1670’li yıllarda, bir yazar yazdıklarını basmaları için yayınevlerine götürmektedir. 50’li yaşlarının başındaki yazarın yazdıklarını okuyan çoğu yayınevindeki yetkililer yazarı reddetmekle kalmayıp, yazdıklarıyla da alay etmektedirler. Duyduğu acımasız alaycı sözlerin ardından, alışılmışın dışında yeni bir türde yazdığı hikâyelerini kolunun altına alarak yayınevlerinden çıkarken, kendisiyle alay edenlere hep aynı sözü söyler: “Bu yazılar günün birinde yayınlanacak ve yüzyıllarca okunacak ve sizler bu yeni türü yayınlamanın fırsatını kaçırmış olduğunuz için çok pişman olacaksınız”. Yazdıklarına çok inanan bu yetenekli yazarın ne kadar haklı olduğunu zaman ortaya çıkaracaktır.
Yazarın yazdıklarına yayınevlerinin bu kadar olumsuz tepkiler vermesine neden olan farklılık, hikâyelerdeki kahramanların alışılmışın dışında olarak insanlar değil de, hayvanlar olmasıdır. Evet, sanırım bu önemli türün edebiyat tarihindeki en önemli isimlerinden biri olan Fransız yazarı tahmin etmişsinizdir. Fabl alanında verdiği eserlerle tanınan dünyaca ünlü masal yazarı La Fontaine, yazmış olduğu eserlerinde hayvanları konuşturmaktadır ve böylece insanlara ahlak dersi vermektedir. Hatta daha da ileri giderek, birçok masalında topluma da cesaretle seslenmiş ve toplumun gülünç yanlarını, haksızlıklarını gözler önüne sermiştir. La Fontaine Masalları 350 yıldır ülkeden ülkeye, dilden dile tüm dünyada okunarak uygarlığımızı etkileyen, eserlerden biri haline gelmiştir. La Fontaine verimli bir şekilde çalışarak dünya edebiyatına 238 adet masal armağan etmiş ve bu masallar 12 adet kitapta toplanmıştır. Hayvanları konuşturarak insanı anlatan La Fontaine masalları neredeyse tüm dünya dillerine çevrilmiştir.
Tıpkı ünlü Fransız yazarın yaşadıkları gibi, tarih her seferinde göstermektedir ki yeni bir fikirle ortaya çıkanlar acımasızca eleştirilir, alay edilir ve bu yeni fikirlerin değerinin anlaşılması süreci biraz sancılı olur. Bu noktada tarih filmini 300 yıl ileri saralım ve La Fontaine’den tam 300 yıl sonra dünyaya gelen bir başka dehanın yaşamına konuk olalım. Hikâyemizin kahramanı Azerbaycan’nın Bakü kentinde 1921 yılında dünyaya gelir. Ailesinin İran’a taşınmasıyla burada büyür ve 1942 yılında Tahran Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümünden mezun olur. Üniversitede oldukça başarılı bir gençtir. 1946 yılında yüksek lisansını Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) ve doktorasını 1949 yılında Columbia Üniversitesi’nde yine elektrik mühendisliği alanında tamamlar. Doktorası ardından Sibernetik (Robot bilim) alanında çalışmalarını sürdürürken, çok önemli bir fikir gelişir zihninde. Aynı La Fontaine gibi, bulduğu fikrin çok önemli olduğuna inancı tamdır. Bu fikri kaleme alır, makalesini yazar ve akademik saygın dergilere gönderir. Ancak yine La Fontaine’le benzer şekilde, bu yeni fikrini anlattığı makalesi reddedilmekle kalmaz, çalışmasıyla dalga da geçilir. 300 yılda dünyada çok şey değişse de, yeni fikirlere duyulan olumsuz önyargılar hiç değişmemiştir. Genç bilim adamı bu durum karşısında yılmaz ve “madem siz benim çalışmamı yayınlamıyorsunuz, o zaman ben kendim dergi çıkartır ve orda yayınlarım” der. Dediğini de yapar, çalışmasını kendi kurduğu Information and Control isimli dergide ilk kez 1965 yılında yayınlar. Yayınladığı makalesinin başlığı “Bulanık Kümeler” adını taşımaktadır. Kafasında geliştirdiği bu yeni kurama bulanık mantık (fuzzy logic) adını vermiştir ve bulanık mantığın temeli olan bulanık kümeleri bu makalesiyle ilk kez dünyaya sunmuştur. Prof. Dr. Lofty A. Zadeh tarafından geliştirilerek dünyaya ilk kez tanıtılan bu fikir, ne yazık ki yine uzun süre büyük bir dirençle karşılaşacaktır. Buna karşın yıllar geçtikçe, bulanık mantık kuramının ne kadar değerli olduğu bilim dünyası tarafından yavaş yavaş fark edilmeye başlanır. Bulanık mantık, bir bulanık kontrolcü olarak ilk kez 1970 yılların ortasında, Londra’ki Queen Mary College’de Prof. Ebrahim H. Hamdani tarafından bir buhar makinesinde uygulanmıştır. Ticarî olarak ise ilk defa 1980 yılında, Danimarka’daki bir çimento fabrikasının fırınını kontrol etmede kullanılmıştır. Ardından günümüzde, özellikle dev Japon firmaların ürettiği neredeyse her teknolojik üründe bulanık mantık uygulamaları yer almaktadır.
