Yıl 1977, Ankara Üniversitesi’nde 1. sınıf öğrencisiyim. Ankara Üniversitesi’nde okuyan öğrencilere Ankara, Bahçelievler son durakta bir sinema salonunda konferans verileceği duyuruldu. Gittik, merhum Başbakanın anlattığı konular yaklaşık yarım asır sonra neredeyse harfiyen çıktı. Bu yazıyı ölenleri rahmet ve minnetle anarak, bizzat bazı olaylara şahit olan bir akademisyen olarak yazmaya çalışacağım.
Sosyal, siyasal, ekonomik değişim hayatın doğal akışına uygun olgulardır. Değişim konusunda örnek: Komşusuna beddua etmek isteyen Çinli, “Allah seni değişim zamanında yaratsın” dermiş. Her gün, her an, her şey değişmektedir. Bu ayki köşe yazımda değişimden yola çıkarak son aylarda yaşadığımız Kudüs dramını analiz etmeye çalışacağım.
Rad suresi/11 ayet “(Her insanın) önünden ve arkasından Allah’ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. (Kişiler) kendilerindekini değiştirinceye kadar Allah hiçbir toplumu değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri döndürülme diye bir şey yoktur.” Demektedir. Ayet açık, toplum kendini değiştirmediği müddetçe, Allah (azze ve celle) o insanlara verdiği nimetleri değiştirmemektedir.
Mevlâna, ”Düne ait de varsa dünde kaldı Cancağızım. Bugün yeni bir şey yapak lazım, yeni şeyler söylemek lazım” der.
Suud kralı Faysal, H. Kissinger’a “Bizler çölde deve sütü içer, çadırlarda yatarız. Fakat siz ABD’liler petrol ve lüks hayattan vazgeçmezsiniz.” der.
Oryantalizm, doğuya ait olandır. Doğunun dini, siyasi, kültürel düşünce tarzının batılılarca incelenmesidir. Bunun karşıtı ise Oksidantalizmdir. Kısaca doğunun batı algısı demektir. Doğu ile Batı birbirini anladı mı? Bence hayır. Anlar gibi gözüktüler. Batının çizdiği kalıplarla batının ve doğunun fikri kodlarını analiz etme zamanı gelmiştir. Oryantalizm doğu batı arasındaki ontolojik ve epistemolojik yaklaşımdır.
Artifical state (Yapay devlet) BM kararlarına göre kurulan İsrail gibi. Vekâlet savaşları, Rus Wagner paralı askerleri Afrika’nın değişik ülkelerinde faaliyet göstermesi bunun tipik örneğidir.
Değerli akademikakil.com okuyucuları, bu ayki köşe yazımda son günlerde Ortadoğu’da cereyan eden olaylarla ilgili aklı selim, dini düşünce, siyasal ve sosyal gerçeklerin ışığında duygusallıktan uzak kazananları ve kaybedenleri maddeler halinde sıralamaya çalışacağım. Ortadoğu, Uzakdoğu, Yakındoğu, MENA (Middle East North Africa-Ortadoğu ve Kuzey Afrika) bölgesi, Avrasya akademik camiada sık kullanılmakla birlikte aslında nerede başladığı nerede bittiği kestirilemeyen amorf yapısı olan kavramlardır. İster istemez bu kalıplarla düşünüyor ve argümanlar geliştiriyoruz. Son aylarda ve günlerde yoğun olmakla birlikte yıllardır Ortadoğu’da Müslümanların karşılaştığı zorlukları kalıplaşmış kavramlarla açıklamaya çalışıyoruz. Avrasya terimi dünya literatüründe ilk kez, Prusyalı doğa bilimci Alexander von Humboldt tarafından 1849 yılında yayımladığı Kosmos adlı eserinde kullanılmıştır (İşyar,2013:2,3). Humboldt bu kavramla, Avrupa ve Asya’nın bütün coğrafyasını tanımlamıştır. Avrasyacılık anlayışı 1920’li yıllarda ortaya çıkmıştır. Rusya’da