Bu ayın köşe yazısı konusunun “yalan” olduğunu okuyup, üzerine beyin fırtınası ile hızlıca düşündüğümde; ‘yalan’ın kelime anlamı üzerinden konuşma isteği haliyle bir fikir oluşumu geldi birden aklıma. Yalan kelimesini tersten okursak: nal, ay; yani; at izi ve ay ışığı olgularını çağrıştırdı zihin güncem. Bir Türk atasözü vardır hani hepimiz biliriz; “At izi it izine karıştı”. İşte tam da bu düşünce üzerinden baktığımızda yalan söyleme eyleminin bu durumu oluşturduğu; yani, doğru ile eğrinin o tam da ince kırılım noktasında bir histogram karışıklığı oluşturduğunu hissettim.
Zamanında ünlü bir kadı yani hakim olan Aziz Mahmut Hüdai büyüğümüze bir kadın gelir, kocasından ayrılmak istediğini çünkü kocasının kendine yalan söylediğini, bir gecede, bir an da hacca gidip geldiğini söyler, kadı şaşırır, adamı çağırır, dinler, adam, bir ayakkabıcı arkadaşının hacca gidecek durumu olmadığını kendisine söylediğinde, arkadaşının ona, “Gel otur önüme, ellerimden tut, gözlerini kapat der ve birden hop kendini Kabe’de bulduğunu söyler. Hatta şahitleri de olduğunu, oradaki ülkesine dönen kafileye karısı için hediyeler aldığını ve götürüp vermelerini söylediğini ifade eder. Velhasıl kadı o kafileyi çağırtır ve dinler; hakikaten adamlar bu kişiyi Kabe’de gördüklerini, emanetleri getirdiklerini belirtirler. Kadı senin elinden tutup ışınlayan arkadaşın kim diye sorar ve ayakkabıcı Mehmet Efendi cevabını alır, kulaklarına inanmaz. Ve başlar aklında zihin karmaşası sevgili Aziz Mahmut’un. Uykuları kaçar, işin içinden çıkamaz, akla, mantığa yatkın değildir anlatılanlar. Hiçbir kitapta yazmamaktadır bu hal. Gider Mehmet Efendi denilen kişiye ve o da beni yetiştiren Üftade Hz. dir, ona git sor bu durumları der. Atına biner dört nala sürer atı Üftade’nin mekanına Kadı. Yolda atının ayağı çamura batar, üstü başı kirlenir, sinirlenir kendine, “Kimlerin peşinden koşuyorum ki koskoca kadıyım ben der”. Varır bir bahçeye, bir adam gülleri budamakta, pejmürde, garip giysileriyle, yere eğilmiş, arkası dönük. Hey adam der ben Üftade Hz. ni arıyorum der, adam hafifçe döner, buyurun benim der, git be adam senden hoca mı olur, şu haline bak der, Üftade Hz. de sen gelirken şu şu yollardan geldin, yolun şurasında atının ayağı çamura battı, gel seni misafir edelim, üstünü temizleyelim, bir şeyler ikram edelim, mekanımızda bir soluklan evladım der. Ve şok olur Aziz Mahmut Hz.
At izi? Yalanlar? Doğrular? Hikaye bu ya, amma doğru? Amma gerçek?, söylenilegelir yüzlerce yıldır Türk tarihinde. Peki biz bu hikayeden yola çıkarak ne düşünelim. Ders çıkaralım diye anlatılır hikayeler. Öyle ise yalan üzerine konuşalım. Yalanın izi belli olur eninde sonunda.
Gelelim Yalan kelimesinin içinden çağrışımla çıkardığımız “Ay ışığı”na. Hepimiz biliriz ki Ay Güneşten aldığı ışığı Dünyaya yansıtır. Ay ışığının gerçekliğini; tesirini ise denizdeki dalgaların gel gitleriyle somutlaştırırız zihnimizde ve engin denizin ışıltılı yakamozlarını sahilde otururken kumsalda, akşamleyin izlerken kainatın varlık aleminin yalan mı? yansıma mı? gerçeklik mi? olduğu üzerine ne derin felsefi düşüncelere dalarız biz insanoğlu. Ay ışığı gerçeğini başka bir somut varlık üzerinde algılarız. Peki ya yalanla doğru arasındaki farkı nasıl anlarız?
