Aslında, herkesle konuşurken desek daha doğru olur. İki insan ilk kez karşılaştıklarında, sohbet arasında önce birbirlerini tartmaya çalışırlar. Bu biraz da, güreşen pehlivanların birbirlerine ‘el ense’ çekip tartmalarına benzer. Bir toplantıda, kokteylde, fuayede bir masa etrafında laflarken, ya da çocuğunun okuldan çıkmasını beklerken, otobüste, dolmuşta, herhangi bir yerde ve zamanda olabilir.
Özellikle yabancılarla karşılaştığınızda, birkaç soruyla hakkınızda bilgi sahibi olmaya çalışırlar. Önce konuyu Türkiye’ye getirip, kaç kez gelip, nereleri gördüklerini anlatarak, sizin de vatandaş olarak, o yörelere gidip gitmediğinizi test ederler. Ah bu yabancılar, oldum olası ve her nedense, bizden çok daha fazla okuyorlar. Turist olarak bir ülkeye gitmeden önce, gidecekleri ülke hakkında kitap alıp, hemen okumaya başlıyorlar. Turist olarak ülkedeki değişik yerleri gezerken de, çoğunlukla ellerinde gezdikleri yerleri anlatan turistik bir kitap bulunur. Bir yandan okurken, devamlı olarak fotoğraf çekiyorlar. Gördüklerini okuduklarıyla karşılaştırıyorlar.
Okumayı pek sevmeyen bir yapımız vardır bizim. Her yurt dışına gidişimde, elinde bir kitapla gezenimizin yok denecek kadar az sayıda olduğunu gözlemlemişimdir. Gidilecek bazı yerler hakkında, önceden bilgi için okuduklarım olmuş olsa da, itiraf edeyim, merak etmeyen gruba, ben de dahilim. Gittiğim ülkelerde, elimde kitapla dolaşmayı, çoğumuz gibi, ben de sevmem. Gezilerde, anlatımda bulunan rehberi dinlemeyen birileri varsa, onlar genellikle bizdendir.
Okuma alışkanlığı, okullarda öğretiliyor ve öğreniliyor. Yabancılarda, okulda öğrencilere, okumaları için, yaşlarına uygun bir metin ya da öykü kitabı, ödev olarak verilir. Bir sonraki derste, okunan kitaptaki olaylar, kişiler sınıfta sırasıyla tartışılır. Bu sayede kitabın konusu, kitapta anlatılan yerler, kişiler ve kahramanlar, tekrar anımsanarak, anlatılanlar ve kitabın ana fikrinin, kafalarda yer etmesi, bu sayede kalıcı olmasına çalışılır. Bizim okullarımızda da böyle midir, hiç sanmıyorum. Çoğumuz, ordan burdan duyma, yani ‘aspirasyon’ yoluyla öğrenmeye bayılırız. Öğretmen/hoca anlatır, öğrenciler kah dinler, kah sekreterler gibi not tutarlar. Test etmek için, arkadaşınıza okuduğu son kitapla ilgili birkaç soru sorun bakalım. Görelim, size ne cevap verecek.
Bundan otuz yıl önce, Roma Tıp Fakültesi Kadın Doğum Kliniğinde fellow olarak çalışırken, bir gün klinik direktörü, beni evinde akşam yemeğine davet etmişti. Kalkıp gittim. Orada eşleriyle birlikte, Brezilya’dan doktor arkadaşları da vardı. Yemekte ana yemek olarak, balık ikram edildi. Görevli bir hanım servis yapıyordu. Yanımdakiyle, konuşmak için sırf konu açılsın diye, Ernest Hemingway’in ‘The Old Man and Sea’ adlı kitabındaki balık gibi deyince, ‘benziyor ama, kitaptaki kılıç balığıydı, yediğimiz orkinoz balığı’ diye yanıtladı. Ben kitabı altmışlı yıllarda okuduğumdan, balığın cinsini çoktan unutmuştum. Yanımda oturan doktor, kısaca bana, yazar Hemingway’i bildiğini, kitabı benden daha iyi okuduğunu oradaki balık ve yediğimiz balığın ne olduğunu, sanki ders verir gibi, kısa bir iki cümleyle bir çırpıda anlatıvermişti. Doğrusu karşılıklı çekilen ‘el ense’ de, yenilmiştim. O konuşmadan sonra, daha çok yanımdakileri dinlemekle yetindim.