bu terim ilk defa coğrafyacı V. İ. Lamanskiy (1833-1914) tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Bu terim çok geçmeden jeopolitik teorilere de konu olmuş ve böylece Mackinder’in 1900 yılında geliştirmiş olduğu ‘Kalpgah Kuramıyla uluslararası ilişkiler disiplinine girmiştir. SSCB’nin dağılmasından sonra ise; Rusya’da yeni arayışlar başlamış ve Yeni-Avrasyacılık düşüncesi işlerlik kazanmaya başlamıştır. Bu dönemde Bir Atlantikçi-Avrasyacı çatışması içinde olan Rusya, Yeni-Avrasyacı bir politika izlemiştir. Özellikle 2000 sonrası dönemde Rus dış politikasının ana teması haline gelmiştir. (Ceyda Kurt, akademikkaynak.com)
Artık “Ortadoğu petroldür”. “Ortadoğu Zenginliktir”. “Ortadoğu Arap’tır.” vs. söylemleri pek gerçekçi olamamaktadır. Doğal kaynak zenginliği, yerini mali kapital, insan kapitali, sosyal kapital, dini kapital, kültürel kapital, yapay zekâ almaktadır. Beş milyon İsrailliye karşı 1.5 milyar Müslümanın dur dememesi anlamlıdır.
Filistinlilerin namazı 6 vakit derler. Beş vakit normal namaz diğer biri ise cenaze namazı derler. İsrail devlet başkanının cenazesine katılıp Haniye’nin cenaze namazına katılmayan Filistinli liderlerin bu tavrı ayrı eleştiri konusudur.
Hz. Musa’nın mezarı Filistin’de değil, Eriha taraflarında. Yeri geldiği zaman Hz. Musa’yı, yeri geldiği zaman Hz. Süleyman sandukası gibi farazi söylemlerle İsrail’in Filistin topraklarını yağmalaması meşrulaştırılamaz. Rusya, Yahudilere Sibirya topraklarında halen mevcut Yahudi özerk eyaleti verdi. Yahudilere zulmeden Almanya, Fransa, İngiltere sömürge topraklarında onlara yer bulabilirdi. Mesele Kudüs kutsal topraklarında İsrail’in Müslümanlarla savaşmasıdır.
İsrail’in bu coğrafyada pervasız tutumu Türkiye’nin komşuları olması hasebiyle ülkemizin zihnini meşgul etmekte ve kaynaklarımızı harcamak zorunda kalmaktayız. Türkiye’nin tavrı bellidir. Türkiye devleti 1. Dünya Savaşı sonrası 7 cephede savaştı. Ruslarla 350 yılda 52 yıl savaştı. Çanakkale’de zion (İsrail birliklerine) karşı savaştı. Osmanlı’nın İspanya’dan gelenlere kucak açtığı ülkemize karşı Babıali baskınında Yahudi birliği kullanan, Çanakkale’de zion atlı birliklerin kullanan İsrail zihniyetini unutmadık, unutmayacağız.
Tüm içtenliğimle ifade etmek isterim ki, bu süreçte kazananlar muttakiler olmuştur. Filistinliler olmuştur. Gazzeliler olmuştur. Onlar bundan sonraki Müslüman nesile örnek teşkil etmekte ve ahirette kazananlar safında olanlardır.
İkinci kazananlar, bu olaylardan ders çıkaran, analiz eden ve Ahmet Cevdet Paşa’nın dediği gibi “men cerrebel mücerrebe hallet bihi nedamet.” Sözünde olduğu gibi tekrar tekrar aynı dramatik sonuçla karşılaşmamak için analiz yapanlardır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin yöneticilerini kararalı tutumu kazananlar safındadır.
Üçüncü kazananlar grubu ise, dünyada adalet, barış ortak yaşama kültür insan hakları gibi temel değerleri savunan ülkelerin eğitim alanında gelecek kuşağa aktaracağı bilgi ve belgeyle gerçek insan hakkı, inançlara saygı, kul hakkı kavramlarının İslam düşünce sisteminde yar aldığını öğrenmeleridir.
