Resmi kayıtlarda görülmemekle birlikte, Türkiye’de genetik değişime uğratılmış patateslerin, gıda marketlerinde satıldığını gösteren bir araştırmanın sonuçları kamuoyuna açıklandı. Bu tür ürünlerin, sadece patateslerle sınırlı kalmadığını tahmin etmek güç değil. Marketlerde dizili karpuzlara, çileklere, mısırlara, domateslere ve yeşil biberlere baktığımızda, bu ürünlerin yıllardır alışmış olduğumuz yerli türlerden çok farklı olduğunu görüyoruz. Dedelerimizin, babalarımızın üretip-tükettiklerine göre, daha verimli, iri, gösterişli ve hatasız sebze ve meyvelerin, tohumlarıyla oynanmış türler olduğunu tahmin etmek için araştırma yapmaya lüzum yok.
Bundan da öte, her gün marketten, pazardan, manavdan alıp evimize götürdüğümüz sebze, meyve, et ve süt ürünlerinin, sağlık için ciddi riskler taşıdığını tahmin ediyoruz. Nitekim, yurt dışına ihraç edilen domateslerimiz, yeşil biberlerimiz, bazı ülkelerden geri döndürüldüler. Oysa, bugüne kadar iç pazarımızda satışa sürülen bu tür ürünlerin, sağlığa zararlı olduğu için toplatıldığını, hiç işitmedik.
Kamuoyunun bilgilenme hakkı çerçevesinde, bir vatandaş olarak öğrenmek istiyorum. Manavda, markette, tezgah ve pazarlarda satılan sebze ve meyvelerin genetik değişime uğratılmış ya da aşırı miktarda kimyasal madde, ilaç veya hormon içeren ürünler olup olmadığı yetkililer tarafından düzenli olarak araştırılmakta mıdır?
Bu denetimlerin yapılması devletin görevidir. Çünkü, marketten satın aldığımız domates veya etin; yumurta ya da hazır çorbanın içinde, kansere, astıma, kalp hastalığına, erken demansa, felçlere neden olan kimyasal maddelerin bulunup bulunmadığını tüketici olarak bilmemiz veya ölçmemiz mümkün değildir. Ayrıca, Anayasamızın 56. maddesi gereği “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak amacıyla” gerekeni yapmakla yükümlüdür.
Ne var ki, bugüne kadar, iktidarlar bu yükümlülüğün gereğini yerine getirmemişlerdir. Ülkemizde tarım ve gıda sektöründe kullanılan sağlığa zararlı ürünlerin ölçümlerini yapacak donanım ve ekipmana sahip yeterli sayıda laboratuvar yoktur. Örneğin, marketinizden satın aldığınız karpuzun veya çileğin genetik transformasyona uğratılmış bir ürün olup olmadığını ölçtürebilmeniz mümkün değildir. Ya da yediğiniz kırmızı biberdeki aflotoksin miktarını; yeşil biberdeki veya etteki hormon oranını; beyaz et ve yumurtadaki antibiyotik miktarını öğrenemezsiniz.
Kırmızı koltuklar, lüks makam odaları, özel arabalar, süper lojmanlar, tatil beldeleri, gösterişli törenler, bir kere bile uçak inmeyen havaalanları, fabrika olacak diye dağ başlarına inşa edilmiş ve yıllarca bomboş bekleyen binalar, geri dönmeyen krediler, hortumlanan kamu kaynakları, milyar dolarları bulan görev zararları gibi harcamalardan, vatandaşın sağlığının korunması için gerekli denetim laboratuvarlarının kurulmasına bir türlü sıra gelmemiştir.
Dolayısıyla sağlığımız, bu ürünleri üretip pazarlayanların insafına bırakılmış durumdadır. Birileri daha çok kazanmak, ürün miktarını arttırmak, daha gösterişli, iri, dayanıklı ürünler elde etmek için geleceğinizi mahvedebilir. Üreticinin sınır tanımaz kazanma hırsı ve bilgisizliğinin kurbanı olup, gelecek 20 yılınızı felçli, debil veya diyabet hastası olarak geçirebilirsiniz. Ya da kanser olup, 10-20 yıl erken ölebilirsiniz.
Cehalet, umursamazlık, sınır tanımayan “daha fazla kazanma” hırsı, denetimsizlik, kamuoyunun ilgisizliği ve tepkisizliği, hukukî müeyyidelerin uygulanamayışı gibi nedenlerle vatandaşın hayatı risk altındadır. Çünkü, kanserler, şeker hastalığı, kalp hastalığı, yüksek tansiyon, astım ve allerjik hastalıklar, felç, erken bunamaya yol açan Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklar ile etkileri nesiller boyu görülebilecek genetik bozuklukların gıdalarla yakın ilişkisi bilinmektedir.
Tarımda kullanılan inorganik gübre, kimyasallar, ilaçlar, hormonlar ve genetik değişime uğratılmış tohumlar ile gıdalara sonradan ilave edilen renk ve koku verici ya da koruyucu katkı maddeleri sağlığımız için ciddî riskler taşımaktadır.
Düşman ya da tehdit kavramını, sadece askeri sınırlar içerisinde düşünmemek gerekiyor. Ülkemizde inorganik gübre kullanımının çok acımasızca olduğu ve kabul edilebilir üst sınırın 8 ile 40 katına kadar ulaştığı söylenmektedir. Diğer taraftan sağlıksız ortamlarda, ruhsatsız ve kaçak olarak üretilen ürünler; uygunsuz ambalajlama ve saklama koşulları; son kullanma tarihine özen gösterilmemesi gibi nedenlerle de vatandaşımızın sağlığı tehdit altındadır. Bir ülkenin geleceği, bu şekilde de yok edilebilir.
Yukarıda alıntıladığım Anayasa hükmü gereği, devletin, vatandaşına şu garantiyi vermesi gerekmektedir: “Ben sağlıklı bir hayat sürdürebilmen için gereken her türlü tedbiri almış bulunuyorum. Geleceğini ve sağlığını tehdit eden muhtemel riskleri, devamlı kontrol altında tutuyorum. Seni kötü niyetli veya bilgisiz kişilerin para kazanma hırslarına teslim etmiyorum Sen, gönül rahatlığıyla alışverişini yapabilirsin”.
Vatandaşın sağlığını, geleceğini ve yaşamını tehdit eden tehlikelere karşı önlem alınmaması, bunun için gereken adımların atılmaması anayasal bir suçtur. Tüm yetkililerimizi sorumluluklarının gereğini yapmaya çağırıyorum.