İnsanoğlu uzun yıllar boyunca yaşlanmayı çeşitli teorilerle aydınlatmaya çalıştı; “19. Yüzyıl: Yaşam sıvıları bedensel işlevleri kontrol ediyor, sıvılar azalıp tükenince ömür de tükeniyor; 20. Yüzyılın başları ve ortaları: Vücut hızlı yaşayıp enerjisi tükenince erken ölüyor; memelilerin kalbi yaşamları süresince 1 milyar kere atıyor ve bu sayıyı dolduran memeli ölüyor” vs..
Günümüzde gen, organ değişimi, vb. gibi pek çok yeni yaşam önerisi var, ancak yeni ya da yeniden ortaya çıkan hastalıkların, bağışıklık ile ilgili mikroorganizmaların tehdidi giderek büyüyor, yaşam hala tüm gizemini koruyor ve yaşamın sonu da başlangıç kadar doğal. Dünya nüfusu giderek artıyor, bu artış ve ekonomik büyüme çevre ve doğal kaynaklarla etkileşime giriyor. İçilebilir su, yiyecek, barınma, tıbbi bakım ve eğitim olanakları azalıyor. Ekonomik büyüme ise hem umut verici hem de tehdit edici boyutlara ulaşmakta. Zengin, fakir arasındaki yaşam standartları giderek farklılaşarak bölücü hale gelmeye başladı. Organize suçlar, terörizm giderek daha yıkıcı ve önlenmesi güç hale geliyor. Siber güvenlik tehditleri ise giderek artıyor, organize suç ve terör grupları küresel işletmeler haline girdi ve ne yazık ki tüm dünya benzer tehditler altında. Ancak tüketim toplumunda her şey ölüm yokmuş gibi işliyor. Sadece tüketime yönelik olan ve etrafınızı saran gençliğin sizden bir şeyler öğrenmek istemesinden daha hoş bir şey olabilir mi? Verimli uğraşılardan mahrum bırakılıp pasifliğe mahkum edilerek yaşamın hoş olan tecrübe ve sevinçlerinden dışlanmak, bilinçli iken ölümün yaklaştığını hissetmek, yaşlanma sürecini olumsuz etkileyen unsurlar. Büyük Üstat Çiçero’ya sormuşlar: “üstadım yaşlılıkta etrafınızı saran gençlik size yeniden gençliğinize dönmek ister misiniz diye sorsa ne derdiniz” Yanıt ise çok anlamlı olmuş: yarışı birinci bitiren at neden tekrar başlangıç çizgisine dönmek istesin ki? Gabriel Garcia Marquez ise “bitti diye üzülme, yaşandı diye sevin, çünkü yaşanan her şeyin anlamı vardır” demiş. Büyük bilge Ömer Hayyam’ın: “aldığın her nefesi fırsat bil, ot değilsin yeniden bitemezsin” sözleri ise kulağımızdan çıkacak gibi değil.
Yaşlanmak garip bir duygudur: Bir gün yaşlanacağımıza inanmakta zorluk çekeriz. Gönlümüzde hep genç bir kız veya delikanlı olarak kalırız. Gençlerin kuşaklar arasında bizlere verdikleri sırayı tahmin bile edemeyiz. Yaşlılığın çeşitli dönemlerinde nasıl olacağımıza yönelik düşüncelerimiz daha çok görünüşümüzle ve başkalarının bizi nasıl gördüğü ile ilgilidir. Bir türlü anlamak istemeyiz, oysa ki olacak olan olur. Yaşlılık doğası gereği normal, herkesin yaşayacağı bir dönemdir. Bir gün sokakta, pazarda duyduğumuz amca, teyze, hanım teyze, beybaba sözcükleri bizi şaşırtıverir, etrafımıza bakarız kime söyleniyor diye. Saçlarımızı boyatsak bile alttaki saçların azalıp ağardığını, makyaj hatta estetik yaptırsak bile cildimizin yaşlandığını, esnekliğini kaybettiğini biliriz de çoğu zaman kabullenmemiz zor olur; ancak şunu bilmek zorundayız: yaşlanmak bir süreçtir, doğumla başlar ve bir daha durmaz. Ancak unutmayalım, genç kalmak saplantısından ve yaşlandığımızı inkardan kurtulup yaşlılığın yaşamımızın yeni bir dönemi olduğunu kabullendiğimizde çok keyifli bir yaşlılık dönemi geçirebilir, ölüm gerçeği ile daha kolay baş edebiliriz. Bazılarımız büyük rüyalarından vazgeçer, çok az beklenti ile hatta beklentisiz yaşamaya razı olur. Bazı yaşlı kişiler ise günü, saati hatta dakikayı dolu dolu yaşamayı severler. Unutmayalım, gençlik bir yaşam devresidir ve insan kendisine olan güveni, cesareti kadar genç, kuşkuları, korkuları ve bezginliği kadar yaşlıdır. Yıllar cildi buruştursa da ruh ancak heyecanların bitişi ile buruşur. W.E. Gladstone “fazla yaşamış olmak yaşlanmak değildir, bizi yaşlandıran ideallerimizin bitmesidir, kalp sevdikçe, kişi neşeli oldukça, güzellikleri fark edip yeni şeyler keşfettikçe gençtir ve insan yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır” diyor. Bizler ise “Tanrım beni kimseye muhtaç etmesin, aklım sağlığımı yerinde olsun” diye düşünerek genç kalma saplantısından ve yaşlılığımızı inkardan kurtulmaya çalışıyoruz.
