Nöroloji ihtisas eğitimine başladığım 1970 yılından 1978 yılına kadar önce direkt karotis artere ponksiyon yöntemi, bu tarihten başlamak üzere de bugüne kadar diagnostik serebral anjiyografi incelemelerini kateter yöntemi ile halen yapmaktayım. Doçentlik tezim (1979) ve Profesörlük takdim tezim (1987) anjiyografi üzerine oldu. 1987 yılında “İngiltere-Bristol Frenchay Hospital Neuro-X Ray” departmanında nöroradyoloji konusunda eğitimimi pekiştirdim. Şu anda 4 nörolog öğretim üyesi şeklinde Anjiyografi ekibiyiz. Bizden başka Bilim Üniversitesi Florance Nightinghale Nöroloji, Ankara Numune Hastanesi Nöroloji ekibi, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroşirürji Ekibi ve Eskişehir Tıp Nöroşirürji Ekipleri kendi vakalarının kateterli serebral anjiyografilerini kendileri yapmaktadırlar. Birçok merkezde de radyoloji ekipleri klinikçi meslektaşları ile beraber başarılı çalışmalar gerçekleştirmektedirler.
Akut strok (inme, beyin krizi)’ta özellikle ilk 6 saatte acil endovasküler girişimler, yapılmazsa “tıbbi hata” olarak kabul edilen bir tedavi yöntemi olduğu için nöroloji, nöroşirürji ve radyologların mutlaka hızlı karar verip hemen müdahale edebilecek yeni bir yapılanmaya girmeleri zorunludur. Böylesi zorunluluk nedeniyle 2005 yılında Amerika’da 2 konsensüs yayınlandı ve kateterli serebral anjiyografi girişimlerinin gerekli eğitimi almak koşuluyla nörolog, nöroşirürjiyen, kardiyolog, strokolog, vasküler cerrah ve radyologlar tarafından yapılabileceği benimsendi. Bu konsensüsleri Medimagazin’deki köşe yazılarımda gündeme getirdim ve Türkiye’deki bu branş derneklerinin bir araya gelip ülkemiz şartlarına göre bir konsensüs oluşturmalarını istedim. Ancak bu yazılarım nedense bazı meslektaşlarımı rahatsız etti ve bilimsel toplantılarda tartışmaya yanaşmadan benim bu işin peşini bırakmam istenip duruldu.
Temmuz 2005 tarihinde subaraknoid kanama nedeniyle nöroloji servisimizde yatan bir hastaya tedavi sorumlusu öğretim üyesi tarafından anjiyografi ekibinden serebral anjiyografi istemi oldu ve yapılan anjiyografide posterior sirkülasyonda anevrizma şüphesi belirlendi. Herhangi bir anjiyografi komplikasyonu olmadı. Hastanın genel durumu düzelme trendine girmişken tedavi ekibi hasta yakınlarına hastayı endovasküler embolizasyon için bir merkeze götürmelerini önerdi. Bu arada tam 6 gün sonra hastada gelişen vazospazma yönelik sağ hemipleji gelişti. Hastanın oğlu embolizasyon için anjiyografi CD’si ile gittiği bir merkezin sorumlu öğretim üyesinden dönüşte iyice ajite bir kişilik içindeydi ve sorumlu öğretim üyemizle hasta dosyasının fotokopisi konusunda darplı bir kavgaya neden oldu. Hastasını da ajite gelmiş olduğu merkeze götürdü.
Meselenin kapanmış olduğunu düşünürken, bir fabrikada elektrik teknisyeni olan hastanın oğlunun hem de 2 avukat tutarak Kasım 2005’te benim aleyhimde hem ceza davası, hem de 80 milyar TL’lik tazminat davaları açtığını resmi evrakları alınca öğrendim. Ve anlaşıldı ki, embolizasyon merkezindeki öğretim üyesi meslektaşım, hastanın oğlunu muhtemelen bilerek veya bilmeyerek kullanmış olduğu ifadelerle YANLIŞ YÖNLENDİRMİŞ ve o da bana zarar verme yerine dava açma yolunu seçmiş.
