Son dönemlerde kök hücrelere olan yoğun ilgi arttı ve bu konudaki araştırmalar inanılmaz şekilde ilerledi. Bunun nedeni, bu hücrelerin uzun sürelerde kendilerini yenileme ve farklı hücre tiplerine farklılaşabilme gibi özelliklerinin bulunmasıdır.
Bilindiği gibi kök hücreler, bölünerek kendilerini yenileyen ve kan, karaciğer ve kas gibi özelleşmiş görevler üstlenen organları oluşturabilecek şekilde farklılaşabilen hücrelerdir. Bu yüzden kök hücreler, bugün “yaşam kurtaran hücreler” olarak bilinirler. Kök hücre bir yandan kendi yedeğini meydana getirirken bir yandan da yenilenecek dokunun gereksinimi olan ve farklanma yönünde ilerleyecek hücrelere dönüşürler. Erişkinde kök hücreler çeşitli organ ve dokularda bulunurlar.
1 Mayıs 2006 tarihli Kök Hücre Çalışmaları Hakkında Sağlık Bakanlığı Genelgesi’nde şöyle denilmektedir: “Kök hücre nakli özellikle hematolojik, onkolojik hastalıklarda bir tedavi yöntemi olarak uzun yıllardır kullanılmaktadır. Son yıllarda farklı hastalıklarda da tedavi amaçlı kök hücre kullanımı gündeme gelmiştir. Dünyada ve ülkemizde kök hücre nakli ile tedavi konusunda hâlen yoğun araştırmalar yapılmakta olup, konu ile ilgili haberler basın ve yayın organlarında sıklıkla yer almaktadır. Bazı hastalıkların tedavisinde ümit verici bir yöntem olarak değerlendirilmesine karşın, henüz kök hücre nakli yapılan hasta sayısı çok azdır ve uygulamanın başarısı veya uzun vadede tedavinin hastada meydana getirebileceği yan etkiler konusunda yeterli bilgi mevcut değildir.”
Kök hücre nakli çalışmalarıyla ilgili olarak, çalışmanın yapılacağı kurum bünyesinde gerekli altyapının oluşturulması ve çağdaş bilimin gereklerine uygun olarak uygulama yapılabilmesi amacıyla Kök Hücre Nakilleri Bilimsel Danışma Kurulu oluşturulmuş ve “Klinik Amaçlı Embriyonik Olmayan Kök Hücre Çalışmaları Kılavuzu” hazırlanmıştır.
“Klinik Amaçlı Embriyonik Olmayan Kök Hücre Çalışmaları Kılavuzu”; Türkiye’de, mevcut medikal veya cerrahi tedavi yöntemleriyle tedavisi başarısız olmuş hastalarda klinik amaçlı, insan kaynaklı embriyonik olmayan kök hücre çalışmalarında uyulması gereken esasların düzenlenmesi amacıyla hazırlanmıştır.
Organizmanın en zengin kök hücre kaynaklarından biri olan kemik iliği, mezenkimal kök hücreler için ana kaynak sayılmaktadır ve kemik iliğinde, mezodermden köken alan hematopoietik, endotel ve mezenkimal kök hücreler bulunmaktadır.
Kullanılacak kök hücrelerin tümüyle tamamen güvenli ve tümör geliştirme riskinden uzak olmaları gerekmektedir. Böylece kök hücreler, onarım görevleri sırasında hastalığa tamamen yararlı olmalı ve zararlı yan etkiler bulunmamalıdır. Bu da etik açıdan önemlidir. Parkinson hastalığı ve diğer nörodejeneratif hastalıklarda hücre tedavisinin geliştirilmesi için hayvan deneylerine dayalı araştırmalarla devam edilmesi ve klinik çalışmalardan elde edilecek sonuçların beklenmesi gerekir.
Otolog hematopoietik kök hücre nakli ve yüksek doz kemoterapi, özellikle lenfoma ve miyelom olgularında standart tedavi yaklaşımı olmaya devam etmektedir. Mortalitede yıllar içinde sağlanan ciddi düşüş başarıya da yansımıştır. Her iki hastalık grubunda geliştirilen ve kullanılabilecek yeni ajanların otolog hematopoietik kök hücre naklinde kullanılması gelecekte bu işlemin başarısını artırabilir. Allojeneik hematopoietik kök hücre nakli, XXI. yüzyılda daha güvenilir, az toksik ve verimli hâle geldiyse de mortalite oranını yüzde 10-30 kadar düşürülebilmiştir, transplanta bağlı mortalite hâlâ büyük sorun olmaya devam etmektedir. Bu da etik ilkelerden “zarar vermeme ilkesi”ni zedelemektedir.
Bilindiği gibi bazen öyle uygulamalar vardır ki bunlar yaşama son verecek şekildeki diğer uygulamaların yanında daha az zararlıdırlar. Bu bakımdan bu tip az riskli zararlardan çok riskli zararlara göre bir yarar bekleniyorsa burada da bir zarar vermeme olayı vardır ve bir yarar durumu karşımıza çıkar. Burada eğer riskler fazla ise ve hastaya yararlı olma durumunu sağlayamıyorsa ve zararlı oluyorsa hastanın kendi seçimini yapması gerekir ki bu da onun özerklik ilkesine duyulan saygının sonucunda olur. Bu bakımdan her şeyden önce hastaya zarar vermemek ve yarar sağlamak gerekir. Eğer hastaya yararlı olunuyorsa, hem “yararlı olma” hem de “zarar vermeme” ilkelerine uyulmuş olur.