Dördüncü kazananlar grubu, Kuran, sünnet, kıyas, içtihat ekseninde İslam öğretisinin temel dinamiklerinden hareketle günümüz insanın sorunlarına çözüm arayan düşüncedir.
Beşinci kazananlar, Venediklilerden alınan Osmanlı toprağı olan geçici maddeyle İngiltere korumasına verilen soran KKTC adıyla devlet olan KKTC daimî varlığını, Oradaki Türk askerinin bulunmasının meşruiyeti adına kazanmıştır.
Altıncı kazananlar; Suriye’de, Irak topraklarına bölücüler hareket alanı vermeyen ülkeler kazanmıştır. Hamas’ı terör listesinden çıkaranlar kazanmıştır.
Kaybedenlerse, zamanın Fransa içişleri bakanı Mitterrand’ın dediği ”Cezayir Fransa’dır. Flanders’ten Kongo’ya kadar tek yasa, tek ulus, tek meclis vardır.” diyen emperyalist düşüncedir. “Ürdün’e füze sistemi yerleştirdik ve İsrail’i koruduk” diyen Fransa devlet başkanıdır. Gazze’de (Akka muharebesinde) Cezzar Ahmet Paşa salgına rağmen Napolyon’u bağışlamasaydı Fransa’nın kaderi farklı olurdu. Merhametin karşılığı. İkinci kaybeden “ülke ayakta durmak için 25 yılda bir savaşmalıdır” diyen Mussolini, Etiyopya sömüren İtalya dır. Yeni dünya düzenini savunan ABD ve Kanadadır. Tüm gelişmiş ülkeleri saymadan maddi manevi İsrail’in yanında olan devletlerdir.
İkinci kaybedenler gurubunda, ”İslam dinarı, İslam ortak pazarı, İslam NATO’su, İslam ekonomisi“ denildiğinde küçümseyici ifadelerle konuya yaklaşanlardır. ”Dünya leştir ….” diye Türk cumhuriyetlerinde kümbetlere yazanlar, Kenz ile, Muttakilikle, Mistizmi ayırmayan düşünürlerdir. Mehdi’yi bekleyenlerdir, gaip imamı bekleyenlerdir.
Üçüncü kaybedenler, 1492’de İspanya’dan gelen Musevilere imparatorluğun en güzel yerlerini İstanbul, Selanik gibi yerlerde kabul eden Osmanlı ahfadının, onlara cemaat Anayasası yapma yetkisi veren Osmanlı’nın özellikle eşitlik adı altında tüm gayrı müslimlere avantaj sağlayan Tanzimat, Islahat öğretilerini kutsayanlardır. İslam’ın laikleştirilmesi ve laikliğin İslamileştirilmesi gibi farklı argüman yürütenlerdir.
Dördüncü kaybedenler, Sudan’ı ikiye bölerken kurdele kesen Birleşmiş Miletlerdir. Oradaki çocuklarda açlıkla mücadele etmektedir. Çad’daki yoksullara yardım etmeyen, edemeyen İslami uluslararası teşkilatlar; İsrail’in Çad’a ufak parasal yardımıyla siyasal destek sağladığını unutmaktadır.
Beşinci kaybedenler, temel insan hakları belgeleri arasına Medine vesikasını sayamayanlar, Hira dağının, Gazze sahilinin, el Halil mahallesinin evladının yok edilmesinin bir soykırımın olduğuna duyarsız kalanlardır.
Altıncı gurupta kaybedenler cihat, yardımlaşma, kıble, Kudüs, hilafet kavramlarına farklı anlam yükleyenler veya bunlara açıklık getirmeyenlerdir. 1099’de 1299’lara kadar süren biri çocuk haçlı olmak üzere VIII haçlı seferinin analizini yapamayanlardır. Hz. Ömer’in yaptırdığı camiyi, Selahattin Eyyubi’nin hizmetini, Kanuni’nin yardımını, ilk kıblemizi ana sütü gibi ak ve helal Filistinlilerin malı olan beldenin durumunu düşünmeyenlerdir.
