90’a yakını İngiliz Hollanda ortaklığı Unilever’in. Diş macunları yabancıların, deterjanlar yine yabancıların. Balık: Norveç-Fas, İspanya’dan; nohut Meksika, Hindistan, ABD, Arjantin’den; elma Şili’den; sarımsak Çin’den. Kavun, karpuz, kuru soğan İran’dan; kuru fasulye ABD, Kırgızistan, Kanada, Peru, Etiyopya, Mısır ve Çin’den; kereviz İspanya’dan. Et: Brezilya, Polonya, Çekya, Fransa, Sırbistan’dan. Bezelye Rusya, ABD, Kanada, Macaristan ve Almanya’dan ithal. Ayakkabılar: Dexter, Nike, Converse, Adidas, Slazenger. Hepsi ithal. Kapını açtın asansöre bindin, Schindler, Kone, Otis, Siemens ithal. Arabaya bindin, çoğu ithal. Telefonun, ithal. İşe geldin, masasındaki bilgisayarın da ithal. Bu işlere sinirlendin, başın ağrıdı. Aldığın ilaçların çoğu ithal. Hastalandın, hastaneden MR, tomografi, ameliyathane, işitme ve optik cihazlar ve protezler hep yabancı. Uçağa bindin, Airbus, Boeing. Biri Avrupalı, diğeri Amerikan. Trene bindin, Siemens, CAF ya da Çin malı.
Küreselleşme dedikleri işte böyle bir şey. Biz dahil, devletlerin yabancı sermaye gelsin diye taklalar attığı bir dünyadayız. Liberal ekonominiz var. İstediğinizi satar, istediğinizi alırsınız. Dilediğinizi Çin’de, Vietnam’da, imal ettirip Avrupa’ya, Amerika’ya satarsınız. İsterseniz, ve paranız varsa, yurt dışından pekala, hisse senedi, şirket, fabrika da alabilirsiniz. Üretiminiz, kendi ülkenizde olursa çok daha iyi. Katma değer ve istihdam yaratmış olursunuz. Ancak, üretim bu, her yerde olabilir. Önemli olan, bir marka yaratıp bunu tüm dünyaya pazarlamaktaki becerinizdir. Benim burada tartışmak istediğim, yabancılara bir fabrika satıldığında, işçilerini toptan çıkartıp, fabrikalarını kapatıp, arazisini satmaları ve sonra da ayni malları yurt dışındaki kendi fabrikalarından ithal etmeleridir. İşte biz devlet olarak buna müsaade etmemeliyiz. En çarpıcı örneği TEKEL’in sigara fabrikalarında yaşadık. Göstermelik olarak önce bizden birilerine aldırıldı! Sonra fahiş karla, yabancılara satıldı. Yabancılar, eskiden bizim olan sigara fabrikalarımızı anında kapattı. Böylece ülkemizdeki tütün tarımı ve dolayısıyla ekonomisi de bitirildi. Olan çiftçimize oldu, ellerinden ekmek paraları sökülüp alındı. Her yıl, sigaraya kaç milyar dolar ödediğimizi merak eden, gidip araştırsın. Ardından, dudaklarına uçuk kremi sürsün. Son günlerde kağıt sıkıntısı nedeniyle, çok daha güncel bir örnek daha var. 1980’li yıllardan itibaren hükümetler SEKA’yı da gözden çıkardı. O dönemlerde IMF-Dünya Bankası danışmanları devamlı etrafta “kamu işçileri çalışmıyor” diyorlardı. Oysa özel sektörde kişi başına üretim 28.4 ton iken SEKA’da 63.7 tondu. Kağıt-karton üretiminde SEKA’nın payı, 1936’da %100 iken, 1960’da %87.5’e, 1980’de %66’ya, gümrük birliği anlaşmasından sonra ise, tek tek üniteleri kapatılarak %22’ye geriletildi. Ardından Mesut Yılmaz döneminde özelleştirme kapsamına alınarak SEKA da satıldı ve fabrikaları kapatıldı. İthal kağıtlar içeri, çil çil ülkenin dövizleri gitsin dışarı. Şimdilerde aynı oyun, şeker fabrikalarında da oynanıyor. Fabrikalar kapanırsa pancar tarımı da bitecek. Olan yine, ekmeğini bundan kazanan çiftçilerimize olacak. Ülkemizde yapamadıklarımızı, doğal olarak dışarıdan almak gerekiyor. Onu anladık da, ülkemizde imal edip dururken, işin kolayına kaçarak, çalışan fabrikaları birer birer kapatıp, eskiden ürettiklerimizi dışarıdan ithal etmenin mantığını, ekonomistler bir de bizlere anlatabilseler.
Kasım 2018