Yalan; günahını Şeytan’a, suçunu sisteme ve başarısızlığını da kaderine yüklemeyenlerin asla yapmayacağı ve yapamayacağı bir insanlık suçu ve büyük bir günahtır. Bu tehlikeli yola başvuranların beyinlerinde; dolayısı ile akıl ve ruhlarında kesinlikle bir arıza mevcuttur.
Yazılım açısından yemin; yalanın üstüne örtülen ince ve şeffaf bir örtüdür. Bakmasını bilen göz bu örtünün altında saklanan yalanı net olarak görür. Tarih arşivleri, en büyük yalancıların en kaliteli yemin edenler olduğunda hem fikirdir. Bunların da en meşhurları teolojik kutsalları anarak yemin edenlerdir. Zira bütün kutsal kitaplar ve felsefeler; yalanı lanetlerken, yalan yere yemin edenleri insanlıktan çıkmış sahtekar ve zalimler olarak nitelendirmişlerdir.
Mükemmel bir donanım ve yazılıma sahip olan ve kendini güncelleyen beyinler asla yalan söylemez. Yine bu beyinler, büyük ve ağır cümleleri ölçüp tartabileceği için evrensel doğruları da yalan-yanlış telakki ederek sözün sahibi dehayı da yalancılıkla suçlayamaz. Büyük beyinlere sahip olanlar, fikirlerini insanları uyutarak, ikna ederek ya da korkutarak değil; aydınlatarak takdim ederler. Lakin; küçükken bir sinek larvası olarak yeşil bir ceviz içine bırakılıp, sonra da çürümesine neden olacağı cevizden evreninin en büyük varlığı olarak tek kişilik evreninde kendini erişilmez-dokunulmaz ilan edenlerin hacimsiz ve ağırlıksız beynimsisinde bu büyük ve ağır doğrular yalan; bu doğruların üreticisi beyinler de yalancı olarak damgalanabilecektir. Tarihler boyunca bu sarsılmaz doğruların çok vahim örnekleri yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. Demokritos’un beynini Abderalılar; Sokrates’in beynini Atina’lılar, Hippasus’un beynini Pisagor ve müritleri, Platon’un beynini Justinien, Giordano Bruno’nu beynini Romalılar anlayamadığı için onları yalancılıkla suçlamış ve onları öldürerek ölümsüzleştirmişlerdir. Yani burada büyük doğruları söyleyenler değil, bu doğruları inkar edenler yalancıdır.
Yine; ceviz kabuğu içinde kalan kurtçuklar misali aklın semtlerine uğramadığı adalesi ve cehaleti büyük olan son derece kalabalık haydut toplulukları, kendi vehimlerini ifşa eden büyük ama yalnız beyinleri kendi ördükleri cehalet ağlarına takarak yok etmek suretiyle kendi egemenliklerini asırlar boyu devam ettirebilmişlerdir. Mesela; Hz. İbrahim, Tanrı adına iş yaptığına inandırarak cahilleştirdiği kalabalıklarla karşısına çıkan Nemrud’u perişan etmiştir. Ve atıldığı ateş te (Mecazen) onu yakamamıştır. Bu tip cahil ve yobaz kalabalıkların gerçek yüzsüzlüklerini zaman içinde gelişen ve büyüyen beyin ve akıllar ifşa ederek onlara da gereken acı dersleri vermiştir.
Komputer teknolojileri açısından ele alırsak; 256 megabitlik bir kompuTer, trilyonlardca femtobitlik bir flash disk ya da dosyayı açamayacağı için, ya da yanlış açacağı için kendi küçücük kapasitesi ile bu dev dosyayı cahil veya yalancı olmakla suçlayabilecektir. Şöyle ki: Apple, Sony, Mercedes … gibi şirketlerin işlerini düşük RAM ve düşük BELLEK kapasiteli kompüterlere emanet edemezsiniz. Aynı şekilde, toplumları da breylerinden daha düşük kapasiteli olanların emrine veremezsiniz. Bu konuda DADA Yayları ve Radyodemokrasi başlıklı yazıları Akademik Akıl sitesinden okuyabilirsiniz.
