Günümüzde yaşanan ortalama deneyimler sağduyulu bir insan zihni tarafından değerlendirildiğinde bazı eğilimlerin yaygınlığı dikkat çekmektedir. Bir bakarsak; insanlar en çok ekonomi, para ve kapitalizmden söz etmektedirler. Kapitalizmin kuramsal ve kültürel kurucu toplumu modern İngiltere’dir. Modern İngiliz filozof, şair ve yazarları geriye dönük olarak İlkçağ felsefesinde çoğunlukla sofistler ve şüphecilerle ilişkilendirilebilecek fikirlere sahiptirler. Nitekim Francis Bacon’ın eleştirdiği İlkçağ filozofu temelde Aristoteles idi ve ancak Protagoras ile barışık olduğu söylenebilirdi. Günümüzde kapitalizm denilirken küreselleşme ve bireyselleşmenin ürettiği ilişki biçimleri, alışveriş süreçleri ve tüketim alışkanlıkları kastedilmektedir. Küresel kapitalizm de denilen bu olgunun merkezinde çağdaş ABD bulunmaktadır. Popüler Amerikan kültürü ve Amerikan rüyası da girişimcilikte sofist felsefelere ve başarılı insanların yanındaki diğerlerini de göz önünde bulunduran bir kişisel gelişim yaklaşımı açısından stoacı felsefelere geri götürülebilir.
Nitekim çağdaş Amerikan pragmatizminin kurucusu olan Charles Sanders Peirce’ün “bütün gerçeklik” (complete reality) ile belirli bir zaman ve mekândaki “bireysel mevcudiyeti” (egzistence, being there) birbirinden ayırdığı şu cümle bütün 20. yüzyıl felsefelerini kurmuş bir cümle gibi görünmektedir: “Şayet Protagoras’ın söylediği gibi İnsan şeylerin ölçüsü ise; bu takdirde “tamamlanmış gerçeklik” var değildir. Fakat “orada olmak” bir şekilde kesinlikle vardır.”[1] Fenomenoloji, varoluşçuluk, mantıksal pozitivizm, yapısalcılık, post-yapısalcılık, postmodernizm, hermenötik, zihin felsefesi, dil felsefesi ve liberal felsefeler birlikte bu ayrımla ilişkilendirilebilir gibi görünmektedir. Peirce söz konusu ayrımın merkezine Protagoras’ı ve onun felsefesini yerleştirdiğine göre 20. yüzyıl felsefelerinde sofistlerin etkisi herhangi bir şekilde göz ardı edilemez. Bu arada Immanuel Kant’ın 1781 yılında yayınlanmış Salt Aklın Eleştirisi adlı kitabının felsefede bir devrim yaptığını, ama geleneksel mantığa yönelik beğenisinin yanlış olduğunu söyleyen de Peirce’tür.[2] Bundan hareketle 20. yüzyılda daha genel seviyede Kant ve daha özel seviyede Protagoras’a yönelik takdirin Peirce felsefesinin veya onun felsefi tarih yazımının bir ürünü olduğu söylenebilir.
Stoacılık daha ziyade popüler felsefelerden izlenebilmektedir. Amerikan literatüründe önemli bir yer tutan kişisel gelişim ve İngiltere’de genel bir kabule karşılık gelen Julian Baggini felsefesi neredeyse bütünüyle stoacı literatüre yaslanmaktadır. Sosyal medyada son dönemde Marcus Aurelius’a büyük bir teveccüh varsa da Kıbrıslı Zenon, Seneca ve Epiktetos gibi birçok stoacıyı anmamak bir adaletsizlik olacaktır. Özellikle bireyselleşme tüm dünyada stoacı seyretmişe benzemektedir. Bireyselleşme sırasında, içinde ve görece sonrasında insanların birbirlerinden bunalmaları stoacıların deneyimlerini ve birbirinden uzak duran veya birbirine “hayır” diyebilen insanların mutlu olabilecekleri ana fikri de stoacıların fikirlerini akla getirmektedir. Acıdan kurtulma ile ilgili neredeyse bütün etütler stoacıları çağrıştırmaktadır. Bilgi teorisinde sofistleri ve popüler yaşam felsefelerinde (etik) stoacıların bu denli öne çıkmaları aslında bireyselleşme kapsamında yoksulluktan varsıllığa (zenginliğe ve konfora) yönelmiş geniş dünya nüfusunun gereksinimleriyle ilgilidir. Bu da her halükarda Protagoras’ın ne kadar idrakli bir filozof olduğunu göstermektedir. Çünkü yaşanan ve düşünülen her şey insanın kendi deneyimleriyle ilgilidir. Peki, insan kendi deneyimlerinden ibaret bir bilgiye, yaşam kabulüne ve hedeflere sahipse bu takdirde nasıl yaşayabilir?