Yedinci grupta “İsrailli çocuklara Hamas füze fırlatıyor” diyen okyanus ötesi gafiller kaybetmiştir. Gazze’de 40 bine yakın şehit vardır. 1958 BM pek de bağlayıcı olmayan oylamada Cezayir’in bağımsızlığına ret ve çekimser oy kullanan zihniyet kaybetmiştir.
Yapay devlet kavramı doktrine “artifical state“ olarak geçmektedir. Kadim tarihi olmayan devletler için kullanılır. İsrail tipik örneğidir. BM kararıyla kurulmuş devlettir. Vekâlet savaşları ise, Rus Wagner güçlerinin Afrika ülkelerindeki faaliyetleri gibi. Vekâlette birebir savaştığı ülkeyi bilmek zordur. AB dönem başkanlığında Macaristan dışişleri bakanı İsrail lehine tasarrufta bulunmuştur.
Yapay devletleri, siyasi sınırların, yerel halk tarafından istenen bir milliyetler bölünmesiyle örtüşmediği devletler olarak tanımlıyoruz. Dünyadaki çoğu ülke için sınırların ne ölçüde yapay olabileceğine dair iki ölçü öneriyoruz ve hesaplıyoruz. Biri, sınırların etnik grupları iki ayrı bitişik ülkeye nasıl böldüğünü ölçüyor. Diğeri, düz kara sınırlarının yapay olma olasılığının daha yüksek olduğu varsayımı altında kara sınırlarının düzlüğünü ölçüyor.
İslam İş birliği Teşkilatı, BM’den sonra dünyanın ikinci büyük uluslararası kuruluşudur. Ana hizmet ve yardımcı hizmet, sosyal, ekonomik, akademik kuruşlularıyla teorik olarak düzgün yapısı olmasına rağmen İslam ülkeleri arasındaki sorunları kısa sürede çözememesi, mazlumları koruma çabası, yoksulluğu, yardım organizasyonlarını organize edememesi ve etkili olamaması gözden geçirilmesi gereken bir konudur. Üye devletlerin kendi ülkelerindeki iç politikadan ayrı evrensel bilimsel düşünmeyle bu özgün teşkilatın etkinliği artırılabilir. Yakın zamana kadar atamalarda seçim kelimesinin kullanılmadığı bu teşkilatın daha işlevsel hale gelmesi düşünülmelidir. İslam ülkeleri ve halkı Müslüman olan ülkeler veya Müslüman nüfusun az olduğu ülkelerde bunlar arasında haberleşme, iş birliği yardım hızlandırılması gözden geçirilebilir.
Kuran, sünnet, icma, fıkıh tarihsel gerçekler ışında olayları değerlendirmemiz gerekir. Ben yukarıdaki yazımda önemli tarihsel kilometre taşlarını vurgulamaya çalıştım. Peygamber ne dediyse onu okuyup ne yaptıysa onun gibi davranmamız gerektiği kanısındayım. Çünkü en iyi örnek odur.
Cemil Meriç, “Ortadoğu kaypak bir mefhumdur. Çünkü ne zaman doğduğu, niçin doğduğu, hudutlarının ne olduğu konusunda rivayetlerin muhtelif olduğu bir kavramdır.” der. Tarımın geliştiği, yerleşik hayatın başladığı, yazının icat edildiği, sanatın şekillendiği, bereketli hilal Ortadoğu… Biz Ortadoğu’yu kara altın petrol için sevmiyoruz. Batılıların okyanusları geçip Latin Amerika’yı sömürmesi İslam dünyasının tarihinde yoktur. Bizler bu coğrafyayı kader telakki ederek sevdiklerimizi, mazlumları, mustazafları Allah rızası için seviyoruz. Çünkü Ortadoğu kavramı muğlak kavramdır. Osmanlıyı yıkmak için uydurma Yakındoğu nasıl icat edildiyse, Hindistan’a zenginlilerini almak için nasıl Uzakdoğu icat edildiyse, İsrail gibi yapay devletin kurulması ve Osmanlı’dan beri 100 yılı aşkın kan akmasına neden olan Ortadoğu kavramı da böyle icat edilmiştir. Şark doğu olmuş, Levant Yakın Doğu olmuş kavram kayması olmuştur. Kudüs beldesini tarihi serencamına kısaca göz atarsak;
MÖ:1039-1032 Davut Krallığı dönemi.