Nörobilim açısından konu irdelenirse beyin, düşüncelerini yine kendi ürettiği harfler, kelimeler, cümleler, rakamlar, sayılar, denklemler ve şekillerle ifade eden bir kompüterdir. Aynı düşünce ile beyin başka beyinleri de aynı metodla anlar ve ona göre cevap hazırlar. Demek oluyor ki beyinler birbirlerine mesaj gönderirken alıcı-verici istasyonları gibi çalışırlar. O halde, yanlış ya da yalanın kökeninde parazitli yayın yapan ya da yayınları parazitli şekilde alan beyinlerde de problem mevcuttur. O halde, beyinler kendi donanımlarını uygun gıdalarla; yazılımlarını da uygun bilgilerle güncellemelidir. Güncellenmemiş beyin eski yazılımlarla debeler durur ve sonra da çıkamayacağı bir cehalet bataklığına düşer. Yalan, beynin donanım ya da yazılımında oluşan bir arızanın sonucudur ve bazen tedavi edilmesi gerekir. Duyma, görme, koklama, tatma, dokunma duyularını analiz ve integre eden beyin alanlarında doğumsal ya da edinsel bir hasar yalan söylemeye neden olabileceği gibi; bu yolların hasarı ilgili beyne gelen sinyalleri de yanlış yorumlayacağı için haksız yere karşıdakini yalan söylemekle itham edebilir.
Yandaki resimde; beynin ön-arka (A) ve yan (B) görünümlerinde konuşmanın motor alanları, kelimelerin saklandığı banka, hafıza alanları, konuşmada önemli rol oynayan gırtlak ve dil ile beynin bu görevleri yapması için gerekli enerjiyi taşıyan kan damarları (D) görülmektedir. Konuşmanın motor alanlarında ve gırtlakta olan doğumsal anormallikler ya da kişisel farklılıklar kelimelerin üretiminde; kelime bankasında olan anormallikler ise kelime seçiminde ve anlamlandırmada arızalara neden olarak iletişim problemlerine yol açabilirler. Resim D’de izlenen kan damarlarında mevcut doğumsal-edinsel patolojiler de konuşmada çok önemlidir. Sağlaklık-solaklık ta beyinler arası iletişimde etkin rol oynar. Resim D’deki kişinin bize göre de sağ tarafında bulunan besleyici kan damarları daha kalın olduğu için bu kişi elinde olmayan sebeplerden ötürü solaktır. Onun bu doğumsal özelliği, kendisinin teolojik-psikolojik-sosyolojik … nedenlerden ötürü dışlanmasına neden olmuştur. Oysaki bu sonuç, karşıdaki kişilerin cehaletinden kaynaklanmaktadır. Sanırım bu ezeli tasarımı anlayanlar, bu tip düşüncelerde kendilerine göre kimin mesul olabileceğini de anlamakta zorlanmazlar. Bazı açılardan düşünüldüğünde, sağlaklık-solaklık problemi yaşamayanların hijyenik açıdan sağ-sol ayrımı yapmalarında da bir sakınca görülmemelidir. Beyin cerrahisi ve nörobilime kendini adamış ve bu konuda yurt içi ve yurt dışında sayısız klinik-deneysel çalışmalar yapmış bir araştırmacı olarak, bugün için doğruluğu kesin olan bu bilgilerden çıkarılacak sonuçları sizlerle paylaşmak isterim.
Sağlaklarda sağ beyin daha çok soyut, sol beyin daha çok somut düşünürken; solaklarda bunun tersidir. Oysa iki elini de aynı anda kullanabilenler bu beyinsel kapasiteye daha fazla sahiptir. Bu durum her ne kadar doğuştan gelen bir tasarım-üretim sonucu olsa da sonraki yıllarda beynin elastisite ve plastisite özelliği nedeniyle kısmen de olsa modüle edilebilir. Bu yapısal özellikler nedeniyle eleman istihdamlarında artık bu bilimsel verilere dikkat edilmesi gerekmektedir. Mesela her iki ayağını da kullanabilen bir futbol takımında sahada 22 ayak dolaşırken, tek ayağını kullanan takımda sahada 11 ayak dolaşır. 11 kişinin çalıştığı bir devlet kurumu ya da şirkette, sağ ve sol beynini aynı anda kullanan bir kadroda aritmetik olarak 22 beyin varken, tek taraflılarda 11 beyin vardır. Beyin iki yarıküreden oluştuğu ve iki tabanında bağlantı kurduğu için bu artış logaritmiktir. Yani iki elini kullanan 11 kişilik kapasiteli bir kadroda 11 tane 11’in çarpımı kadar beyin vardır.