Unutmayın, yaşlanmak doğal bir süreçtir, doğumla başlar ve bir daha durmaz. Genç kalma saplantısından ve yaşlılığı inkardan kurtulup yaşlılığın yaşamın yeni bir bölümü olduğunu kabullendiğimizde keyifli bir yaşlılık süreci geçirir ve ölüm gerçeği ile de daha kolay baş edebiliriz. Yaşama karşı olumlu tutumu olan kişi kendisini mutlu eden konuları hatırlayıp uygularsa saygın, huzurlu bir gençlik ve orta yaş sürecinden sonra “evet ben huzurlu, mutlu yaşamayı başardım” diyebileceği bir ileri yaş dönemini yaşar.
Gelin biraz da hekimce düşünelim. Yaşlılık yıllarında bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlamak, kardiovasküler sorunları düzenlemek, hafızayı güçlendirmek, dengeyi iyileştirmek, kemik-kas gücünü artırmak, cildi, cinsel yapıyı olabildiğince düzenlemek yani anti-aging çağ çoğu insan için bir yaşam felsefesi haline geldi. Bilgi ve uygulama patlamaları hızlandı, tele-tıp, tele-rehabilitasyon, vb. insanlığı ve çevreyi birbirine bağlamakta.
Tüketim toplumlarında her şey sanki ölüm yokmuş gibi işliyor. Sadece tüketmeye, genç kalmaya, genç görünmeye, eğlenmeye yönelik bir toplum modeli gelişiyor. Çoğu kişi yaşlılığı bir çöküş evresi, insanın giderek işe yaramaz olduğu bir dönem olarak algılıyor ve sağ kalarak genç görünebilmek için ellerinden geleni, hatta gelmeyeni yapmaya çalışıyorlar. Ancak inanın ki bilimsel, özellikle tıbbi atılımlar sonraki dekadlarda insanlara daha uzun, daha sağlıklı, daha üretken bir yaşam sağlayacak. Benim de çoğumuzun bildiği bazı önerilerim var:
Yıllık sağlık kontrollerinizi yaptırın; sigara, aşırı alkol gibi zararlı maddelerden uzak durun. Daha az, yeteri kadar besin tüketerek serbest oksijen radikallerini daha az üretin. Anti-oksidan ve vitaminleri doğal veya tıbbi kaynaklardan alın. Kan basıncınızı kontrol edin, doğru beslenin, stresi azaltın ve oturarak da olsa düzenli egzersiz yapın. Düzenli egzersiz beyinde oksijenden zengin kan damarlarınızın sayılarını ve beyin hücreleri arasındaki bağlantıları artırmaktadır. Unutmayın, zinde bir vücut yıllarca gücünü ve esnekliğini korur, güçlü kaslar ise hafızayı da güçlendirir. Okuma, kurslara katılma, bulmaca yapma, problem çözme gibi zihin jimnastikleri, el sanatları, vb. beynin güçlenmesine yardım eder. Önemli olan sağlıklı, huzurlu yaşamak, yani yaşama yıllar değil yıllara yaşam katmaktır.
Yaşamınızı yaşlanma dönemimize uygun olacak şekilde planlayın, sürekli başkaları tarafından kontrol edilmenize izin vermeyin. Hatalı da olsa kendi kararlarınızı kendiniz alın ve ertelemeyin. Gücünüz yettiğince gezin, keşfedin, yeni coğrafyalara, kültürlere adapte olmaya çalışın, ayrıca gelin bir yaşlılık portresi çizelim: Devamlı aktif olan, aktivitesini belli düzeyin altına düşürmeyen, yaşamdan her yaşta mutluluk verebilecek şeyler bekleyen, yaşlılık ve sorunlarını doğal boyutları içinde karşılayan, sadece “ben bilirim, benim söylediklerim kuraldır” değil, “benim deneyimlerime sizin bilgilerinizi de katarak düşünelim” diyen, “nerede bizim gençliğimiz, herkes ve her şey bozuldu, onları sevmiyorum” yerine “ne güzel bir gençlik geliyor, kuşkusuz onların bilgileri daha yeni, onlar bana bildiklerini aktarsın, ben onlara deneyimlerimi” diyen mutlu ve sevilen bir yaşlı, tercih sizin. Özet olarak yaşama karşı olumlu, yapıcı bir tutumla sizi mutlu eden konuları uygularsanız, saygın bir gençlik ve orta yaş sürecinin yanında daha saygın, daha mutlu “evet ben bu yaşa kadar keyifle yaşamayı başardım” diyebileceğiniz bir ileri yaş dönemi yaşarsınız.
Biz hekimlerin her yaşta üstleneceğimiz pek çok görevimiz var. Bilgi çağındayız ve her alanda gelişmelerle karşılaşıyoruz, seçtiğimiz mesleğimizin gereksinimleri ve onuruna uygun şekilde insan ve insanlık için çalışmaya, tıp alanını geliştirmeye mecburuz. Gelin artık özellikle olumsuz düşünceleri bırakalım, çünkü ülkemizde ve dünyada hemen her alanda biz hekimlere ihtiyaç var ve bizler yaşamımızın her evresinde sizlere yararlı olabilmek için gayret ediyoruz. Sağlık, huzur ve güzelliklerle kalın. Tüm hekimlerin sevgi, saygıları ile…