Fizikte “Enerjinin Sakınımı Yasası” geçerli ise, “Düşüncenin Sakınımı Yasası” neden geçerli olmasın?
Bir sosyal olay nedeniyle, düşünce üreten bir insanın, o zaman diliminde kullanamadığı düşüncesini bir süre sonra kullanıp, aynı etkiyi gösterdiğini görmesi bunu ispat etmiyor mu?
Eğer böyleyse, “fiziksel yasalarla sosyal yasaların uyuma yasası”ndan söz edilebilir.
Biyoloji dünyasında “Enerjinin Sakınımı Yasası” hücrelerin çoğalmasında ve giderek organik yapıların kopyalanmasında örnek teşkil edemez mi?
Bu yaklaşım tarzı, evrenin dengesini gözleyebileceğimiz nesnellik içinde ileri sürülebilecek ve prototip oluşturabilecek bir yöntem olamaz mı?
İnsan düşüncesinin, somut olayları laboratuvar kabul etme ve atlama taşı olarak kullanma yaklaşımıyla hayal kurması da hayatın bir gerçeğidir. Bu gerçeklik bizi, maddenin “somuttan soyuta doğru gelişme yasası”nın varlığını kabule zorluyor. Hayal, rüya gibi nesnel olmayan değerlerin, evrenin denge ve doğallığı çerçevesinde iç işleyiş yasaları ile ilişkili olmadığını düşünmek, madde ile ilişkisiz olduğunu var saymak bilim dışı olarak yorumlanabilir. Aklın, ruhun, doğanın yaratılışındaki tüm yasaların, insan düşüncesinin boyutlarını aşan bir yapılanma içerisinde algılanması (Descartes), esrarengiz olaylara pirim veren bir bilim anlayışının egemenliğine yol açmıştır. Yaratılış yasalarına sürekli müdahale eden bir yaratıcının, yarattıklarının iradesine ipotek koyma algılayışı da işi yaratıcıya bırakma statikliğini getirmiştir. Yaratılan tüm nesnelerin özgün yasalarının varlığı, bağımsız olarak davranma etkinliği gösterebileceği algılayışı, insanı, evreni kavramayı engelleyen bir yaşam tarzına iter. Bütün bunlara karşın, yaratılışın yeryüzü öncesi (ruh), yeryüzü boyutu (ruh+beden) ve yeryüzü sonrası (ruh) yaşam çizgisi algılayışı, insanın yeryüzü boyutundan (somut) sorumlu ve yetkili eylem içinde olmasını sağlayacak “yapılan işin yaratılacağı” ilkesinin algı sürecini getirecektir. Yaratılış sistemindeki gelişmeyi algılamaya çalışan düşünürlerin “İnsanın yeryüzündeki bütünlüğünü ruhun yeryüzündeki şekillenmesi mi, yoksa ruhun şekillenmiş bedene monte edilmesi mi?” sorusuna açıklıkla cevap veremeyişleri de önemli bir inanç-bilim ilişkisi handikabıdır. Evrensel yasalar yaradılışın tümünü kapsar. Bu yasaların uzantıları zaman ve mekan koordinatlarına göre evrenin her boyutunda, insandan bağımsız işleyişlerini sürdürürler. İnsanın yaşamını sürdürmesinin tek seçeneği zaman ve mekana bağımlı yasaları keşfetmektir. Bunun tek çözümü hayatın tüm boyutlarının içine girerek yasalarını keşfetme sürecini yaşamaktır. Kavramlara felsefi yaklaşım önümüzü açabilir.
Yaratıcı: İnsanın düşünce boyutlarını yaratan, nasıl düşünülürse öyle de olmayan güç.
Yaratmak: Yoktan var etmek.
Ruh: İnsana anlam veren nitelik.
Beden: Yeryüzü yasalarına göre şekillenme özelliği olan ve ruhun yeryüzü şartlarına göre organize olmuş biçimi.
Akıl: Evrenin tüm yasalarını ve ilişkilerini keşfedebilme niteliği taşıyan değer.
İnsan: Evrensel yasalarla örülmüş bir ortamda bu yasaların işleyişini keşfederek yaşam döngüsünü devam ettirmek zorunda olan varlık.
Vahiy: Evrensel yasaların ve ilişkilerinin gözlenmesini sağlayan yaşam sürecinin her aşamasında aydınlanma ortamı hazırlayan değerler. Dalgaboyu, frekansı veya nitelikleri henüz keşfedilememiş, evrensel bir enerji olarak varsayılabilecek Ruh’un yok sayılmasıyla salt maddeye dönüşecek bedenin, insanın somut eylemlerinde madde ile ilgili çalışma sahasına girdiğini düşünebiliriz. Diğer yandan, bugünkü bilimin geldiği aşamadan baktığımızda, gezegenimizin insanlar tarafından tamamen terk edilmesi söz konusu olsa, gezegenimizde hayatın, tümüyle duracağını iddia etmek mümkün görünmüyor. Buradan şu önermeyi çıkarabiliriz: “Dünya gezegeninin insanlara ihtiyacı yoktur.” Daha önceki varsayımlarımızdan hareket ederek, evrensel enerjinin şekillenerek insan haline gelebilmesi için, Dünya gezegenine ihtiyacı vardır, denilebilir. Bu yaklaşım tarzı; İnanç Bilim tartışmalarında kısır ve ürün vermeyen, sadece çelişki üreten durumlar yerine, evrenin makro ve mikrokozmoz yapılanmasında bir büyük laboratuvar ortamı hazır varken, insanın bir anlamda kendini tanımasını sağlayacak bu saha çalışması önümüzde beklerken, fasıt daire oluşturan tek boyutlu çıkmaza itici düşünceleri değiştirme sürecini hazırlayabilir. Yasaları keşfedildikçe insana bağlanan evrenin, bu itaat yönelişi, yönettiklerine ihanet etmemek için; insanın, hangi evrensel ahlak ilkelerine uyması gerektiğini yaradılış yasalarından çıkarması gerekir. Varsayımlara karşı çıkan diyalektik materyalizm bağlılarının, başka felsefi düşünceleri benimseyenlerin varsayımlarını bilim dışı ilan edip,daha çözümlenme sürecine yeni girilmiş maddenin, hayatın kökeni olmasına ilişkin ısrarlı yaklaşımları, tartışmaya açılmalıdır. İslam’ı son din olarak kabul edip evrensel ilkelerini yakalamadan Ortadoğu kültürünü din edinmesi yüzünden, eskimonun problemini gündemine alamayan fanatik dincinin inanç ve bilim konusundaki yaklaşımının da gözden geçirilmesi gerekir.
22
önceki yazı