Ceza davası açılabilmesi için rektörlük müsaadesi gerektiğinden, önce rektörlük tarafından üç öğretim üyesinden oluşmuş bir soruşturma komisyonu kuruldu. Bu komisyon yoğun bir soruşturma yapma yanında başka bir Tıp Fakültesinden de 3 kişilik bir Bilirkişi Kurulu oluşturup ondan rapor aldı ve Türk Nöroloji Derneğinden de görüş istedi. Türk Nöroloji Derneği’nden gelen “Komisyon tarafından derneğimize incelenmek üzere gönderilen dosya incelenmiş ve nöroradyoloji alanında yurt içi ve yurt dışında çeşitli merkezlerde eğitim almış, bu konuda araştırmalar yürütmüş, eğitici olarak görev üstlenmiş olan ve bu konuda yetkin olan Prof. Dr. Gazi Özdemir’in girişimsel nöroradyolojik uygulamaları bağlı bulunduğu merkezde sürdürmesinde ve bu konuda uygulamada tababet tüzüğüne aykırı bir durum tespit edilmemiştir.” görüşünü de göz önünde bulundurarak ceza davası açılmaması konusunda rektörlüğe nihai görüşünü iletti. Bu görüş rektörlük tarafından da onandı. Ancak davacı Avukatlar konuyu Danıştay’a götürdüler ve Danıştay Birinci Dairesi Haziran 2006’daki oturumunda bu kararı uygun buldu.
Eskişehir 1. Asliye Mahkemesine doğrudan açılmış olan tazminat davası, tarafların şahitlerini dinledi ve Adli Tıp Kurumundan rapor istedi. Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun Kasım 2007 tarihli kararında “Serebral arter infarktının subaraknoid kanamaya bağlı olarak gelişen vazospazm sonucu oluştuğu, uygulanan medikal tedaviye her zaman olumlu yanıt elde edilemeyeceği, infarkt yerleşmesinin hastalığın doğal seyri içerisinde yer almakta olduğu, tıbbi hatanın söz konusu olmadığı, DSA ile infarktın görülmesi arasında geçen süre göz önünde bulundurulduğunda infarktın anjiyografi manüpilasyonuna bağlı olmayıp hastalığın doğal seyri içinde ortaya çıktığında anjiyografi komplikasyonu olarak nitelenemeyeceği, Dr. Gazi Özdemir’in yaptığı işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, bu nedenle maluliyet tayinine mahal olmadığı oy birliği ile mütalaa olunur.” ifadesini kullanmıştır. Eskişehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi Haziran 2008 tarihli kararının son paragrafında “Bu tıbbi rapor muhtevası da gözetildiğinde davalının tıp kurallarına uygun şekilde tedavisini sürdürdüğü, davacıda çıkan arazların hastalığın doğal seyri olarak ortaya çıkabileceğinin ve olayda davada yüklenebilecek kusurun olmadığı kanaatine varıldığından dava reddedilmiştir.” demiştir. Ancak yine davacı avukatları tarafından dava Yargıtaya götürülmüş ve Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 25 Mart 2009 tarihli oturumunda “Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ve aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine oybirliğiyle karar verildi.” ifadesi ile beraatimi onamıştır.
Davaların açılmış olduğunu öğrenince çok çok üzüldüm ve böylesi haksız bir saldırıdan incindim. Bu aşamaya gelmiş bir öğretim üyesi olarak bir mahkemeye çıkmayı ve beklemediğim farklı bir ortamda olmayı ve Sağlık Hukukunda özelleşmemiş bir hakimin kanaatine maruz kalmayı hazmedemeyip stresler yaşadım. Ancak davalar süreci içinde, hastanın oğlunu muhtemelen yanlış yönlendiren meslektaşıma ve davaları açan kişiye teşekkür etmeye başladım. Çünkü bu davalar sayesinde nöroloji anjiyografi ekibi olarak bizlerin bizzat anjiyografi yapmamız hem Danıştay ve hem de Yargıtay tarafından onanmış oldu. Ayrıca bu onanmalar birer yargı içtihadı da olacağından kardiyologlar gibi nörolog ve nöroşirürjiyen genç klinikçilerin de serebral anjiyografi girişimleri için önü sonuna kadar açılmış oldu.
Diğer bir onam, Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğünden de 26 Şubat 2008 tarihinde geldi ve Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliğinin “Nöroendovasküler girişimlerde nöroşirürji kliniklerinin yetkili kılınması” konusunun sorusuna karşılık olarak “Nöroendovasküler girişimlerin branş farkı gözetilmeksizin, bu alanda eğitim almış uzman kişilerce ve yasal sorumluluğu almak kaydıyla yapılmasının uygun olacağı” ifadesi ile uluslar arası konsensüslere paralel bir cevap verilmiştir. Bu kararla da gerekli eğitimi ve yasal sorumluluğu olanlara (nörolog, nöroşirürjiyen, radyolog, kardiyolog, Vasküler cerrah) fırsat eşitliği sağlanmış oldu.
Çünkü mesleğimizin temel prensibi “Yapacağımız tıbbi bir işlemde hastaya fayda sağlama temel yaklaşımımız yanında hem kendimize hem de hastaya zarar vermemek de olmalıdır.”