Bu sorunun cevabı da sofistlerin ve stoacıların hayat hikâyelerinden edinilebilir. Roma İmparatorluğu’ndaki en başarılı beş imparator hariç stoacıların öyküleri sofistlere benzemektedir. Roma’daki beş imparator da başa geçme serüvenleri ve deneyimleri bakımından bu öykülerden çok ayrı deneyimlere sahip değillerdir. Sofistlerin hedefledikleri ve şikâyet ettikleri kavram güçtür. Gücün bir hukuk ve ahlak yaratmasından bahsetmektedirler. Bunu hem betimleyip saptamakta, hem saygı duyup kabul etmekte ve hem de anlatarak doğru yaşam stratejisinin gücün etki alanlarını tanımak olduğunu dile getirmektedirler. Örneğin Platon ve Aristoteles bunu kabul etmezler. Çünkü bu iki filozof da Francis Bacon’ın saptamasına göre zengin ailelerin çocuklarıdırlar. Bu iki filozof yukarıyı değil halkı değiştirmek isteyen bir zihniyete sahiptirler. Sofistler gereksinimleri ve çıkarları öne çıkarırlar ve mutluluğun kendilerini varlıklı kılmak olduğunu kabul ederler. Bu yaşam analizine göre, güçlü olmak isteyen insanların doğru yaşam stratejisi, her insanın ancak kendi çıkarlarını elde ederek gereksinimlerini gidermede işe yarayacak başka insanlarla gerektiği ölçüde iletişim kurmasının lüzumlu olduğudur. Çünkü insanların bir sınırları vardır ve “vakit nakittir”. Sofistler genellikle başarılı insanlardır ve yalnız ölürken insanlardan şikâyet etmezler. Bu nedenle sofistlerin deneyimleri ile fikirleri arasında bir tutarsızlık mevcut değildir. Stoacılara gelince; bunların yaşamları ile fikirleri birbirine ters gibidir. Çünkü stoacılar gücün yarattığı hukuk ve ahlaktan şikâyet etmek yerine erdemi genel ve ahlaki bir temel olarak kabul ederler. Kişisel deneyimleri veya genelde göze çarpan hikâyeleri bakımından sofistler bireyci, stoacılar toplumcudur. Erdem sofistler için güce erişerek mutlu olmak iken stoacılar için ahlaklı bir yaşamla mutlu olabilmektir. Bu nedenle stoacılar kucaklayıcı ve başka insanlara vakit ayıran insanlardır. Sofistler gizli yaşarlar ve gizliliği övmezler. Stoacılar açık ve şeffaf yaşarlar. Sofistler için güçlü insanların onayı ve takdiri, stoacılar için halkın genelinin onayı ve takdiri kendi yaşam deneyimlerinde öne çıkarken stoacıların fikirlerinin veya söylemlerinin hayat hikâyelerine bir tepki gibi geliştiği fark edilebilmektedir. Nitekim stoacıların yaşama ilişkin tüm deneyimleri de fikirleri de ömürlük olup, sofistlerin her şeyi geçicilik üzerine kuruludur. Çünkü insan ölümlü bir canlıdır. Stoacıların fikirlerine bakıldığında; sözgelimi Epiktetos’un her şeyi göstermeme gereğine, kişinin kendi gücünün sınırlarına ve alabileceği rollerin sorumluluklarına dikkat çektiği görülebilmektedir.[3] İlginç bir şekilde Platon ve Aristoteles’in fikirlerini kendi yaşamlarında uygulayan stoacıların kişisel deneyimlerinden sonra sofistlerin deneyimlerine ve fikirlerine sığındıkları görülebilmektedir. Stoacılar da yalnız ölürler, ama insanlardan şikâyet ederek ve tatmin olmamış bir biçimde dünyadan ayrılırlar. Buradan çıkan netice, stoacıların fikirleri yerine sofistlerin fikirlerinin yaşamda insanı daha az yorduğu ve daha tatmin edici bir neticeye ulaştırdığıdır. Peki, zenginliğe yönelmiş ve başarılı olmuş insanların yalnız ölmemeleri mümkün müdür? Her iki deneyim de bu soruya olumsuz bir cevap vermektedirler. Yine de üzerine düşünmeye değer en çağdaş sorulardan bir tanesi budur.
Sofistler ile stoacıların deneyimlerini başka insanlara aktarmaları da birbirinden ayrıdır. Sofistler hiç kimseye ücretsiz öğüt vermezken stoacılar karşılıksız olarak öğüt vermeyi severler. Stoacı bir yaşam deneyiminden sonra sofist fikirlerin doğruluğuna ikna olup da ahlakı ve etiği bir yaşam stratejisi olarak söylemleştirmek ne kadar doğru veya iyi bir örnek olabilir? Bunun yerine sofistler gibi yaşayıp da hayatı şüphe üzerine tanımlayan ve kurgulayan insanlar iletişime açık ve huzurlu bir toplumsal deneyim meydana getirebilirler mi? Sosyal medyada her şeyini paylaşan insanlar Stoacılara mı yoksa sofistlere mi benzemektedirler? Bulunduğu herhangi bir deneyim pozisyonunu –mesela arkadaşlığı, dostluğu veya komşuluğu- ömürlük kabullerle ilişkilendiren insanlar stoacılara mı sofistlere mi uygun davranmaktadırlar? İdeolojik kimlikler stoacılara mı daha uygundur sofistlere mi? Bu soruların cevabı her bireyin kendi deneyimleri ile sofist yaşam stratejisi ve stoacı yaşam stratejisinden ne anladığına göre değişiklik gösterebilir. Bununla birlikte insanlar sofistleri yaşarken, stoacıları da öldükten sonra onaylar ve takdir ederler.
[1] Charles Sanders Peirce, The Collected Papers of Charles Sanders Peirce; ed.: John Deely, Cambridge: Harvard University Press, 1958, s. 4241, https://colorysemiotica.files.wordpress.com/2014/08/peirce-collectedpapers.pdf (Erişim Tarihi: 18.11.2023)
[2] Peirce, The Collected Papers of Charles Sanders Peirce, s. 3235.
[3] Bkz. Epictetus, Discourses of Epictetus; çev.: George Long, New York: D. Appleton and Company, 1904.