Mö:586-331 Babil, İran hükümranlığı dönemi.
MÖ: 70 Romalıların hükümranlığı dönemi.
Ms:638 Hz. Ömer fethi.
1516: Yavuz Sultan Selim’in bu bölgeyi alması.
1915: Şerif Hüseyin Mac Mohan anlaşması.
1916: Sykes Picot anlaşması.
1917: Balfour deklarasyonu.
1920: San Remo konferansı sonrası Fransızların İngilizlerin manda hâkimiyeti dönemi
15 Mayıs 1948: Manda yönetiminin sona ermesi.
1948: Arap-İsrail Savaşı .
1956: Arap-İsrail Savaşı (Süveyş Savaşı).
1967: Arap-İsrail Savaşı
1973: Arap-İsrail Savaşı
1978: Camp David Görüşmeleri.
1979: Mısır-İsrail Barışı (26 Mart 1979)
1980: İsrail’in Kudüs’ü İlhakı .
1982: İsrail’in Lübnan’a Müdahalesi .
1987: İntifada’nın Başlaması .
1988: Filistin Devleti’nin İlanı (15 Kasım 1988).
Ortadoğu kavramı ve sınırlarıyla şu dört özgün alıntıyı yapmak isterim.
1. “Ortadoğu’nun yerüstü su kaynakları ise şunlardır: Ürdün ve Asi nehirlerinin yıllık su miktarı, sırasıyla 1.5 ve 1.2 milyar metreküp, Fırat ve Dicle nehirlerinin ise yılda 35.6 ve 48.7 milyar metreküp olmak üzere toplam 84.3 milyar metreküp mertebesindedir. O halde Ortadoğu’daki yerüstü su kaynaklarının toplam miktarı yılda 86.8. milyar metreküp olmaktadır. Bu kaynaklar havzalarında bulunan ülkelerin su taleplerini karşılamaktan uzaktır.” (Akmandor, s:12) akt.Vahap Coşkun Ortadoğu’da Genel Sorunlar.s.273.)
2. “Bu sözde bölge iki ayrı Okyanus (Hint ve Atlas Okyanusu), altı ayrı deniz (Akdeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi, Karadeniz, Ege Denizi, Hazar Denizi) kıyılarında bulunmaktadır. Üç ayrı kıtaya (Afrika, Asya ve Avrupa) yayılmıştır. 10 ayrı alt bölgeden (Güney ve Kuzey Kafkasya, Kuzey Afrika, Arabistan, Büyük Filistin ve Suriye, Mezopotamya, Hazar Havzası, Orta Asya (Türkistan), Hint Yarımadası) oluşmaktadır. Üç tek tanrılı din (Müslümanlık, Hristiyanlık ve Yahudilik) ve neredeyse sayısız mezhebi ve yorumuyla bu bölgede yaşamaktadır. Dinsizlik ve pagan dini yorumlar da dahil olmak üzere binlerce dini ve ahlaki inanış adı geçen geniş coğrafyada halen yaşanmaktadır ve bu anlamda büyük laboratuvarlarından biridir Batı’da hepsi Arap sanılsa da bölge başta Türkler, Araplar ve Farsiler olmak üzere onlarca farklı etnik-dilsel gruptan oluşmaktadır.”
3. Günümüzde genellikle Çin, Japonya, Endonezya, Filipinler, Malezya, Brunei, Singapur, Doğu Timor, Tayland, Laos, Kamboçya, Vietnam, Myanmar (Birmanya), Çin Cumhuriyeti (Tayvan), Bangladeş, Pakistan, Sri Lanka, Kuzey Kore, Güney Kore ve Moğolistan Uzak Doğu ülkeleri kabul edilir. Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkeler Uzak Doğu kavramına dahil edilmemektedir. Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da Asyalı kavramı ile genellikle Uzak Doğulular kastedilir.
