Yaşlılık hastalık değildir, yaşamın gençlik ve yetişkinlik evresini izleyen bir dönemidir.
Biyolojik yaklaşıma göre yaşlanma, biyolojide yıpranma ve işlevsellikte azalmadır.
Maslow’un temel gereksinimler sıralamasına göre yaşlı, kendini gerçekleştirme döneminde olan bireydir.
Varoluşcu yaklaşıma göre yaşlı, geçmiş ile gelecek arasında köprü görevi ile varlığının etkinliğini sergiler.
Psikososyal yaklaşıma göre yaşlılık: Bilgi ve deneyimlerin sentez edildiği, genç kuşaklara aktarıldığı; kayıpların, yalnızlığın ve uyum sorunlarının yaşandığı ya da yaşamın, ilişkilerin anlamının ve değerinin anlaşıldığı bir dönemdir.
Psikososyal yaşlanmada bireyler, kazanımlardan çok, kayıpları gözden geçirir, başa çıkmada daha yoğun ve daha fazla enerjiye gereksinimleri vardır, kronik sorunlar daha sıktır ve daha uzun sürer.
Yenidoğan, gelişim dönemlerine göre bebeklikten yetişkinliğe doğru bağımlılıktan bağımsızlığa pozitif bir gelişim gösterirken yaşlı bireyde ise yetişkinlikten yaşlılığa doğru negatif bir değişim, başka bir değişle regresyon ve bağımlılık gelişir.
Yaşlılıkta, biyolojik yıpranma ve işlevsellikte azalma ile birlikte yaşlanan beyinde, nörobiyolojik değişimler olur. Beyindeki bu morfolojik dejenerasyonla nöron sayısı azalır, ventriküler volüm artar; metabolizma yavaşlar; buna bağlı olarak serebral kan akımı yavaşlar dolayısıyla oksijen-glikoz kullanımı azalır. Genel psikososyal yaşlanmaya bakıldığında: Birey, biyolojik ve işlevsel değişimlerin yanı sıra:
Bilişsel alanda değişim: Tanıma, anlama, yorumlama, dikkat, öğrenmede azalma gibi entelektüel yetilerde azalma ile bilgi işlem sürecinde uzama gibi hafıza sorunları,
Kişilikte değişim: Kişilik özelliklerinde rijidite, içsel ya da dışsal kontrol odaklı olma, öğrenilmiş çaresizlik gibi uyum ve karar verme sürecini etkileyen sorunları,
Seksüalite ve yakın ilişkilerde değişim: Seksüel aktivitede azalma, seksüel tepkilerde azalma ve seks partnerinin kaybına bağlı özel yaşamda değişimler, fiziksel ve mental yetersizliğe karşın devam eden seksüel ilgi ya da davranışa yönelik çevrenin tutumunda değişimler ve bu değişimlere uyum sorunları,
Rollerde değişim: Emeklilik, dul kalma, büyükanne, büyükbaba olma gibi değişimler ve uyum sorunları,
Sosyal etkileşim ve destekte değişim: Sosyal desteğin tipi, bağı, kaynağında ve algılanışında değişimler yaşar.
Bu değişimler, yaşlı bireyin psikososyal yaşamını başka bir deyişle, günlük yaşam aktivitelerini (GYA) ve sosyal (Enstrümental) yaşam aktivitelerini (SYA) etkiler.
Yapılan pek çok çalışmalar yaşlılarda en yaygın stressörleri; kayıplar (sevilen kişinin, sağlığın, statü, rol ve çevre kaybı gibi), yalnızlık (kayıplara ve depresyon gibi psikiyatrik bozukluklara bağlı gelişen, yaşanan duygu ya da durum gibi), durumsal krizler (hastalık, emeklilik, fakirlik, ölüm gibi), sağlık sorunları (kronik hastalıklar gibi) ve stresle başa çıkmada (bilişsel, işlevsel ve motor beceri ve yetilerde bozulmaya bağlı) zorlanma olarak sıralanabilir. Yaşlılıkta biyopsikososyal bozulmalara bağlı olarak, GYA ve SYA etkileyen beslenme, eliminasyon, hijyen, dinlenme (uyku), hareket/egzersiz ve iletişim sorunları en fazla görülen geriatrik bakım sorunlarıdır.
Türkiye’de yaşlı bireyin hastalıkları sıralamasında en başta depresyon (%31.9) ve onu izleyen kardiyovasküler hastalıklar (%22.4), demans-deliryum (%14), kanser (%10.3), ve osteoporoza bağlı kırıklar (%8.6) görülmektedir. 65 yaş ve üzerindeki yaşlıların % 90’nında bir kronik hastalık görülürken %35’inde iki, %23’ünde üç ve %14’ünde dört ve üzeri kronik hastalık görülmektedir.
