İslâm kültür dokusunda demokrasi algısı sorun olmaya devam etmektedir.
Beşli bir algılama sorunları beslemektedir:
1. İslâmda demokrasi olur mu?
2. İslâm kültüründe demokrasi olur mu?
3. Kur’an’ın felsefesine demokrasi uyar mı?
4. Demokrasi bir dünya yorumu mudur?
5. Demokrasi bir yöntem midir?
Bu sorular ve sorunlar artırılabilir de.
Son tahlilde tarihsel olarak baktığımızda, toplumları sevk ve idare hangi yöntemle olursa olsun, mülk kavramıyla esasta özdeştir.
Mülk sahibi olan birey ister seçkin sınıftan isterse de halktan olsun, mülkü elinde tutan, yönetici olmayı hak olarak görüyor ya da yönetime talip olan önce mülkü ele geçirmenin yöntemlerini meşru görüyor. Her hâlükârda yönetici mülkü kullanarak yönetme yetkisini hayata geçiriyor.
Mülkü kullanmak, ister var olanı kullanmak olsun ister ele geçirdikten sonra kullanmak olsun “Neden, niçin, nasıl?” sorularına cevap vererek ahlaki davranış göstermedeki farklılık, İslâmla diğer dünya görüşleri arasındaki temel ayrışımı sağlıyor.
Neden mülk?
Yaratıcının insanoğlunu sınavdan geçirmesinde mülkü hangi amaçla kullanacağını test etmeyi amaçladığından.
Nasıl mülk?
İnsanoğlunun yeteneğini emekle harekete geçirerek kazanması dışında geçerli herhangi bir varlığın anlamının olmadığını gösteren yöntemin esas alınmasından.
Özetlersek; yaratıcı, mülkün sahibinin yaratıcı olduğunu, insana yaşadığı sürece kullanma hakkının verildiğini, ihtiyacından fazlasını diğer insanlarla paylaşmayı amaçlaması gerektiğini, varlığı kazanmasının tek yönteminin yeteneğine göre emek sarf etmesinin olduğunu istemektedir.
Bu durumda mülkü kullanmakta yetkiyi üstlenen ve sorumluluğu algılayan yönetici, yöntemini belirlerken, kendisiyle yabancılaşmadan davranış gösterdiğinde adalet sergilemesi söz konusu olabilecektir.
Bu felsefe de, ancak Kur’an kökenli bir İslâm algılayışıyla yaşama geçebilir.
Bunun dışında tarihsel kültür birikimlerinin, İslâm kültür dokusunda yönetime geçenlere söylettiği “Siyaset, sivil ve ümmete ait beşerî bir alan kabul edilmiştir” söylemi, tarihsel sürecin belirli zaman dilimleri için doğru olsa bile, metodolojik açıdan başlangıç ilkesi olarak alınamaz.
“Sivil ve ümmete ait beşerî bir alan” ifadesinin “beşerî” kısmı sorunlu bir alandır. Sorunu şuradan geliyor:
“Yeryüzünü beşerî alan olarak alırsak, bu alanı kullanma hakkına sahip olmamız, istediğimiz gibi kullanabileceğimiz anlamına gelmiyor. Mülkü kullanabilmenin ilkeleri var.
Bu yüzden kullanırken uygulayacağımız yöntem ilkelere ters düşmemek kaydıyla serbest olabilir. Bu da bize siyaseti beşerî alanda uygularken mülkün sahibi olma hakkını kullanarak yönlendirme yetkisi vermiyor. Mülkü kullanma hakkı başka bir şey, mülkün sahibi olma hakkı başka bir şey. Sadece alanı kullanma hakkı; ama adaletle dengeleyerek. Dolayısıyla bağımsız bir alan (beşerî) söz konusu değildir.
Yönetici yönetiminde bağımsız davranma arzusunu uygulayabilir. Bu, yöneticinin arzularının bağımsız olduğunu, mülkün bağımsız olduğunu göstermez.
Tarihi referans alma yerine vahyi referans aldığımızda ancak, gerçekten bağımsız olarak yöneticilik yapabilme felsefesini yaşayabiliriz.
İnsan düşüncesiyle vahyin verileri ne kadar uyum sağlamaya müsaitse, tarihsel verilerle o kadar uyum bozukluğu yaşama eğilimi gösterir.
Demokrasiyi monarşilerin elinden kurtarıp, demokrasilerin güdümü alanına taşıdığınızda çoğunluğun oligarşiye ya da diktatörlüğe dönüşmesini engellemeniz nasıl mümkün olacak?
Beşerî alanı bağımsız düşünüp siyaseti beşerî alana taşıyarak uygulayacağınız yöntem, giderek seküler bir yapıya bürünecektir. Bu durumda, beşerî alanı bağımlı (yaratıcıya) insanı (yöneticiyi) bağımsız algılayıp yöntem uygularsanız iki sonuç ortaya çıkabilir.
Birincisi, başkasının (yaratıcının) mülkünü düşünmeden heva ve hevesleriyle kullanan bir yöneticinin diktatörlüğü.
İkincisi, başkasının (yaratıcının) mülkünü düşünerek paylaşım için kullanan bir yöneticinin adaleti.
Her hâlükârda, mülk sahibinin adına mülkü kullanma bilinç ve algısı felsefesini yaşayan yönetici, sonuçta adaletle paylaşımı sağlayan yöntemlere eğilim gösterecektir.
Esas olan, referans alınan felsefedir. Usul (yöntem, metot) farkları insanın (yöneticinin) yetkisindedir.
Esasta sorun yoksa, usulde yanlışlıklar tashih (düzeltme) edilebilir.
Esas yanlışsa, usulün doğru uygulanması doğal sürece ters düşeceğinden, adalet ve paylaşım üretilemez (Devam edecek).