Şevki Işıklı 2007 yılında yazdığı ‘bulanık mantık ve bulanık teknolojiler’ başlıklı yazısında şu örneği vermektedir: “2000’li yılların başında dünyanın en gelişmiş metrosu olarak kabul edilen Japonya’daki Sendai metrosunda, yaklaşık 14 km boyunca 16 istasyonda duran tren, o kadar yumuşak hareket etmektedir ki, ayaktaki yolcular sadece hafifçe sallanmaktadır. Vagonların çoğunda, ayakta duran yirmi yolcudan ancak dört ya da beş tanesi bir yere tutunma ihtiyacı hissetmektedir. Bu metroda bir akvaryumu, suyunu hiç dökmeden taşımak mümkündür. Bu dizgenin temelinde “bulanık mantık” vardır. Sistemdeki etki-tepki süresi insanlarınkinden üç kat daha kısadır. Ayrıca %10 yakıt tasarrufu sağlar ve şimdiye kadar hiçbir tehlikeye yol açmadığı görülmüştür.”
Japonya’da onlarca firma bulanık mantığı fotoğraf ve video kameralarında, otomobil, tren ve sanayi işlemlerinin idare edilmesinde de uygulamıştır. Belirtilen firmalar arasında Umtaci, Mitsubishi, Toshiba, Sony, Orison, Konan, Piko, Aneson, Honda, Neck gibi isimler bulunmaktadır. Gerçek hayat uygulamalarında görülmüştür ki bulanık mantık, makineleri daha zeki yapmaktadır.
Şu soru akla gelebilir: “Neden bu kadar önemli bir fikre karşı böylesine olumsuz bir tepki oluşmuştur?” Bunun en büyük nedenlerinden biri Zadeh’in seçtiği “Bulanık” ismidir. Özellikle “Bulanık Mantık” denildiğinde bulanık ve mantık kelimesinin yan yana gelmesini birçok zihin kabul edememiştir. Mantık gibi net bilimsel bir kavramda, bulanıklık olması yadırganmıştır. Möhbeddin Semed “Dünya Dâhilersiz Yaşayabilmiyor” başlıklı kitabında şöyle söylemektedir: “Eğer Zadeh, ‘fuzzy / bulanık’ yerine daha olumlu şeyler çağrıştıran bir sözcük kullanmış olsaydı, kendisine bu kadar çok kişi karşı çıkmayacak ve bu mantık anlayışının ABD teknolojisinde uygulanması daha çabuk ve yaygın olacaktı”. Hatta günümüzde bile hala bu önemli kuramı anlayamayan, reddetmeye çalışan kişiler bulunmaktadır. Tıpkı okudukları La Fontaine masallarından hiçbir şey anlamayanlar olduğu gibi.