4. “En geniş şekliyle Pakistan’dan Fas’a kadar yayılan, başka bir ifadeyle Atlantik’ten Ganj nehri havzasına kadar uzanan bölgeyi ifade eden Orta Doğu, tarihi dini çerçevede İbrahimi gelenekte odaklaşmaktadır. Orta Doğu, kadim insanlık birikimini, medeniyet aidiyeti, jeokültürel havza olarak İslam kültürünü, jeoekonomik kaynak olarak petrolü, fiziki coğrafya olarak kurak bozkır ve çöl iklimini, stratejik olarak Avrasya’yı çevreleyen Rimland (Kenar bölge) kuşağının merkezi hattını çağrıştıran unsurları barındırmaktadır (Davutoğlu, 2002:324).”
Japonya 14.125 ada, Filipinler 7000 ada sınırlarına egemenliklerine dokundurtmazlar. Endonezya 278 milyon, Malezya 33 milyon İslam ülkelerinin tepkisi karşısında çoğu ülke direnemez. Instagram, internet gibi aparatlarla bazı programlarının sahiplerinin Yahudi olması dolaylı olarak çatışmalara müdahil olmalarını gerektirmez. Yahudi Varşova’da doğan ABD’de büyüyen Netenyahu İsrail’de devlet terörü estirmektedir. Ortadoğu su, petrol, demokrasi, İsrail sorunu bulunaktadır.
Oxford siyaset ve uluslararası ilişkiler sözlüğü kısaca vekâlet savaşlarını şöyle tanımlamaktadır. “Kısacası, vekâlet savaşları, kendi stratejik hedeflerini ilerletmeye çalışan ancak aynı zamanda doğrudan, maliyetli ve kanlı bir savaşa girmekten kaçınan devletlerin ve devlet dışı aktörlerin yerini alır. Bu tür tepkiler, özellikle bir çatışmaya doğrudan müdahalenin ya haklı gösterilemeyecek, çok maliyetli (politik, finansal veya maddi olarak), kaçınılabilir, gayri meşru veya uygulanamaz olacağı yönündeki içsel bir risk algısına dayanmaktadır.”
Vekalet savaşlarında örnekler verirsem; Macar Dışişleri bakanı, AB dönem başkanı sıfatıyla İsrail yanlısı politika izlemesi. Roma belediye başkanını Musevi olması Trablusgarp savaşındaki Osmanlı aleyhine rolleri. İngiltere başbakanı Benjamin Disraeli’nin yanlı tutumu. ABD başkan yardımcısının eşinin Yahudi olması. (Mevcut başkan yardımcısı Harris’i kastediyorum). Zamanın ABD başkanı Trump’un mağrur imzasıyla ABD elçiliğini Kudüs’e taşıma talimatı. Fransa başkanı Macron “Ürdün’e yerleştirdiğimiz füzelerle İran’ı engelledik. İsrail’i koruduk.” dedi. ABD başkanı Biden ise, “İsrail i korumak için eşi görülmemiş mücadele verdik“ dedi. ABD Pentagon sözcü yardımcısı Singh 6 Ağustos 2024’te “İsrail’in savunmasını desteklemek ve artırmak için Ortadoğu’dayız” dedi. Filistin ve Gazzelerin halini siz düşünün. Dünya devleti bir yana mazlumlar bir yana. “İsrail’e destek kesin var bunun artırmak için oradayız” demektir.
