İstişare kavramı bir varsayım, bir kültür, bir dini değer ya da geleneksel bir söylem olarak değil, tüm toplumsal, ekonomik, kültürel, bilimsel ve sanatsal süreçlerin temel dinamiği ve kaynağı olarak algılanmalı ve yaşam biçimine dönüştürülmelidir.
İstişare (ortak akıl) ailede, işte, toplumda, sivil örgütlerde, partilerde, devlet yönetiminde adalet, emanet, ehliyet kavramlarıyla özdeşleştirilerek yaşanmaya başlanmalıdır.
İstişare kökenli demokrasinin uygulanma pratiği yereldir.
En küçük sosyal yapıdan evrensel ölçekte yapılanmalara kadar süreç, aşağıdan yukarıya, tümevarımdan tümdengelime doğru işleyerek dengesini bulabilir.
Bu süreç, sanayileşmenin gücünü ve burjuva sınıfının gücünü sürekli gündemde tutacak olan istişare karşıtı (gizli-açık) bireyler veya tüzel kişilikler tarafından saptırılmaya çalışılacaktır.
Bunun saptırılmasına izin vermeyen, devrim niteliği taşıyan atılımların yapılması da kaçınılmaz olacaktır.
İzin verildiği takdirde, sanayileşmeyi güç olarak gösterenler faşizmi, burjuva sınıfını güç olarak gösterenler de güdümlü demokrasiyi üreten yeni bir süreç başlatabilirler.
Teknolojik araçların gücünü ve sınıfların gücünü kullanan kapitalist yapılanmanın yayıldığı hiçbir ortamda doğrudan demokrasi iklimi oluşamaz.
Sermayenin, teknolojik araçların ve sınıf diktatöryasının gücünün, istişare kökenli demokrasiyi ezmek için her yöntemi deneyeceği beklenen bir durumdur. Ancak yerelden evrensele doğru akan, aşağıdan yukarıya doğru gelişen ve yeryüzünün düşünce devrimi geçirmiş tüm öncü insanlarının dinamizmi ve istikrarı gelişerek değişmeyi gerçekleştirecektir.
Dünyanın her toplumunda farklı kültürlerin ürettiği farklı yönetim biçimleri olduğu gibi, kapitalizmin bu kültürlerin sosyolojik yapısını manipüle ederek ürettiği ve kullandığı yeni versiyonları da vardır. Bu versiyonlar bazen monarşik, bazen oligarşik, bazen demokratik üsluplarla kullanılır ve yönlendirilir.
Bugün bu yerel ve kapitalizm tarafından kullanılıp yönlendirilen yapılanmalar istişare kökenli demokrasinin doğal sürecini kısa ve orta vadede etkileyemeyecektir.
Dolayısıyla dünyanın dört bir yanında, Japonya’da, ABD’de, İsveç’te, Yemen’de öncü insanlar tarafından (düşünce devrimi geçirmiş) tabandan başlatılan istişare süreci “Doğal Dünya Düzeni”nin iklimini oluşturacaktır.
Doğal Dünya Düzeni
Doğal olan yaşamın ve doğanın süreçlerine müdahale etmeden yasalarını keşfederek gelişip değişmenin yaşam biçimidir.
Bu anlayışı, bireysel olarak düşünce, akıl, bilim ve sanat kavramlarını içselleştirerek yakaladıktan sonra istişare yöntemiyle toplumsallaştırmak mümkündür.
Aklı işletmeden, düşünen akıl sahibi olmadan, bilim felsefesine göre bilim üretmeden ve görünür hale gelen evrenin sanat felsefesiyle şekillendirilmesini yaşam biçimine dönüştürmeden “Doğal Dünya Düzeni” süreci başlatılamaz.
“Doğal Dünya Düzeni”nin yapılanma yaklaşımı; eşyanın tabiatının ve var oluşunun yasaları üzerinde düşünmek, olayların neden, niçin, nasıl sorularıyla analizini yapıp algıladıktan sonra yaşama dönüştürmektir.
Çağdaş demokrasinin (güdümlü, katılımcı-burjuva demokrasisi), özgürlükler, seçimler, kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, sivil örgütlerin etkinliği bağlamında şekillenen yapısını sorgulayıp doğal yaşamla uyumlu hale sokmaktır.
Yeni Dünya Düzeni ise (küreselleşme, globalleşme, kapitalizmin evrenselleşmesi) bazı kültürlere dayattığı güdümlü demokrasi, bazı kültürlere dayattığı katılımcı demokrasi yöntemleriyle kendi ürettiği paradigmaya dayalı kavramlarla yaşar.
“Doğal Dünya Düzeni” de kendi paradigmalarına dayalı kavramlarla doğar.
Bu kavramlar:
– İnsanın evrenselliği,
– Yaradılış yasaları,
– Dinin evrenselliği,
– Evrensel insan hakları,
– İnsanın dokunulmazlığı,
– Düşünmenin tasarım gücü,
– Aklın üretme gücü,
– Bilimin keşfetme gücü,
– Sanatın şekillendirme gücü,
– İstişarenin yönetme gücü,
– Hukukun evrensel gücü,
– Zorunlu, temel, çağdaş ihtiyaçların doğallığı,
– Yaparak öğrenmenin, yaptırarak öğretmenin evrenselliği,
– Sorumluluk ve yetkinin birlikteliği,
– Emeğin dokunulmazlığı,
– İstikrarın vazgeçilmezliği,
– Çevrenin imarı.
Globalizmde yapay bir değişim süreci ile “Doğal Dünya Düzeni”ndeki gelişmeden sonra doğal olan değişim süreci farkı, temel farktır.
Yapay sistemlerde güdümlü demokrasilerin oluşturduğu paradigmalara göre değişim dayatması çok kullanılır. Ancak “Doğal Dünya Düzeni”nde ise bilim, sanat ve din konularındaki felsefi gelişmeler sürekli değişim sürecini yakalama ivmesi kazanır.
“Doğal Dünya Düzeni” sürecine girebilmek için sosyal bilimler açısından öncelikle yaşanan hayat ele alınmalıdır.
Demokrasiden önce demokrat olan bir birey kimliği tanımlanmalıdır.
Sonra da bu kimliği yaşamında yansıtan bireylerden oluşan toplumsal kümeler şekillendirilmelidir. Bu doğal süreçtir. Birincisi gerçekleşirse, ikincisini o şekillendirir.
Demokrat kimlik, bireyin bağımsızlık, bilimsellik, evrensellik, sorumluluk, süreklilik ilkelerine uygun bir düşünce geliştirmesiyle özdeştir. Bu ilkelerin bireyin düşüncesinden eylemine yansıması, “Doğal Dünya Düzeni”nin toplumunu şekillendirme sürecini kaçınılmaz olarak başlatacaktır. (Devam edecek)