Bu noktada başka bir soru belirmektedir. Peki, Zadeh gibi bir deha bu ismi verirken bunların farkında değil miydi? Zadeh, “biraz basit, biraz da eğlenceli” dediği bu fikre neden “Bulanık” ismini verdi? İsterseniz gelin bu noktada Zadeh’in bizzat kendisine kulak verelim. Zadeh şöyle söyler: “İyi düşünüldüğünde, bu terimin önemli olduğu kadar da ironik olduğu anlaşılır. Zaman gelecek bu yeni fikir batı dünyasının bilime hediye ettiği en büyük başarı olacaktır…” Ben Toronto Üniversitesi’nde bir yıl kadar misafir öğretim üyesi olarak Bulanık Mantık alanında çalışmalarda bulunmuştum. Ve orada birlikte çalıştığım çok değerli hocam Prof. Dr. İ. Burhan Türkşen, Zadeh’in arkadaşlarından biriydi. Bizzat kendisinden Zadeh ile olan sohbetlerini dinleme şansım olmuştu. Benim düşünceme göre, Zadeh “Bulanık” kelimesini çok dâhice seçmiştir. Mantık kelimesi ile yan yana geldiğinde yarattığı ironinin, aslında bu kuramın hayatta var olan belirsizliğe getirdiği yaklaşımı çok iyi ifade ettiği görülür.
Özellikle konuya çok aşina olmayan okurların aklında “Peki Zadeh’in bu devrim niteliğindeki fikri tam olarak neydi?” sorusunun oluştuğunu hisseder gibiyim. “Nasıl oldu da bu fikirle yapay zekâda bir devrim yaşandı?” sorusunu herkesin anlayacağı biçimde cevaplamaya çalışacağım. Öncelikle yapay zekâda yapılmaya çalışılan insan zekâsına yaklaşmaktır. Yani kısaca, insan zekâsı gibi işleyebilen makine zekâsı oluşturulmaya çalışılır. Bilgisayarlar her şeyi sayılarla anlamakta, yorumlamakta ve buna göre işlemektedirler. Örneğin biz bir rengi gördüğümüzde hangi renk olduğunu hemen anlıyoruz. Bilgisayarlar ise RGB (Red Green Blue) adı verilen bir fonksiyon yardımıyla bir rengin ne olduğunu anlıyor. Bu fonksiyon üç sayısal değere göre çalışıyor ve fonksiyona giren üç sayısal değere göre rengin ne olduğu çıktı olarak üretiliyor. Örneğin RGB değerleri 0 0 255 ise bu maviye ya da 205 92 92 ise Hint kırmızısına karşılık geliyor. Özetle, ikili mantık kuramına (0 ya da 1) göre geliştirilmiş olan bilgisayarlar her şeyi sayısal değerler ile algılıyor. Buna karşın Zadeh’in fark ettiği şey şuydu: “insan zekâsı sayısal değerlerle değil, sözel değerler ile çalışmaktadır.” Örneğin birisi size “Bugün hava nasıl?” diye sorduğunda ona “hava şuan 29,36 santigrat derece” gibi sayısal bir cevap vermezsiniz. “Hava bugün çok sıcak” ya da “Hava bugün güzel” ya da “Hava bugün dondurucu” gibi sözel bir cevap verirsiniz. Ve karşınızdaki de sizi anlar. Aslında hava sıcaklığı tam olarak ölçülebilmektedir ama sizin zihniniz o dereceyi sayısal olarak bilmez, sayısal bir değer düşünmez. Buna rağmen havayı hissettiğinizde zihninizde oluşan sözel bilgiyle çabucak karar verebilirsiniz. İşte hava sıcaklığı örneğinde olduğu gibi kullanabildiğimiz “çok sıcak”, “dondurucu”, “çok soğuk” vb. ifadeler aslında bilgisayar için belirsizlik içerir. İşte bilgisayar sistemlerinde klasik mantık yerine, bulanık mantık kullanıldığında bu belirsizlik ortadan kaldırılarak insan zekâsına yaklaşan makineler geliştirmenin yolu açılır.
