Medimagazin gazetemizin, hekim camiasında ne kadar etkin bir rol oynadığını herhalde kimse inkâr edemez. Bu yayın organı sayesinde, mesleğimiz ve meslektaşlarımızla alakalı müspet ya da menfi, sevindirici ya da üzücü, her türlü gelişmeden haberdar oluyoruz.
Diyeceksiniz ki, “Haberdar oluyoruz da ne oluyor? Her gün daha da kötüye giden, hep mesleğimiz aleyhine gelişen tutum, davranış ve düzenlemeleri engelleyebiliyor muyuz? Hekimlik mesleğimizin haysiyetini, yeterince koruyabiliyor muyuz?” Kesinlikle hayır. Ama, kendimizi(!), meslektaşlarımızı(!) tanıma fırsatı bulabiliyoruz.
Öncelikle meslektaşlarımızın, hararetle özlemini duyduğumuz, çok güçlü bir dayanışma içerisinde olmaları gerekir. Çok üzülerek ifade etmeliyim ki, biri birilerinin kuyularını kazmaya çalışan, her ne olursa olsun, meslektaşlarının açığını arayan ve onların aleyhlerine olabilecek en ufak bir teferruatı bile resmi ya da gayr-i resmi, delil olarak değerlendiren yetkili veya yetkisiz hekimler, ortalığı ayağa kaldıran yaygaracı çığırtkanlar olduktan sonra, çok şükür, başka düşmana ihtiyaç kalmamaktadır.
Hani derler ya, “Hekimin hekimden başka düşmanı, kendinden başka da dostu yoktur.” Şeytanın avukatlığını yapmayayım ama, sanki, hekimin kendisinin de, yine kendisinin düşmanı olduğunu söylemek geçiyor içimden.
Yangına körükle giden, parsadan pay kapabilmek arzusu ile olayları temcit pilavına çeviren, inferiyorite duygu ve düşüncelerini frenleyemeyen ve her fırsatta bu hislerini pervasızca izhar etmekten hicap duymayan kişilerin, çanak tutanların zil takıp oynamaları da tuzu biberi oluyor.
Sanki reflekslerimiz felç oldu, duygularımızı yitirdik, hassasiyetimizi, mesuliyet ve insani hasletlerimizi bulamaz olduk. İnsani refleks ve tepkilerimizde bir yorgunluk, dejenerasyon ve dumura uğrama, kin, haset ve egoist fonksiyonlarımızda malign bir proliferasyon, invazyon ve metastaz mı söz konusu, anlamak mümkün değil… Zira, her canlının doğuştan, bir kendini koruma refleksi vardır. Böyle öğrendik, yıllarca da böyle öğrettik…
Zannediyorum, bu yangına körükle gidenlerin, hâlâ kalabilmişse, desensitize olmuş mesleki duyguları ve ajitasyonları, insani duyarlılıklarını da silip süpürmüş.
Adet olduğu üzere, “Suz-i Dilara”dan (1990, Ankara) bir rubai ile bitirelim.
KEMAN AĞLAR
Firkatinle harabım, kör olası bu gözler.
Bahar açmaz gönlümde, ruhum da seni özler.
Yaz gelmeden ağaçlar, döker yapraklarını,
Tambur yanar, ney susar, keman ağlar, ud inler.