Bu verilere göre yaşlılıkta en sık karşılaşılan psikiyatrik sorunlar; depresyon, anksiyete, demans ve deliryum gibi bozukluklar olup birinci basamak sağlık hizmetlerinde ve geriatrik yaklaşımlarda önemli yer tutan tablolardır: Depresyon: İleri yaşlarda en sık görülen fonksiyonel psikiyatrik bozukluk olup bu bozukluğa yaşlılık dönemi özelliklerinden olan kayıplar, regresyon ve bazı spesifik (metabolik, endokrin ve kardiyovasküler ve serebrovasküler) hastalıklar yol açar.
Yine yaşlılar çeşitli sağlık sorunları nedeniyle çoklu ilaç kullanımlarında (polifarmasi) depresyona yol açabilecek ilaçlar (rezerpin, digital, steroidler, östrojenler, benzodiazepinler) kullanabilmektedirler.
Yaşlılıkta görülen depresyonda genelde klasik özellikler taşımayan bedensel yakınmalar, atipik yerleşimli ve ağrı kesicilere yanıt vermeyen ağrılar, duygudurum semptomlarından daha fazla görülür.
Yaşlıda depresyon tedavisi (yaşa bağlı metabolik değişimler ve polifarmasi nedeniyle antikolinerjik antidepresanların kullanılmamasının dışında) prensip olarak genç ve yetişkinlerin tedavisinden farklı değildir. Yaşlı depresyon tedavisinde ilaçları düzenli alma, ilaç yan etki, doz güvenliği, hastaların kendine zarar verme olasılığı, sosyal izolasyon, yaşlının kötüye kullanımı hemşirelerin üzerinde durmaları gereken konulardır.
Anksiyete: Yaşlılık döneminde her türlü kayıp, ayrılık, yetersizlikler ve gelişen bağımlılık bireyde korku ve anksiyeteyi arttırır. Yaşlıda anksiyete bozuklukları daha çok gençlik yıllarından beri süregelen tablolar olmakla birlikte ileri yaşlarda da ortaya çıkabilir. Yaşlılarda anksiyeteye yol açan genel tıbbi hastalıklar; endokrin ve metabolik (hipo-hiper tiroid, hipoglisemi), nörolojik (demans, inme, parkinson, MSS enfeksiyonları), kardiyovasküler sistem (aritmi, konjestif kalp yetmezliği) ve solunum sistemi (astım, pnömoni, KOAH gibi) bozuklukları olarak sıralanabilir.
Yaşlıda anksiyete kendisini sıkıntı hissi, nefes darlığı, gerginlik, hazımsızlık, huzursuzluk, titreme, çarpıntı, terleme, ağız kuruluğu, sıcak basması, sık idrara çıkma, bağırsak sorunları, uykusuzluk ve yorgunluk gibi belirtilerle kendini gösterir. Anksiyetenin giderilmesinde farmakolojik yaklaşımdan çok relaksasyonu sağlayıcı yaklaşımlara yer verilmesi, anksiyolitiklerin kısa ve uzun sürekli kullanımlarında ortaya çıkabilecek yan etkiler ve bağımlılık konusunda dikkatli olunmalıdır. Benzodiazepin kullanımına bağlı yaşlıda zaten var olan dikkat eksikliği, hafıza ve diğer kognitif alanlardaki yetersizlik ya da bozukluklar ilerleyerek yaşlıda sersemleme ve düşmeleri arttıracaktır. Çalışmalar, bu vakalarda düşmelere bağlı kalça kırığı riskinin %70 arttığını göstermiştir.
Demans: Kelime anlamı olarak aklın yitirilmesini (de-mentia) ifade eden ve halk arasında “bunama” olarak bilinen, nonspesifik organik nedene bağlı, sonradan edinilmiş entelektüel yıkım hali olup 65 yaşın üzerindeki bireylerde % 4-5 oranında görülmektedir. Tüm demanslar içinde Alzheimer Tipi Demans %50 civarında, Vasküler Demans ise vakaların kabaca %15-20’sini oluşturmaktadır. Tıbbi nedene bağlı demanslar içinde en başta tiroid fonksiyon bozuklukları, B12 vitamini ve flotal eksikliği, elektrolit denge bozuklukları ve ağır kronik anemiler gelmektedir. Demans belirtileri içinde bilişsel yetilerde (tanıma, anlama, yorumlama, hesaplama) ve sosyal yetilerde (iletişim, ulaşım, rol ve beceride) kayıp, hezeyan, halüsinasyon, davranış ve uyku bozuklukları, depresyon yer almaktadır.
Tedavi ve bakım planlamasında; psikososyal ve davranışsal önlem ve yönlendirmeler; önemli olup hasta ve ailesi bütüncü ve multidisipliner bir yaklaşımla ele alınmalıdır.
Demans etiyolojisine yönelik tedavi ve bakım; metabolik dengelerin düzeltilmesi, hipertansiyon ataklarının önlenmesi, kolestrol dengesinin sağlanması ve serebral perfüzyonun arttırılması ile yaşlı bireyin yaşam kalitesini arttırıcı yaklaşımlarda bulunulabilinir.
6. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi ve “Ist European Day of International Medicine “14-19 Eylül 2004, Antalya-Yaşlı Bireyin Bakımı Panelinde sunuldu.