Huzursuzluğun insan sağlığı ve güven duygusunu zedeleyici etkileri düşünüldüğünde, huzurlu bir yaşam alanının sağlanmasının önemi daha fazla anlaşılmaktadır. Ancak günümüzde böyle bir ortamın sağlanması neredeyse olanaksız hale gelmiştir. Çünkü dışarıda, evde ve iş yaşamında huzuru bozucu, insanları örseleyici olaylarla karşılaşmak artık olağan olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Oysa insanın, sağlığını koruması ve kendisini güven içinde duyumsaması için huzur bulacağı dengeli ve sakin bir ortama gereksinimi olduğu bilinmektedir.
Yukarıda anılan nedenlerle insana huzurlu bir ortamın sağlanabilmesi için, çevrenin huzuru bozan etkenlerden arındırılması ve bunlardan olabildiğince kaçınılması zorunludur. Ancak, yaşlılıkta olduğu gibi insanın bunu kendi başına sağlamada yetkin ve yeterli olmadığı durumlar da vardır. Bu durumda söz konusu ortam yaşlının ailesi tarafından sağlanır. Birey bir kurumda barındırılıyorsa, bakım gereksinmelerinin yanı sıra huzurlu bir ortamın sağlanması ve sürdürülmesi sorumluluğu kurumun yöneticisine aittir. Çünkü bu kimselerin o yaşlarda en başta gelen gereksinimlerinden biri de huzurdur. Bu nedenledir ki, kurumların en bilinen adı "huzur evi"dir.
Belirli bir yaşa gelinceye kadar kendisine ait kararları almış ve bunları uygulamış olan yaşlı birey kendisini teslim ettiği kurumda pek çok yönden çalışanlara bağımlı duruma gelir. Diğer bir deyişle, kendisi için yapılanlar ve yapılacaklarda kararlar başkaları tarafından verilir ve uygulanır. Ancak bu konularda kendisine bilgi verilmeyen birey kendisini tedirgin duyumsayabilir ve huzursuzluk yaşayabilir. Bunun güven duygularını zedeleyici etkisi de görülebilir. Yönetimin bununla ilgili yapması gereken, neyin neden yapıldığı konusunda yaşlıların sürekli bilgilendirilmesi olmalıdır.
Yaşlıların barındırıldığı kurumlarda, değişik sosyo-kültürel ve eğitimsel özellik taşıyan yaşlıların, bazen yaşlılığın da etkisiyle birbirlerinin huzurunu kaçırıcı davranışlarda bulunduklarına tanık olunmaktadır. Bu gibi olaylar her ne kadar iki kişi arasında gelişmiş olsa da grup da durumdan etkilenmektedir. Bu yüzden yönetici tüm grubun huzurunu koruma sorumluluğu bilinciyle bu tür olaylara neden olanları uygun biçimde ve kesin bir dille uyarmalı ve uyarılarının etkisini ölçmek için gözlemlerde bulunmalıdır. Ancak yönetici tüm çabalara karşın sorun yaratan üyenin istenilmeyen davranışlarını engellemede başarılı olamıyorsa, bu kez daha ciddi yaptırımlarda bulunulmalıdır. Çünkü yöneticinin bu kurumlarda var oluş nedenlerinden biri de huzurlu bir ortam sağlamak ve bunu koruyucu önlemler almaktır.
Bu konuda kuşkusuz huzuru kaçan üyelere de önemli görevler düşmektedir. Rahatsız edici olayların meydana geldiği durumlarda üyelerin çeşitli nedenlerle farklı tepkiler verdikleri görülmektedir. Tepkiler; kişilerin geçmiş deneyimleri, kültür ve eğitim düzeyleri, aile içi örf ve adetleri, kendilerine verdikleri değer, olaylara bakış açıları, kendilerini algılama ve haklarının farkında olma düzeyleri gibi değişkenlere bağlı olarak farklılık gösterebilir. Yöneticiden çekinme ya da korkma kişiyi bu konuda tepkisizliğe itebilir. Oysa bu gibi kurumlarda her bir üyenin insana yakışır ölçüde muamele görmeye ve huzurlu bir ortamda yaşamaya hakkı vardır. Buna dayanarak da bu hakkı talep etmesi kendisinden beklenir. Kişinin her hangi bir nedenle, bu hakkını kullanmadığı durumlarda söz konusu davranışların ortadan kalkması beklenemez. Aksine bunlar bir süre sonra olağan kabul edilmeye, bunlara neden olan bireye de hoşgörü ile bakılmaya başlanabilir. Bu tür yaklaşımlar ise olumsuz davranışların pekişmesine ve yerleşmesine yol açabilir.