Fizik biliminde en temel postulatlardan birisi: Büyük doğruların tersinin büyük doğrular; küçük doğruların tersinin ise küçük eğriler’’ olduğudur. Daha ilkokulda öğrendiğimiz bir teorem olan ‘’Üçgenin iç açılarının toplamının 180 derece’’ olduğu şeklindeki bilginin, ancak eğrilik derecesi sıfır olan Öklidyen düzlemlerde geçerli olduğu; Laboçevski ve Riemann küresel yüzeylerine çizilen üçgenin iç açıları toplamının 180 dereceden büyük, bir semer üstüne çizilen üçgenin iç açılarının toplamının da 180 dereceden küçük olduğu inkarı imkansız doğrulardır. Küresel geometri yasaları yaratılan ile çalışan evrenimizde ve dünyada Öklidyen geometri kuralları ile hesap yapan bir mühendis ne uyduları yörüngesine gönderebilir ne de uçakları kazasız belasız uçurtabilir. Buradan çıkarılacak sonuç: doğruların değerinin tarif edildiği uzaylara ve zamana göre değişebileceğidir. Şurası unutulmamalıdır ki, her doğru her yerde doğru olamayacağı gibi, her yanlış ta her yerde yanlış olamaz. Zigot ya da embriyo dönemindeki bazı büyük gerçekler de başlangıç aşamalarında inkar edilecek kadar bilgi ve bilinç dışıdır. Mesela; hayatında hiç fasulye görmemiş bir kişiyi fasulye tarlasına götürüp, sırığa sarılarak yükselen fasulye bitkisinin fasulye tohumundan oluştuğunu ona zor anlatır belki de hiç anlatamazsınız.
İsbatı imkansız yalanlara inandırılmış kalabalıklara da yalanların kulu olduğunu anlatamazsınız. Zira çocukluk dönemlerinde beynin en faal hücre toplulukları olan korku ve haz duyularını işleyen beyin nöronlarına kodlanan hurafeleri, daha sonradan aktif hale geçecek olan daha kaliteli nöronlara daha zor anlatabilirsiniz. Ancak ileriki yaşlarda topyekün bir arada çalışarak içsel aydınlanmayı sağlayan nöron devreleri içsel olarak başlattığı rönesans ve reform hareketlerini dışa vurarak tüm kitlelere yayar ve çok geniş tabanlı bir rönesans ve reform devrimi başlar. Avrupa’da çürümüş teolojinin Pavlusiyan şartlandırmalarla başlattığı aklın felç edildiği dönemin karanlığından, teleskopun dış evrenle ilgili görüşleri yıkışıyla çıkılmış, Kalvin ve Luther gibi teologların da teolojik kavramları herkesin anlayacağı halde izah edişi ile de teolojinin zindanından çıkılmıştır. Zamanımızdaki bu değişim ve dönüşümlerden neş’et edecek olan rönesans ve reformlar da, mikroskobun, insan ve iç evrenle ilgili eskimiş ve tehlikeli hale gelmiş kavramları yıkmasıyla başlayacaktır. Herkesin okuduğu ve dinlediği ama kimsenin anlamadığı söylevler ve eserler, kendilerini anlamayanların büyük hayranlık ve coşkusunu kazansa da, zamanla bu coşku seli kendine hayran olanları tarihin en derin okyanuslarına götürerek çürümeye terk ettiği tarihin işaret ettiği bir gerçektir.
Temelde bir kompütere benzeyen beyinde de model-yazılım-donanım farklılıkları, donanım ve yazılım arızaları türünden hastalıklar, voltaj düşüklüğü olarak mütalaa olunabilecek beslenme ve kan akımı bozuklukları, elektrik kesintisi olarak düşünülebilecek sinir iletim bozukluğu hastalıkları, ekran karıncalanması olarak düşünülebilecek beyin kabuğu hasarları kişiyi ya yalan söylemeye ya da söylenenleri idrak edemeyeceği için karşıdaki kişiyi yalancı olarak itham etmesine sebebiyet verebilecektir.
Konuyu Mahatma Gandhi’den bir ders ile bitirelim. Bütün peygamberler gibi Gandhi’ye göre de yalan ağır bir yüktür. Bazen kendimizi korumak ve haklı çıkarmak için yalan söyleriz. Oysa yalan, insanlığın başına dert olan her türlü kötülüğün ve başarısızlığın gerçek nedenidir. Bu yüzden yaşamı boyunca yalan söylemenin kötü ve ağır bir yük olduğunu bir öğüt olarak miras bırakmıştır.
Ne zaman ümitsizliğe düşsem tarihi düşünürüm …
Sevginin ve doğrunun en sonunda egemen olduğunu görürüm …
Yeryüzünde zalimler ve caniler hep olmuştur…
Ve önceleri hiç yenilmezmiş gibi görünmüşlerdir…
Ve sonunda hep yenilmişlerdir….
Daima bunu düşün….
Sürekli bunu düşün…
Her zaman bunu düşün…..Her zaman…..
Gandhi
1 yorum
Hocam yazınızı baştan sona kadar okudum. Tespitleriniz ve verdiniz örnekler muhteşem. Yazınız takdire şayandır. Yeni yazılarinizi heyecenla bekliyorum