Türkiye pek çok alanda olduğu gibi üniversiteler yönünden de hızlı gelişmiştir. Fakat bu gelişme üniversiteleri küresel rekabetin içine sokamamıştır, gelişme çarpık bir gelişmedir.
Oysa küresel rekabette başarı gösteren insanlarımız, olması gereken yerde olmayan, üniversitelerimizden mezun olanlardır.
1980’li yıllarda ülkemizin üniversite sayısı 20 iken, günümüzde 165 olmuştur. Pek yakında bu sayı daha da artacaktır. Yaklaşık 30 yıl içinde, üniversiteler sayısal açıdan böyle hızlı bir gelişme dönemi yaşamıştır. Günümüzde her lise ya da meslek lisesi mezunu üniversiteye girme şansına sahiptir. Fakat mezun olduktan sonra alanı ile ilgili iş bulma sıkıntısı vardır. Bu durum geçmişte de kısmen vardı, fakat günümüzde çok artmıştır. Belli ki bir alan çalışmasına ihtiyaç vardır. Ülkenin iş alanı ihtiyacı ne ise kontenjanların ve giriş puanlarının ona göre düzenlenmesi gerekir.
Geçmişte Anadolu’da açılan her üniversite büyük tartışmayı da beraberinde getirmiş ve yıllarca donanımsız yeni üniversite açılmasının gereksiz olduğu konuşulmuştur. Bugün bakıldığında Anadolu’da “tabela üniversiteleri” diye bildiğimiz üniversiteler şahlanmıştır. Bu üniversitelerin açılması çok yerinde olmuştur. Fakat yukarıda özetlediğim gibi yeterli değildir, yeni düzenlemelere ihtiyaç vardır.
Yeni Anayasa ile yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
Geçmişteki bir yazımda; bu kadar köklü bir devlet ve 550 yıllık bir üniversiteye sahip olmamıza rağmen dünyanın en seçkin 500 üniversitesi içine girememiş olmanın üzüntüsü içinde olduğumuzu yazmıştım.
Burada sebep, seçkin bir üniversite olmanın kriterleri ile bizim üniversitelerimizin kriterlerinin örtüşmemesi ve de bazı konularda Batılı gibi düşünmüyor olmamız olabilir. Fiziki yerleşim, donanımlı öğretim kadrosu, işletmecilik ve girişimcilik yönünden, ülkemizde öyle üniversiteler gördüm ve duydum ki, dünyanın seçkin üniversiteleri arasında mutlaka olması gerekir. Ancak bunların sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Oysa üniversite sayımız yakın zamanda 200’e yaklaşacaktır.
Yeni Anayasa’dan beklenen düzenleme; üniversitelere idari ve mali yönden serbestlik sağlanması, merkeziyetçiliğin kaldırılmasıdır. Bence bu durum üniversiteleri fazlaca zaman kaybettirdiği için yormakta, sağlıklı gelişmelerini engellemektedir.
Her üniversite kendi akademik ve idari kadrosunu tespit etmeli ve stratejisini ona göre belirlemelidir. Bunun için her birim, bir üst birim ile devamlı yazışarak ya da konuşarak zaman kaybetmemelidir. Bu zaman kaybı üniversitelerin asli görevi olan eğitim ve araştırmayı olumsuz yönde etkilemektedir.
Bazı noktalarda kurumsallaşmış olan üniversitelerimiz, merkeziyetçilik nedeni ile de bazı noktalarda kurumsallaşamamıştır. Üniversitelerimizin daha girişimci ve kaynak yaratıcı stratejilere yönelmemesinin altında yatan önemli nedenlerden birinin merkezi yapılanma olduğunu düşünmekteyim.
YÖK’ün görevi eğitim ve araştırma şartlarını hiç değilse asgari düzeyde sağladıktan sonra üniversitelerimizin dünyadaki seçkin üniversiteler arasında yer alıp almadığını denetlemek olmalıdır, diye düşünüyor ve yeni Anayasa çalışmalarında bu konulara yer verilmesini diliyorum.