Günümüzde en popüler tanımlardan biri olan yapay zekâ konusunda birçok kurs, kitap, çeşitli kaynak ve hatta üniversite eğitim programları bile var. Buna karşın, henüz istenilen düzeyde yapay zekâ uygulamaları üretemiyoruz. Örneğin tüm dünyayı sarsan koronavirüsünün neden olduğu pandemi ile olan savaşımızda da yapay zekâyı çok etkin olarak kullanamadığımız görülüyor. Çünkü yukarıda belirtilen eğitimlerde, kaynaklarda ve düşünce yapılarında sanırım eksik olan bir nokta var: “İnsan”. Bulanık mantık fikrinde de gördüğünüz gibi, yapay zekâ aslında insanı daha iyi anlamaktan geçiyor. Eğer insanı anlama algınız açık değilse başarılı bir yapay zekâ algoritması yazmanız ya da uygulamasını gerçekleştirmeniz de mümkün değildir. Zadeh bilim yolunda, La Fontaine sanat yolunda ilerlemiş, ama her iki deha da insanı daha iyi anlamaya ve anlatmaya çalışmıştır. İnsanı anlamada bilim ve sanatın yollarının ne kadar güzel bir biçimde örtüştüğünün en güzel örneklerinden biridir. Algımızı, fikrimizi açarken Zadeh ve La Fontaine’in aynı şeyi söylediklerini, ikisinin yollarının bilim ve sanatın yolları gibi birleştiğini görüyoruz. Yapay zekâ dâhil hangi konu olursa olsun, gelişebilmemiz ve üretebilmemiz için öncelikle, bilimin ve sanatın değerini bilerek, insani değerleri iyi algılayabilmemiz gerekmektedir.
İnsanı en güzel şekilde anlayan ve anlatabilen çok değerli bir başka isim Orhan Veli’dir. Çocuklarımız La Fontaine masallarını okuyabilsin diye bu güzel şairimiz 51 masalı Türkçe’ye çevirmiştir. Bu yazımda sizlerle paylaşmaya çalıştıklarımı Orhan Veli kaleminden bir La Fontaine masalı ile perçinleyerek yazımı sonlandırmak istiyorum.
Horozla İnci
Horozun biri bir gün inci bulur;
Alıp onu kuyumcuya doğrulur.
Kuyumcu ne istediğini sorar.
O da derki –“Bu galiba mücevher;
Al da bunu, bana biraz darı ver;
O benim daha çok işime yarar.”
Bir cahile bir kitap miras kalır;
Cahil de hemen, bu kitabı alır,
Yol üstündeki kitapçıya uğrar;
Der ki: –“Bu kitabı vereyim sana,
Yerine sen üç beş kuruş ver bana;
O benim daha çok işime yarar.”
29 yorum
Çok keyifli bir dil teşekkürler…
Teşekkür ediyorum Serpil hocam.
Insani anlamak kadar dogayi da anlamak gerek bence hocam sanatla bilimi en guzel sekilde birbirlerine entegre edebilmek icin… bilimi sanatla her firsatta bagdastirdiginiz icin ayrica cok tesekkur ediyorum size hocam harika bir yazi.
Çok teşekkür ediyorum Çağatay güzel yorumuna. Senin gibi değerli genç zihinlerle, daha güzel yarınlara ilerliyoruz.
Yapay zekayı öğrenirken gözardı edilen, ancak bilinmesi gerekenleri içeren,bilimi sanatla bağlayan çok keyifli bir sohbet tadında…
Çok teşekkür ediyorum bu güzel yorum için..
Bu yaşamdaki en belirgin şey belirsizliktir. Hakan bey kardeşimi bu güzel yazısı içim tebrik ediyorum…
Hocam çok teşekkür ediyorum değerli yorumlarınıza.
Biz de size bu güzel yazıyı, biz gençler okuyabilelim diye bizlerle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz hocam.
Teşekkür ediyorum güzel yorumuna..
Adeta bir sunumunuzu daha dinlermiş gibi okudum bu yazınızı değerli Hakan hocam. Yine yalın bir dille akıllarda kalıcılığı yüksek hikayesel anlatımınızla, tanımlamalar artık çok daha net. Tarafınızdan ders alabilmiş, sizi bir çok kez canlı dinleyebilmiş ve nacizane ortak çalışmaları olmuş biri olarak kendimi şanslı gördüğümü belirtmek isterim. Sayenizde kıymetli İ. Burhan Türkşen hocamızla tanışabilen ve konuşabilen biri olmamsa, adıma üstün mutluluk sebebi. Lisans öğrencisine fikir, yükseklisans öğrencisine ışık ve doktora öğrencisine yol olduğunuz için kendi adıma çok teşekkürler Hakan hocam. Saygılarımla…
Çok teşekkür ediyorum bu güzel yorumlarına Damla. Senin gibi algısı yüksek bilim insanlarıyla geleceğe umutla bakabiliyoruz..
Çok güzel bir yazı olmuş. Çok anlaşılır bir mesaj içeriyor. Tebrik ederim.
Hocam çok teşekkür ediyorum bu güzel yorumunuza..