K.Haushofer’in hayat şekli teorisini Hitler benimsedi. Levant kavramının yerini Yakındoğu aldı. Göbeklitepe kazıları keşfedilince 12000 yıllık olması Ortadoğu üzerinde oynanan paradigmaları yeniden düşünmeyi gerekli kıldı. Jeopolitik olarak literatüre geçen ilk Jeopolitikçi Kjellendir. 1905’te konuya ilişkin yazıları vardır. MacKinder’in “dünya adası “Spykman’ın “Rimland” teorisinde jeolojik yaklaşımda literatürde dikkate alınan kavramlardır. Valentine Chiral 1902 yılında bahsettiği Hindistan’a kadar yol güzergahındaki ülkeleri Ortadoğu telakki etmektedir. Bunun altında İngilizlerin 1763’de Hindistan’a yerleşmesi fikri yatmaktadır.1902’de ABD’li Jeopolitikçi Alfred Thayer Mahan bu kavramla ilgili yazılar yayınlamıştır. Bu kavramlar muvacehesinde Ortadoğu’yu dizayn etmeye kalkan zihniyet1639 da Kasrı şirin anlaşmasından bu yana hiç savaşmadığı komşusu İran’la Türkiye’yi karşı karşıya getirememiştir. Ama İran-Irak savaşı yıllarca sürmesi, milyarlarca dolar kaybedilmesi, milyonlarca insanın ölmesi, iki ülkenin enerjisini bitirmiştir. Bundan da emperyalist ülkeler ve İsrail karlı çıkmıştır. Onun için yeni bir muhasebe yapmanın zamanı gelmiştir.
Tüm İslam ülkelerinin mevcut durumunu yukarıdaki ayette bildirildiği üzere halini değiştirmelidir. Bu da çalışma süresini, eğitim basamakların, tasarrufu ikiye katlayarak çağı yakalamaları olacaktır. Kelimelere takılıp kelimelere takla attırmadan gerçeklerle yüzleşme zamanı gelmiştir. Bu da güçlü olmaktan geçer. Mütekabiliyetten geçer. D8 ülkelerinin kurulmasının altındaki mantık tekrar düşünülerek faal hale getirilmelidir. Fesh olan CENTO, Bağdat paktı, Sadabat paktı gibi olumsuz deneyimlerini üye ülkeler başta olmak üzere İslam ülkeleri nedenini, niçinini tekrar tekrar sorgulamalıdır. Neden bu teşkilatlar kısa ömürlü ve faydasız oldu ve dağıldı diye.
Yahudiler 14 yüz yılda başta İspanya ve Portekiz olmak üzere gettolarda yaşıyorlardı. Gettoların etrafı çevriliydi. Gettolardan çıkmak isteyenler kollarına sarı bant takarlardı. Gettoların en meşhurları 1460 Frankfurt, 1516 Venedik gettolarıydı. Filistinliler onlara ne yaptı? Yazımın başında belirttiğim yapay devlet, vekâlet savaşları İsrail devleti ve ona yardım edenlerle birebir örtüşmektedir. 1933’te Prag Yahudi cemaatinin simge olarak kabul ettiği aslı Süleyman mührü olan altıgen bayrağı bile sahiplenmiş bir devlettir İsrail.
Sonuç olarak bu yazıyı okuma lütfunda bulunan değerli okurlara ve geleceğimiz gençlere derim ki, “bize ne” diyemeyiz. 12 yıl süren Körfez krizinden Türkiye’nin milyarlarca dolar kaybı oldu. Irak’ın işgali sıradan bir olay değildi. Binlerce yıllık Babil medeniyetini yok etmeye çalışan emperyal güç, İsrail’le ilgili tarihi veri, bilgi, belge, somut eserleri yağmaladı. Nükleer silahın kimde olduklarını bildikleri halde “Saddam’da nükleer çalışma var” deyip işgali meşrulaştırılmaya çalıştılar. 25 Nisan 1920’de Osmanlı’nın 3 vilayetini (Bağdat, Kerkük, Basra) barındıran Irak devleti oldu ve Osmanlı’dan ayrıldı. İngiltere’nin denetimine girdi. 23 Ağustos 1921’de Mekke şerifi Hüseyin bin Ali’nin oğlu Faysal Irak kralı oldu. 3 Ekim 1923’te Irak bağımsız devlet oldu. Yaklaşık 120 yıldır kendine gelemedi. Komşularımız olan devletlerde doğrudan dolaylı yapay devlet oluşmaması, KKTC’nin önemini ve 500 yıl önce fethedilen Osmanlı toprağı olduğunu ve şimdi de Yavru vatan bağının koparılmaması için acizane bunların bilinmesini tavsiye ederim.
