Daha demokratik, daha çağdaş olabilmenin dayanılmaz hafifliğini yaşadığımız -beyazın kirlenmedeki önceliği bir tarafa, renk olarak da unutulduğu- bu günlerde sosyal kirlilikler çevremizi kuşatmış durumda.
Sınır boyunda teröre, savaşa, göçe dayalı yaşanan insanlık dramları; sorumlunun sorumsuzluğuna bağlı pisi pisine yaşanan ölümler ve acılar; yaşadığımız coğrafya bizimdir diyememe ve paylaşamamanın körüklediği terör; polisin yanı başındaki duraklarda, alanlarda dilenen kadınlar, yaşlılar, çocuklar ve engelliler; yasa çalışmaları ile geleceği -kaderi- yazılıyor olan gençlerin düşüncelerini, ifadelerini görmezlikten gelen karar vericiler gibi saymakla bitmeyecek yediden yetmişe ayrımcı tutumlarımız.
Oysa ki; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi,’ ırk, ten rengi, cinsiyet, dil, din, siyasi veya başka fikir, ulusal, etnik veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum, yaş veya başka bir statü bakımından ve engeli nedeniyle hiç kimse ayrımcılığa maruz kalmamalı’ der. Bu konuda önce biz büyükler, kendimizi yoklamalıyız. Farkında olmadan ya da bilinçli bir şekilde ayrımcılık yapıyor muyuz? Örneğin; ‘Yaramazlık yaparsan seni çingeneye veririm’ diyerek çocuğumuzu korkutmamız; yavaş giden kadın sürücüyü sıkıştırıp ‘Mutfağa, mutfağa!’ diye laf atmamız; kızınca kendimizden olmayana ‘Pis gâvur’ dememiz; otobüste tepemizde dikilmiş yaşlıya ‘Yürüyecek halin yok, ne işin var senin dışarıda moruk!’ diye içimizden konuşmamız; performansı ve pozitifliği ile tembelliğimizi ve negatifliğimizi bize hatırlatan engelliye kızmamız; oyunda topu bize kaptırmayan siyahi oyuncuya ‘Pis zenci!’ diye kızmamız; annesi barda çalışan gencin, kızımızın arkadaş olmasına izin vermememiz gibi sıradan gördüğümüz davranışlar ve hatta acıyarak yaptığımız yardım bile ayrımcı tutumumuzu gösterir.
İşin kötüsü TV’de, sosyal medyada, gazetelerde, kurumlarda, evde ve sokakta bu ayrımcı söylemler ve davranışlar büyüklerimiz tarafından hep sergilenir. Gençler ve çocuklar da bu örneklerle yaşayarak duyarsızlaşır ve ayrımcı ve önyargılı tutumu farkına varmadan benimserler.
Ayrımcı olmayan düzenlemelerin bir an önce hayatımıza geçmesi ve rutinlerimize girmesi demokratik ve çağdaş bir Türkiye ve gelecek kuşaklar için şarttır. Bu coğrafyada yaşayan tüm insanlar için eğitim, sağlık, ulaşılabilirlik, istihdam ve sosyo-ekonomik hayata katılımda eşit fırsatlar yaratılmasının hükümetlerin en önemli görevleri olduğunu hepimiz biliyor ve bekliyoruz.
Çocuklar, yaşlılar ve engelliler için yaşanabilir mekânlar oluşturma çalışmalarına ilgili bakanlıkların ve yerel yönetimlerin hız vermeleri sevindiricidir. Fakat kamuya açık alanlar ile ulaşım araçlarının engellilerin kullanımına uygun hale getirilmesi gayretlerinde ulaşılabilirlikle ilgili yapılan düzenlemelerin kullanımı konusunda şikâyetler giderek artmaktadır. Örneğin; metro ve durak üst geçitlerine yerleştirilmiş asansörlerin çoğu zaman kilitli olması ya da engelli ve yaşlılardan çok gençler tarafından kullanılıyor olması; otobüs ya da metrobüslerde ön koltukların ‘gerektiğinde yaşlı ve engelliler içindir’ uyarı işaretine rağmen, daha çok gençler tarafından kullanılıyor olması; engellilerin durağa gelinceye kadar olan ulaşılabilir yol düzenlemelerinin yetersiz olması ya da kurala uygun olmaması gibi. En acısı da, ambulansın açtığı yolu fırsat bilip peşine takılan ve kendi geçiş üstünlüğüne inanıp yaya geçidinde yayaları ezip geçen sürücüler- magandalar- olması gibi.
Kültürel davranış ve tutumumuzda ‘elalem ne der’e ve otoriteye göre düzenleme baskındır; Bu tutum da ailede babanın, okulda öğretmenin. işte patronun ve iktidarda seçilmiş ve atanmışların dediğine, istediğine göre davranma eğilimini yaratır. O yüzdendir ki; aile denetimi ve mahalle baskısı, dini baskı, hukuksal denetim ve baskı yaşamımızın vazgeçilmezleri olmuştur. Trafik polisi ve trafik cezaları nedeniyle trafik kurallarına uyma, vergi denetimi nedeniyle vergisini veren iyi vatandaş(!)olmaya çalışma. cennet ya da cehennem nedeniyle iyi kul olmaya çalışma ya da biyoetik dayatma ile bireye, canlıya ve doğaya zarar vermemeye çalışan sağlık profesyoneli olma gibi. Bu coğrafyanın insanı olarak çoğunlukta dış kontrol odaklı olduğumuz için yaşamımızı ve davranışlarımızı hep denetleyen kişi, kurum ve kuruluşlar olacaktır. Dolayısıyla fahri trafik denetçileri gibi yaşamımızı denetleyen sosyal müfettişlerle de yakın zamanda karşılaşma olasılığı giderek artmaktadır. Bunun yerine- insana ve doğaya sevgiyi, saygıyı ve empatiyi gerektiren içsel denetimli davranışı yaşamımıza yerleştirmemizde ve gelecek kuşaklarımıza aktarmamızda- eğitime ve örnek davranışlar sergilemeye önem vermeliyiz.
2 yorum
Çok haklısınız hocam. Aslında toplumun tamamı sosyal müfettiş olmalı, yanlış yapanı duyarlı davranıp hemen bildirmeli. oysa çoğu zaman, ‘bana ne’ deyip geçiliyor.
Sayın Haldun Hocam,düşüncedaşlığınız için teşekkürler.Genç kuşağa- bilinçli bir saygınlığı içeren- bu tutumu benimsetememiş olmamız kanımca biz büyüklerin hatası.İyi bir rol model olamadık.Akademik Akıl’da birbirinden değerli dûşüncelerin,eleştirilerin ve önerilerin olduğu makaleler yayınlanıyor.Umarım biz yazarlardan ziyade genç kuşak okuyucularımız vardır ….Hepimiz için sağlık ve huzur diliyorum.