Bir başka anım da, Antalya’daki kongremize gelen bir Fransız meslektaşım ile olmuştu. Güya halıcılıkla uğraşan bir kasabadandım. Meğer, halı ve kilimle ile ilgili ne çok bilgi varmış da, benim bunların çoğundan haberim yokmuş. Halı ve kilim merakım da, bu konuşmadan sonra başladı. Yerli, yabancı, halı ile ilgili bulduğum kitapları, satın alarak vakit bulduğumda, okuyup incelemeye başladım. Merakım yüzünden, nerde bir halıcı dükkanı görsem, eskiciler dahil, içeri girip halıları incelerim, satıcılarla sohbet ederek, onlardan halılarımızla ilgili, bilmediklerimi, öğrenmeye çalışırım. ‘Bir eve gittiğinizde nelere dikkat edersiniz’ başlıklı yazımda da önceden bahsettiğim gibi, neresi olursa olsun, müzeler dahil, gittiğim yerlerdeki halıları dikkatlice incelerim. Bilgi ve merak edenler, okuyup araştırarak doğruları öğrenmeye, kitaplarda gördüklerini, gezip gördükleriyle karşılaştırmaya çalışırlar.
Akıllı insanlar, bir sohbet esnasında, evirip çevirip konuyu ilgi duydukları alanlara getirirler. Gezi anıları, spor, tatil, karşı cins, ev- yazlık, araba, para, yatırım, yemek-içecek, hele de siyaset, en sık konuşulan konulardır. Ben şahsen, başkalarına karşı özellikle sağlık konularında ahkam kesmeyi hiç istemem. Çoğunlukla, hastalıklarla ilgili bana doktor sorulduğunda, tek kişiyi önermem. Karşımdakine çeşitli hastanelerden seçenek sunmaya çalışırım. Siyaset zaten ilgi alanımın dışında olduğundan, siyasi konularda şimdiye kadar, ne konuşmayı ne de dinlemeyi sevemedim bir türlü. Sadece sorulduğunda, bildiklerimi kısaca anlatırım.
Aslında, bir konuyu bilmek ve bildiğini yerine göre kullanmak, hatta ‘taşı gediğine koymak’ da çok önemlidir. Örnek mi istiyorsunuz :
“Nobel ödüllü bilim insanımız Prof. Dr. Aziz Sancar, ABD’de bir market alışverişinde kasiyerin, “Nerelisiniz?” sorusunu ‘ben Türk’üm’ diye yanıtlar.
Kasiyer,
– “Gece Yarısı Ekspresi filmini izledim, siz Türk’ler faşistsiniz” deyince..
Aziz Sancar:
– “Ben de, Hiroşima ve Nagasaki’yi biliyorum, ancak onlar film değil, gerçekti” diyerek taşı gediğine koyuverir.
İnsana, boşuna Nobel vermiyorlar. O zamana kadar olan, araştırmaları, yayınları, buluşları ve insanlık için yaptıklarına göre değerlendirerek karar veriyorlar. Hay aklınla bin yaşa. Bilgine ve diline sağlık sayın Aziz Sancar.
Belirli konularda bilgi sahibi olmak ve yeri geldiğinde anlatabilmek için, önceden o konuda çok okumak ve araştırmak ne kadar önemliyse, spot bilgi hariç, sadece ‘Google’ dan öğrendikleriyle, kısa ve yüzeysel bilgilerle yetinmek de, bir o kadar eksik ve yanıltıcı olabilir. Zira konularını çok iyi bilenler, bir ufak el ense ile, karşısındakinin bilgi eksikliğini ortaya çıkarmada, oldukça mahirdirler.
7 yorum
Bundan sonra konuşmama kararı aldım çok yakın arkadaşlarım hariç
Selam Hocam,
Yazınız bana da ,onları tanıdığım için kendimi her zaman şanslı hissettiğim Adnan ve eşi Nimet Saygunu hatırlattı. . 1987 yılında Rahmetli Adnan Saygun Hocama , fizik tedavide boynu için her gün Traksiyon uyguluyorduk.
O pozisyonda eline Fransızca bir kitap alır tedavi boyunca okurdu. Aslında o durumda kitap okumak çok zordur.
Bu bana yaş alsakta okumayı bırakmamayı öğretti .
Saygılar sevgiler
Hemingway’in ‘İhtiyar Adam ve Deniz’ kitabındaki balık, yelken balığı (kılıç balığı) yemekte ikram edilen ise orkinoz (ton balığı) imiş. Kısıtlı İtalyancamla ben tersini anlamışım. Hatırlatan, okuyucum ve arkadaşım Ogün beye ayrıca teşekkür ederim. Gerekli düzeltmeyi yaptım.
❤️🧿
Okumaya ihtiyaç yok, biz her şeyi zaten biliriz çünkü bize malûm olur.
Elimize sağlık Hocam
Çok güzel bir yazı. Tebrikler. Aslında birden fazla konuyu hiç sıkmadan dile getirdiniz. Teşekkür ederim.
Çok önemli ve hassas bir konuya el atmışsın haldun hoca tebrik ediyorum. Bir arkadaşımın gordionda frigya medeniyetini bir japon turistten öğrendiğini bana anlatmıştı. Az okuyoruz ve onun için çok boş zamanımız dan da çok sıkılyoruz. Başarılar değerli dost🙏🏻🙏🏻