Yalan Dünya her şey bomboş
Hancı sarhoş yolcu sarhoş
Diye yankılanır Türk sanat müziğinde bir ezgi. Dünya ve uzayda gördüklerimiz yalan mı? Gerçek mi? Her insanın her söylediği doğru mu? Yalan mı? Yoksa Üç maymun örneğindeki; duymadım, görmedim, bilmiyorum ile ne düşünmek lazım. Yalan söyleyeni bağışlama, hoşgörü ve kusur görmeme adına geleneksel kültürel söylemlerimizin ardında yatan iyi niyeti canlandırmak adına, toplumsal bütünlüğü, ilişkileri korumaklık ve ahlaki kimliğimizi oluştururken birlikte yaşamayı önceleyen Türk usulü merhamet bakışına mı sahip olmak lazım? Yoksa Avrupa tarzı bakış açısıyla her zaman doğruyu direk olduğu gibi mi söylemek lazım. Tabi ki önünü ardını düşünmeden karşıda yaratacağı tesiri göze almadan ifade etmek üzerine kurgulanmış bakış ne derece zarar verir görülebilmektedir. Yoksa etik kodlardan mı düşüncemizi yürütmek lazım.
Peki ya tersten düşünsek, yani doğrulara gözümüzü kapatmasak, yanlışı yalan sayarak dürüstlüğe yol alsak ve güzel ahlaki fiiller işlemek adına dünyadaki yanlışları, bilimsel yanlışları yalanlayarak doğruya meyletsek, belki de bu bakış açısı yalan’ın aslında tam da kötü olmadığını ve de gerçekte o kelimeye yüklediğimiz anlama göre bakışımızın değişebileceğini düşünmek de yanlış olmaz kanısındayım.
Pozitif bakış açısı deniyor psikoloji biliminde; bardağın dolu tarafını görmek güzel belki de. Tüm peygamberler der ki “Bir insanı tam kötülemeyin gün gelir dost olursunuz, bir insanı tam doğrulamayın, gün gelir düşman olursununuz, ilişkilerde açık kapı bırakın. Kimsenin kusurunu araştırmayın”. Kur’an “Zandan sakının” der.
Faydacı görüşe göre dolayısıyla toplumsal faydaya gidiyor buradan aklımız. Çoğunluğun faydası için bireysel özgürlüklerin sınırlandırılması noktası. Toplumsal birliktelik, ilişkileri korumak, sosyal ortamları oluşturmak adına söylemlerimize dikkat etmek, kimseyi incitmemek, doğruyu usulünce söylemek, herkesi olduğu gibi kabul etmek, bir kişi yalan söylüyor ise vardır bir sebebi diyebilmek, hoş görmek, onu ötelememek, isim takmamak belirtilir tüm kitaplarda. Çünkü hiçbir insan tek başına yaşayamaz şu dünya denilen muammada. Prehistorik dönemlerden günümüze değin hep toplumlar oluşturarak gelmişiz. O halde, bu bağlam, yalan ile doğru arasındaki ince sınırı koruyarak, nasıl günlük toplumsal pratikte eyleme dökeceğimizi ifade ediyor galiba.
Her şey zıddıyla kaimdir der kadim Türk geleneksel bakışı. Eğer Dünya üzerinde yalanlar ve bunları söyleme dökenler olmasa idi, doğrular ve doğruyu takip edenlerin iyi olduğu ortaya çıkamazdı tabiatiyle.
Tersten bakalım hadi biraz daha yalana. Yalan; n, alay; nun alayı. Nun harfi Arapça’da bir tencere misali hazne ve üstte bir nokta ile sembolleştirilmiş. Hazne; Toplum. Doğru; nokta. Doğrunun yolu bir’dir denir ya Türk ata sözünde. İşte Tek doğru var ise oradan gitmek lazım vesselam. Doğruyu söylerken de itidalli olmak, yalan söylerken insaflı olmak tabii ki. Doru ile yalan arasında gidip gelen sarkaçta; insan denilen karmaşık zihinsel süreçli canlı olarak, hümanist bakışla, altın orta’yı tutturabilmek marifet olsa gerek Aristo misali.
Kaynaklar
Doğruyu Söylemek Michel Foucault (2005). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Yıl 2006, Cilt: 9(1) Sayı: 17, 174 – 180, 01.06.2006
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/.
Koca B.U., Jeremy Bentham’ın Faydacı Ahlakının Temelleri ve Ahlak Eğitimi Açısından Değerlendirilmesi, İçtimaiyyat Sosyal Bilimler Dergisi, 6(1), ss. 81-103.
Yazaroğlu R., Hümanizim ve Mevlana, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Yıl 2002, Cilt: 9 Sayı: 20, – , 23.02.2010.