Hocam kalemine sağlık. Üzerine düşünüp, hazırladığım yazıda bir paragraf yazdığım yazı için çok önemli bir bakış açısı daha kazandım. “insan zekâsı sayısal değerlerle değil, sözel değerler ile çalışmaktadır.” Çok önemli bir tespit. Ufkum açıldı Hocam. Var olasın.
Cüneyt hocam, öncelikle kıymetli yorumuna çok teşekkür ediyorum. Bu konudaki çalışmalarınız çok önemli katkılar sağlayacaktır, heyecanla bekliyorum.
Bu güzel ve akıcı metin paylaşımı için teşekkürler. La Fontaine’nin öncesinde de yazılarını yayın evine götürüp de alay edildikten sonra umutsuzluğa düşüp yazma işini bırakanlar olmuştur diye düşünüyorum. Ta ki zaman ve koşulların olgunlaşıp La Fontaine gibi birisi için hazır oluncaya kadar. Yapay zekaya gelince; onun gelişimindeki hızı takip etmek imkânsızlaştı gibi görünüyor.
Saygılarımla
Çok teşekkür ediyorum. Katkınıza da ayrıca teşekkür ederim.
Bu yapay zeka meselesini geniş bir halk topluluğunun anlayağıcı bir şekilde ifade etmişsiniz. Çok teşekkür ederim. Sizde umarım insanlığın önünü açacak yeni kuramların ilhamına kavuşursunuz
Tebrikler…
Güzel bir yazı!
Yararlandım.
Teşekkürler…
Çok teşekkür ediyorum değerli yorumlarınıza.
kaleminize sağlık,
yapay zeka ile bilim insanları bu kadar uğraşırken gözden kaçan birşey var, onların yıllardır uğraştığı şeyi yüzyıllardır buzağılar, kelebekler ve yenidoğan bebekler inanılmaz bir hızla yapıyor. bu mucizevi olayları görmezden gelerek yaptıkları bir robot çatal tutunca çok seviniyorlar.
Değerli yorumunuza ve katkılarınıza çok teşekkür ediyorum.
Sayın Hocam, ben Bilgisayar Mühendisliği Bölümü öğrencisiyim. Ayten Yiğiter Hocamızın sizden derste bahsetmesi üzerine adınızı Google’a yazdım ve bu yazıyı buldum. Size teşekkür etmek istedim bu akıcı yazınız için.
Sayın Oğuz bey, güzel yorumunuza çok teşekkür ederim. Ayten hocam çok sevdiğim, bölümümüzün değerli hocalarındandır. Umarım sitedeki diğer yazılarımı da beğenerek okursunuz.
Yazı dili, bilgi ve içerik harika. Herkese böyle bir bilgi ve içeriği ulaştırmak ne önemli. Kutluyorum.
Hande hocam çok teşekkür ediyorum güzel sözlerinize. Sizin gibi bir sanatkardan bunları duymak çok değerli benim için.
Sayın yazar;
Bulanık mantığın kurucusu Lütfi Askerzade’nin ismini anarken asgari özenin gösterilmesini beklemek hakkımızdır sanırım.
“Prof. Dr. Lofty A. Zadeh” yazmışsınız. ‘Lofty’ Türk olmayan bir ismi çağrıştırıyor. Hadi ‘Lotfy’ yazsanız Lütfü ismini kısmen de olsa çağrışım yaparak anlarız.
Bulanık mantığın kurucusu değerli bir bilim adamı Türkçe yazılan bir makalede, Lütfi Askerzade olarak anılmayı hak ediyor. (Sizi referans gösteren diğer yazarlar da ismini sizin yanlış yazdığınız gibi yanlış yazıyorlar.)
http://www.saglikvebilisim.info/2017/10/13/bulanik-mantigin-kurucusu-lutfi-askerzade-vefat-etti/
Bulanık mantığın kurucusu Lütfi Askerzade 6 eylül 2017 tarihinde vefat etmiştir. Değerli bilim adamını tazim ve hürmetle Fatiha’larla anıyorum.
Sayın okur,
Düzeltmenize teşekkür ederim. Doğru yazım “Lotfi A. Zadeh” olmalıydı. Bu değerli bilim insanına ait Berkeley Üniversitesi internet sayfasında da ismi bu şekilde yazılmaktadır.
https://www2.eecs.berkeley.edu/Faculty/Homepages/zadeh.html/