Arşivlerde, kayıtlarda da yüzlerce binlerce hatta milyonlarca belge var. Bilimsel olarak bunlardan yazabildiklerimizi yazıp gelecek kuşaklara veri sağlamak isterim. Konumuzun başlığı kazananlar ve kaybedenlerdi. Çünkü oralar Siyonistlerin değil, Osmanlının topraklarıydı. 1847’de ilk telgraf hattını İstanbul’a getiren Osmanlı Anadolu’nun, Rumeli’nin, Afrika’nın, Kırım ve diğer yerlerdeki topraklarından önce 1864 de Kudüs’e Yafa üzerinden telgraf hattı döşedi. 1890 yılında Kudüs-Yafa demiryolunu, 87 km’yi 2.5 yılda tamamladı. Bu gibi nimetlerden Siyonistler yararlansın, Müslümanları öldürsün, hapishanelerde çürütsün diye yapmadı.
Konunun uzmanı Clausewitz (1989: 603), soğuk savaşı şöyle tanımlamaktadır. “Bir ülke diğerinin davasını destekleyebilir, ancak onu asla o kadar ciddiye almaz. Yardımına orta büyüklükte bir kuvvet gönderilecektir, ancak işler ters giderse operasyon oldukça iyi bir şekilde iptal edilir ve mümkün olan en az maliyetle geri çekilmeye çalışılır.” Sözün özü, konuyla ilgili literatürde 6 savaş türü var. Soğuk savaş esnasında 16 tane sıcak savaş var. Birinci Dünya Savaşı öncesinden soğuk savaş sonuna kadar olan sürede ise I. Dünya Savaşı süresinde 7, II. Dünya Savaşı süresinde 5, Soğuk Savaş süresinde 72, devam eden vekalet savaşlarında 28 savaştan bahsedilir. Bunların tarafları yazılıdır. Ne hikmetse İsrail’in Filistinlilere ve komşu ülkelere yaptığı savaş şeklinden ve İsrail’i destekleyen emperyal güçlerden hiç bahsedilmez. MÖ.418-413 ‘te yapılan Spara Sicilya vekalet savaşından bahsedilir. Gazze’de baba kucağında ölen masumdan bahsedilmez. Onun için İslam ülkelerinin olay ve olguları yeniden tefekkür etmesi gerekir diye düşünüyorum.
Selam ve saygı ile.
Kaynakça: (Alıntılar tırnak içine alınmış ve kaynağı aşağıda verilmiştir.)
1. (Akmandor, s:12) akt.Vahap Coşkun, Ortadoğu’da Genel Sorunlar, s.273.
2. Ceyda Kurt. Avrasya Nedir, Avrasya’da Hangi Ülkeler Vardır?.Akademik Düşünce Enstitüsü, https://www.akademikkaynak.com/avrasya-nedir-icerigi-nedir-avrasyada-hangi-ulkeler-vardir.html
3. Davutoğlu, 2002:324.
4. Rad suresi 11. Ayet.
5. https://tr.wikipedia.org/wiki/Uzak_Do%C4%9Fu
2 yorum
Kaleminize sağlık hocam. İnşallah, niteliksiz niceliksel çoğunluk, en yakın zamanda bir araya gelmeyi başarabilir…
Allah Teala razı olsun Kıymetli Hocam, Müsaadenizle paylaşmak isterim. “Fakat âlemlerin rabbi Allah dilemedikçe siz (hiçbir şey) dileyemezsiniz!”(Tekvir /29) Buyuran Rabbimizden niyazımız, rızası ve Rasulullah (sallahu aleyhi vesellem) sünneti yönünde bizlere merhamet etmesiyle bizimde kınayanın kınamasından çekinmeyen Hakkı üstün tutan bir cesaret, feraset, ilim ve salih amel nasib etmesidir. Fiemanillah